YAZARLAR

Çocuk sizin mi? Güle güle kullanın

Çocuk olunca, hemen bir sosyal medya hesabı açılıyor, oraya çocuğun bakmaya doyulamayan fotoğrafları koyuluyor, “tecrübeler” paylaşılıyor, takipçi sayıları çığ gibi büyüyor. Takipçisi çok olan, reklam almaya başlıyor. Tanıtımlara, toplantılara davet ediliyor. Markalar, para veriyor, hediye ürünler gönderiyor. Çocuklar, o ürünlerle giydiriliyor, kremleniyor, yediriliyor, içiriliyor ve fotoğraflanıyor da fotoğraflanıyor.

Çocuğunuzla sokakta gezerken, birden, hiç tanımadığınız birinin gelip, tam tepenizde dikildiğini düşünün. Çocuğunuza (burun mesafesinden) uzun uzun baktığını; giysilerini, ağzını, burnunu, saçını, poposunu tek tek incelediğini, ileri geri yorumlar yaptığını, düşüncelere daldığını...

Sonra eve geldiğinizi ve hiç tanımadığınız birinin, salonun ortasında oturduğunu düşünün. Çocuğunuzun odasında dolaştığını, banyo yapmasını, giyinip soyunmasını, yemek yemesini izlediğini, (yatak örtüsüne kadar) her şeyi ince ince kontrol ettiğini...

Ne saçma değil mi? Tanımadığınız insanların, burnunuzun dibinde işi ne? Evinizin her ayrıntısını, özel hayatınızı ne münasebetle biliyorlar? Çocuğunuzla niye bu kadar ilgileniyorlar? Hangi hakla yorum yapıyorlar? Kim bunlar yahu?

Bunlar, sizin davetlileriniz. Sosyal medyadaki yüzlerce, binlerce takipçiniz. Kalpler ve gülücüklerle karşıladığınız, gelsinler diye bin takla attığınız bir sürü insan. İyi ve kötü kalpli, normal ve hasta ruhlu, sağlıklı ve sapık, tatlı ve tatsız, çeşit çeşit...

Baştan söyleyeyim, çocuğunun fotoğraflarını ve tatlı filmciklerini facebook, instagram, blog ve sosyal medyanın daha nice yerlerinde, delirmiş gibi halka arz eden herkese, tarif edebileceğim şekilde sinir oluyorum. Bu işi yaparak, çocuğun üzerinden para kazananlara da tarif edemeyeceğim şekilde sinir oluyorum.

Yıllardır, sayıları gittikçe artan bir sürü “mom” var ortalıkta. Instamom, fenomen mom, blogger mom, youtuber mom, supermom, aman da aman mom... Bir de bunların “anne” hesapları var. Aşırı fenomen anne, çok şakacı anne, sevgiden ölen anne, inanılmaz bir anne, oyunbaz bir anne, modadan anlayan anne, uykudan ölen anne, oldukça içli anne, cidden delirmiş anne, davul anne, yeter anne, oha anne filan.

(Arada tek tük babalar da oluyor ama bu işi, “iş” olarak yapan çoğunluk, anneler maalesef.)

Çocuk olunca, hemen bir sosyal medya hesabı açılıyor, oraya çocuğun bakmaya doyulamayan fotoğrafları koyuluyor, “tecrübeler” paylaşılıyor, takipçi sayıları çığ gibi büyüyor. Takipçisi çok olan, reklam almaya başlıyor. Tanıtımlara, toplantılara davet ediliyor. Markalar, para veriyor, hediye ürünler gönderiyor. Çocuklar, o ürünlerle giydiriliyor, kremleniyor, yediriliyor, içiriliyor ve fotoğraflanıyor da fotoğraflanıyor.

Sonra o fotoğraflar, ışık hızıyla paylaşılıyor. Takipçiler de ne yapsın? Hemen bayılıyorlar. Doyamıyorlar. Bütün gün bilgisayar ya da telefon başında bekliyorlar. Hep daha fazlasını istiyorlar.

Bu “mükemmel” annelerin, “mükemmel” hayatlarının aynısını istiyorlar belki. Onların kullandığı (kullandıklarından emin değiliz gerçi, önerdikleri diyelim) her şeyi, hemen almaları gerekiyor. Onların yaptıkları her şeyi, hemen yapmaları gerekiyor.

İlk kakamızı yaptıran müthiş lazımlıklar, boyu uzamayan oğluşumuzu uzatan mamalar, anne-kız kombinleri, nefis rüyalar gördüren çarşaflar, hayallerimizdeki kulak temizleme çubukları, doktorun çözemediği alerji sorunumuzu çözen pamuklu fermuarlar, alışveriş merkezi söyleşileri, bebişli tanıtımlar, otellerde bedava konaklamalar, çılgın aktiviteler ve her yere çanta gibi taşınan çocuklar, işte böyle çıkıyor ortaya.

Markalar, reklama bir sürü para harcayacaklarına, bu annelere para vermeyi tercih ediyor çünkü hedef kitleye ulaşmak daha kolay, daha garantili ve daha ucuz. Markalar memnun.

Anneler, aniden ünlü oluyor, çok seviliyor, övgü üstüne övgü alıyor, “like” (ve kalp) patlaması yaşıyor. Üstüne de nefis paralar kazanıyorlar. Anneler memnun.

Takipçiler, oturdukları yerden, “iyi anne” olma ipuçlarına ulaşıyor. Röntgenleme ihtiyaçlarını gideriyor, evrende yalnız olmadıklarını görüyor, kendilerini bir gruba ait hissediyorlar. (Uslu ve sadık takipçi olurlarsa, indirimler bile kazanıyorlar.) Takipçiler memnun.

Peki çocuklar?

