YAZARLAR

Bombalanmış avluda tüttürülen sigara…

Adı, Sant Felip Neri. Daha önce sözünü ettiğim yaklaşık yüz metrelik dar sokağın sonundaki güzel kemerin altından geçince ulaşıyorsunuz. İlk karşılaşmada, serinlik, yaprak hışırtısı, çok az ve derinden gelen bir su sesi. Gölgeli bir yer burası. Hemen lokanta ile apartmanın yanındaki minik sokak avluya açılan ikinci ve son sokak. O sokağın bir yanında söz ettiğim kazıkçı şık lokanta, diğer köşesinde hiçbir özelliği olmayan ama pencereleri bu avluya baktığı için insanda ev sahibi olma duygusu yaratan dört katlı apartman var...

Çok değil, iki üç daire büyüklüğünde bir avlu. Katedralden Katalan hükümet meydanına giderken ilk sağdaki daracık sokağa (yanlışlıkla) girdiğinizde yaklaşık elli metre o yolu takip ederek yürüyüp kemer altından geçerek ulaştığınız bir meydan. Meydan demek yanlış olur aslında; daha çok bir iki kurumun, bir kilisenin, bir çocuk yuvasının, bir apartmanın, bir lokantanın kapılarının açıldığı, avlu. Bilip gelen vardır mutlaka ve sonradan fark ettim ki W. Allen’in Barselona filmindeki yakışıklı Katalan ressamın, iki Amerikalı kadını tavlamak için çabaladığı lokanta burası. Herhalde bu nedenle şehrin en pahalı mekânlarından biri! Çok güzel ve şık görünüyor bu lokanta ama bu avluda pek olmamış gibi sanki. Havasıyla bağdaşmıyor pahalıcı bir yer, üstelik geceleri, tam karşısındaki köşede evsizleri ve sarhoşları ağırlıyorken. Her neyse, bu avluya yanlışlıkla girip bir daha çıkamadım.

. .

Nesi var diye sorsanız, hem sabaha kadar anlatılabilir hem de aslında anlatacak pek bir şey yok gibi. Sıradan bir avlu. Gel gör ki buraya her gelişimde (ki okuldan dönerken yolumu buradan geçirmek için elimden geleni yapıyorum) bu denli etkilemesinin de bir nedeni olmalı. Sanırım en çok, hatırlattıklarıyla etkileyici. Hatırlattığı mekân ve insanlar nedeniyle. Beyazıt, Saraçhane, İstanbul Üniversitesi’nin arkalarına denk gelen ve uzun, dolambaçlı yürüyüşle sonunda Sirkeci’ye varacak güzel yollar, dar sokaklar. Bu alana, Nuruosmaniye Camii ve onun avlusuna açılan Kapalıçarşı kapısının civarını, hemen altında İran Konsolosluğu ile yanındaki İstanbul Erkek Lisesi bina ve bahçesini içeren bölgeyi de ekleyelim. İşte buralarda, eğer akşamları geç saatte ya da pazar sabahı çok erken yürürseniz, insan kalabalığından arınmış birbirinden güzel sokak ve avlular fark edersiniz. Tabii sabah vakti avlu içlerindeki dükkânlar kapalı olduğundan, yapıların ana kapısında demir vardır ama yine de içerisi görünür. Güzeldir. Ağırbaşlıdır. İşte Barselona şehrindeki avlu, bana İstanbul’un bu bölgesini hatırlatıyor. Hatırlayınca başka şeyler, anı ve insanlar giriyor işin içine. İşte hepsi bir araya gelince, başka bir ülkedeki başka bir avlu, hatırladığım herkes ve her şeye bu denli uzakken, vazgeçilmez bir mekâna dönüşüyor. Eğer Barselona’da içtiğim sigaralar nedeniyle öleceksem bir gün, sorumluluğun çoğu avluya ait!

. .

Adı, Sant Felip Neri. Daha önce sözünü ettiğim yaklaşık yüz metrelik dar sokağın sonundaki güzel kemerin altından geçince ulaşıyorsunuz. İlk karşılaşmada, serinlik, yaprak hışırtısı, çok az ve derinden gelen bir su sesi. Gölgeli bir yer burası. Hemen lokanta ile apartmanın yanındaki minik sokak avluya açılan ikinci ve son sokak. O sokağın bir yanında söz ettiğim kazıkçı şık lokanta, diğer köşesinde hiçbir özelliği olmayan ama pencereleri bu avluya baktığı için insanda ev sahibi olma duygusu yaratan dört katlı apartman var. Hemen her gece gittiğim için çoğu penceresinde ışık olduğunu da görüyorum. Yine sarı ışıklar. Pansiyon, küçük bir otel ya da orta halli ve eski küçük dairelerden oluşan bir bina olabilir burası. Hemen yanında yani altından geçerek girdiğiniz kemeri arkanıza alıp avluya bakarsanız, apartmanın sağında, başka bir tür taştan örülmüş, üzerinde haç işareti olan bir bina başlıyor ve bu binanın bitiminde aslında onunla birleşmiş kilise. Avlunun tüm binaları bitişik aslında. Birbirlerinden ayıran, örüldükleri taşların farklılığı. Biri, kreş benzeri bir yer anladığım kadarıyla. Yeşil mavi orta boy bir kapısı ve üzerindeki üçgen mermer kaidenin tepesinde haç var. Hemen sağ tarafında pirinç levha. Levhada, bu meydanda İç Savaş sırasındaki bombardımanda, yine anladığım kadarıyla yanlışlıkla düşen bir bombanın kırk iki kişiyi öldürdüğü ve çoğunun çocuk olduğu yazıyor. Zaten bina ile kesiştiği, kilise duvarının birleştiği yerde mermer ve taş duvarlar delik deşik.

. .

İşte, ölenlerin ve özellikle ölen çocukların anısı nedeniyle mi yoksa kilise ile giderek ağırlaşan havadan mı bilinmez bir ağırlık çöküyor burada insanın üzerine. Gerçi tiryakiye bahane çok ama girer girmez sigara yakıyorum. Yanan sigara yalnızca avluyla değil, söyledim ya, çağrıştırdıklarıyla da ilgili. Binanın taşları ufak ve kızıl toprak rengi. Hemen bitişiğindeki Kilise’nin duvarı ise büyük sarı beyaz kesme taştan. Kilisenin nefis bir yeşil demir kapısı ile iki yanında simetrik iki küçük yeşil kapısı daha var.

Meydana döneceğim, ama biraz bu şehirdeki kapılardan söz edeyim. Eski İstanbul semtlerinin ya da taşranın, köylük yerlerin kapıları daha güzel, özenli ve anlamlıdır ya, burası da öyle. Mesela Ankara’da yüz yıl da yaşasa insan, kale civarı bir yana, hiçbir apartmanın kapısıyla ilgilenmeyebilir. Burada ‘kapıya’ çok önem verdikleri açık. Dikkat çekecek kadar güzel, küçük, büyük, renkli, renksiz, ağaç, metal şu bu… Ama her birine özenildiği çok belli. Hem şekline hem de renklerine özeniyorlar. Ancak bu, örneğin Bodrum gibi bir yeknesaklığa, ‘Beyaz duvarın üzerine öyle çiçekli sarı-mavi-beyaz kapı kolları, bina numaraları yerleştirelim ki her gören güzel desin’ sıkıcılığına pirim vermiyor. Kapılar güzel, renkli ve özenli. Tüm kapılar şehrin bir parçası hem de önemli bir parçası olduğunun farkında. Yalnızca ağaç olanları değil, diğerleri de. Eski olanı da. Uzatmayayım çünkü kapılar üzerine uzunca yazacağım, daha sonra. Son olarak, şehirdeki kepenklerin grafiti ile süslenmiş olduğunu söyleyeyim. Görüntü gerçekten şenlikli. Gece olup dükkânlar kapandığında bambaşka bir sergi başlıyor sokaklarında.

Dönelim avluya…

Apartmanın renkleri, sarı ve mavi. Mavi, çerçevelerin rengi. Üzerinde desenler var. Karşısında, alt katında lokanta olan bina ise bej rengine çalan bir tuğlayla örülmüş. Tepesinde, hemen üst köşesinde, ışıklı bir çardak var. Orada oturmak vardı şimdi, dedirtiyor insana. Yanındaki son bina ise diğerlerinden farklı bir taşla örülmüş ve taşların arasından küçük otlar çıkıyor. Alt köşesinde, sizi meydana buyur eden kemer. Binaların üzerinde toplam yedi sekiz sokak lambası, tahmin edeceğiniz gibi loş bir aydınlatma. Avlunun merkezinde çok sevimli, sekizgen bir çeşme. Ortasındaki mermer kaideden çıkan küçük pirinç borulardan akan zayıf su ve bunun sessiz avludaki sesi. İşte bu çeşmenin üç yanında üç güzel ağaç, dallarını gökyüzünde birleştiriyor. Anlayacağınız her şey, buraya gelen bir daha çıkamasın diye özenle yerleştirilmiş. Gece vakti evsiz, battaniyeye sarılmış olan da, sigara isteyen sarhoş da burada, her biri bir başka köşede. Battaniyeye sarılmış yatan adam, en pahalı lokantalardan birinin tam karşısında. Ot içen, evsizin yanı başında.

. .

İşte tüm bunların üzerine Beyazıt’ın, Nuruosmaniye’nin ara sokaklarındaki olağanüstü taş yapı ve avluları düşleyin bir kez daha. Eklemek ile kalmayıp avlunun Arnavut kaldırımlı zemininin üzerinde oturup sırtınızı, çocukları katleden bombanın delik deşik ettiği duvara yaslayın. Ardından, her "Saraçhane," her "Nuruosmaniye" denildiğinde hatırladığınız babanızın; her "Cağaloğlu," her "İstanbul Erkek Lisesi" ve her "sigara" denildiğinde hatırladığınız hocanızın giderek silikleşen hayallerini koyun. Bir de tek başınıza olun o esnada. Sigaranın dumanı; ikincinin, üçüncünün, dördüncünün, beşincinin… En çok bu avluya, avlunun duvarlarına yakışıyor, şehirde.

Okuduğunuz, altıncı ve son Barselona yazısıydı. Ola ki yolunuz düşerse, ‘avluya’ da gidin mutlaka. Ancak siz sigara içmeyin sakın, sağlığa son derece zararlı. Gerçi sigara içmeyecekseniz, avluya gidip ziyan etmeyin o mekânı…


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.