Bütün bu işin merkezindeki çocuklar ne düşünüyor? Her anlarının fotoğraflanmasından ve milyonlara servis edilmesinden, teşhir edilmekten, sergilenmekten, kullanılmaktan, sömürülmekten memnunlar mı? Sizin korumadığınız çocuğu kim koruyor? Nasıl koruyor? Özel hayatın gizliliği ve mahremiyet hakkı nerede duruyor? İstismar nerede başlıyor, kimleri kapsıyor?

Bu tarz sorulara, annelerin çeşitli cevapları var elbet...

En popüler cevap: “Size ne? Benim çocuğum!” (Sizin çocuğunuz değil. Velayeti sizde olan, korumakla yükümlü olduğunuz bir insan.)

Başka bir cevap: “Ya abartmayın! İnternette zaten milyonlarca çocuk fotoğrafı var.” (Evet, o fotoğraflarla ne yapacağını bilmediğimiz milyonlarca manyak da var.)

Başka bir sevdiğim cevap: “Ben çocuğu asla zorlamıyorum. Ayrıca, ileride bakıp rahatsız olacağı ya da ona zarar verecek fotoğrafları asla paylaşmıyorum.” (Emin misiniz?)

Amerika’da bu işi gururla yapan, sadece instagramda 1,3 milyon (kıskananları çatlatacak bir sayı) takipçisi olan ve yılda 6 milyon dolar (kıskananları çatlatacak bir para) kazanan, 26 yaşında bir anne var.

Günlerinin bir bölümü, “En güzel fotoğrafı nerede çekebiliriz?” diye düşünerek geçiyormuş. Takipçilerin seveceği, özeneceği, dikkat çekecek, sıradışı yerler bulmak önemliymiş. Bir de tabii, çocuğun “yakışacağı” yerler olmalıymış. Mesela, antika görünümlü, bordo kadifeden, oymalı kakmalı bir koltukta oturan, üstü çıplak çocuk, ilk zamanlar çok hoşmuş ama şimdi herkes yapıyormuş.

Bazen, aynı pozdan 30 tane filan çekmek gerekiyormuş çünkü çocuk huysuzlanıyormuş, yeterince gülmüyormuş, hareket ediyormuş, “doğal” görünmüyormuş. Neyse ki, bir sürü çekince, mutlaka biri “mükemmel poz” oluyormuş.

Bu işin sırrı da buymuş işte: Takipçilerin “sahip olmak isteyecekleri çocuğun ve yaşamak isteyecekleri anın” pozunu yakalamak. Rüya gibi bir hayattan, rüya gibi kareler sunmak... (İğrensem mi, korksam mı, kızsam mı, ağlasam mı bilemiyorum.)

Bu işe karşı olan (benim gibi işsiz güçsüz, başka derdi olmayan insanlar) tutuculukla suçlanıyor. Teknolojiye, modern çağa ayak uyduramamakla, kıskançlıkla, hiçbir şey bilmemekle, insanların kararlarına ve hayatlarına saygı duymamakla, özgürlüklerini kısıtlamaya çalışmakla...

Etrafta bu kadar çocuk istismarı ve pedofili vakası, tecavüzcüler, çocuk gelinler, çocuk işçiler varken, onlarla uğraşacağımıza, bu “kimseye zararı olmayan” işe, böylesine kafayı takmak doğru muymuş?

Doğru değil tabii ki...

Çocuğun burnuna sabahtan akşama kamera dayamak, onu dekor olarak kullanmak, saten sabahlık giydirmek, banyoda, tuvalette, yatakta fotoğraf çekmek, makyaj yapmak, çıplak halde zıplatmak doğru.

“Popom o kadar tatlı ki, sivrisinekler dayanamamış.” diye yazarak, çocuğun poposunun fotoğrafını koymak doğru. O fotoğrafın altına “Yerim o popoyu yaa, tam ısırmalık.” diye yorumlar yapılmasını, gülücükle karşılamak doğru.

“Zararlı” olduğu ortaya çıkan bir gıdanın, fabrikasına (davet edilerek) gidip, çocukla beraber o gıdayı hunharca tüketmek, tüketirken fotoğraf çekmek ve binlerce insana “Hiç de zararlı değilmiş, medya yanlış bilgilendiriyor.” demek doğru.

Kızının çıplak fotoğrafının altına yazılmış, sapıkça (ama gerçekten sapıkça; daha önce hayatımda görmediğim, duymadığım, okumadığım sapıklıktaki) bir yorumu paylaşıp, “Böyle şeyler düşünenin Allah belasını versin! İnanamıyorum! Pis sapık!” yazmak doğru.

Ağzı yüzü salça ya da (tercihen) çikolata içindeki çocuğun fotoğrafını, internetin asla unutmayan, silinmeyen, bilinmez dehlizlerine postalamak doğru. 4 yaşında bir çocuğun, yemek yemeye başlamadan önce “Çekiyo musun anne?” diye sorması, “Bana abone olun tamam mı?” demesi doğru.

Çocukların, bu yaşta takipçilerinin, hayranlarının olması, kendilerini özel, başka çocuklardan farklı, üstün, ayrıcalıklı hissetmeleri; sokakta yürürken tanınmaları doğru. Paylaşım ishali annelerinin, dijital narsisizm hastalıkları yüzünden, küçük birer narsist olarak büyüme ihtimallerine göz yummak doğru.

Herkesin, çocuğun nerede yaşadığını, hangi saatte nerelere gittiğini, neleri sevdiğini, neleri sevmediğini, okulunu, evini, tatilini, parkını, bakıcısını, doktorunu, kakasını, poposunu iyice bilmesi doğru.

Ama yani sonuçta, çocuk sizin çocuğunuz değil mi? Doğru.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.