YAZARLAR

Yeni bir devlet kurulur CHP onun içinde yerini alamaz!

CHP, yanılmaktadır: Yeni bir devlet kurulduğunda CHP onun içinde yerini alamayacaktır. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiğinde nasıl yanılmışsa, 7 Haziran seçimleri sonrasındaki istikşafi görüşmelerde nasıl yanılmışsa, anayasaya aykırı anayasa değişikliğine oy verirken nasıl yanılmışsa öyle yanılmaktadır. Adalet Yürüyüşü’nden Adalet Kurultayı’na eşik durumunu kavradığı her siyasal pozisyonda kaybettiği mevzi, meşruiyet savaşının kaybı demektir. Meşruiyet mücadelesinin keskinleşmiş aracı ise artık sudan şaraba her şeyi politikleştirmektir.

694 Sayılı KHK, Türkiye’de 21 Temmuz’da ilan edilen OHAL ile kurulan ara rejimin kurumsallaştırılmasının en güçlü adımıdır. Çünkü 694 sayılı KHK ile Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası artık açıkça ortadan kaldırılmıştır. Ulusun temsilcisi olarak kürsü hakkını sonuna kadar kullanma yetkisiyle donatılmış milletvekillerinin, anayasal tarihin deneyimlerinden doğmuş kürsü dokunulmazlığı, mantığını açıkça ortaya koyan bir hüküm ile ortadan kaldırılmıştır. Hem de bu, daha önce CHP’nin ortak olduğu ve bugün Demirtaş ile Berberoğlu’nun cezaevinde olmasının nedeni olan anayasa değişikliği gibi bir yöntem ile değil, kararname ile yapılmıştır. Kararname ile Ceza Muhakemesi Kanunu’na bir madde ekleniverilmesi yeterli görülmüştür. Burada kalmamış, daha yürürlüğe girmemiş anayasa değişikliğine uygun “anayasal değişiklik” KHK ile yürürlüğe sokulmuş, cumhurbaşkanına ait yürütme yetkileri genişletilmiştir. Geri kalanı da ordunun ve emniyetin rejim içindeki konumunu yeniden düzenlemeye ayrılmıştır. Anayasa Mahkemesi, kendi varlığını somut olarak ortadan kaldıran “içtihadı” gereği bu kararnameyi incelemeyecektir. Söylemekte beis yok, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası yoktur, dolayısıyla bir anayasa mahkemesi, ceza kanunu ya da ceza muhakemeleri kanunu da yoktur. Kurumsallaşan ara rejimin raconu Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnameleri ile kesilir. Hukuk devleti değil, kanun devleti de yok edilmiştir. Yeni devletin somut varlığının biçimi, OHAL KHK’leridir; OHAL KHK’leri ise AKP lideri Erdoğan’ın ağzından çıkan neyse odur. Yeni devlet, 21 Temmuz’da kurulan ara rejimin sonsuz varlığını vaat etmektedir. İlkesi korku, mezhebi itaattir; menzili Erdoğan’dır.

FEVKALADENİN FEVKİNDE HUKUK

Türkiye’de olağanüstü hâl rejimleri üzerine ilk incelemelerden birini yapan Bülent Daver, 1961 tarihinde basılan Fevkalade Hâl Rejimleri adlı eserinde, zaruret doktrinin hukuk ilmi içinde neden terk edildiğini anlatır. Bunu açıklarken kendini fazlaca yormaz; devletin kendi bekasını korumak için içinde bulunduğu zaruret halinde kendini sınırlayan hukuku tamamen askıya alabilmesinin İkinci Dünya Savaşı öncesi nasıl sonuçlar ortaya koyduğunu belirtmekle yetinir: Faşizmi meşrulaştıran zaruret doktrini terk edilmelidir. Bu yaklaşım gereğince anayasa, olağanüstü hâlin meşru olacağı durumları düzenlediğinde sorunun –hukuki olarak- çözülmüş olacağı öngörülür. Peki ya fevkalade hâl rejimi, anayasayı hem de ortaya çıkan zaruret hâlinin gereklerini gözetmeden askıya alıyorsa; anayasal bütün güvenceleri askıya almakla kalmayıp anayasanın anayasa değişikliği ile bile değiştirilemez hükümlerini ortadan kaldırıyorsa? Bunu meşrulaştırmak için de “fevkalade hâl”i öne sürüyorsa?

Türkiye’de anayasa hukuku ilminin tezgâhından geçenler bugün üç parçaya ayrılmıştır. Çoğunluğu oluşturan birinci parça -ki bunların adını belki birkaç ay sonra duymayacağız bile- liderlerinin ağzına bakmaktadır. İdam denilince onun nasıl bir demokratik gereklilik olduğunu, işkence denilince lincin bile demokratik hak olduğunu söylerler. Bunlar tozdur, geçip gideceklerdir ama an itibarıyla ciddiye onları almak gerekir.

İkinci parça azınlığın çoğunluğunu oluşturur. Bu grup aldıkları hukuk formasyonunun gereğini yapar; bütün hukukun türediği, devletle eşit olan, yasaların yasası anayasanın her ihlalinde, aykırılığı tespit ederler. Çünkü onlara göre bir norm ancak kendisinden üstün başka bir normdan türer, bir olgudan norm yaratamazsınız. Peki mevcut durumda, yürürlüğe giren, girdiği anda etkili ve geçerli olan KHK’ler kendisinden üstün hangi normdan türemiştir? Anayasayı, yani bütün normların kendisinden türemesini zorunlu kılan temel normu askıya alan, Bakanlar Kurulu tarafından imzalanarak yayımlanmış “bildirilerin” –saf hukuk alanına sızmaya çalışan bir olgunun- hukuki değeri nedir? Bu soruların yanıtları ne yazık ki hukuki formasyonlarında yoktur.

Azınlığın azınlığı olan üçüncü grup ise fevkalade hâli AKP liderinin eline bırakacak bir düzen fikrini reddeder. Yasallığın terk edildiği anda meşruluğun devreye girdiğini, meşruiyetin kaynağının ise demokratik kudret olduğunu söylerler. Benim de içinde olduğum bu grubun derdi basitçe şudur: Fevkalade hâl tek taraflı olamaz. Meşruiyet alanında mücadele, somut siyasal ve hukuki düzenin yeniden kurulması bakımından anayasal bir mücadeledir ve dolayısıyla fevkalade hâl en az iki taraflıdır. Fransız Devrimi’nde işçi sınıfını ezmek için yapılan katliamların aracı olarak ilan edilen sıkıyönetimin Paris Belediyesi’ne asılan kızıl bayrağı, 1848’de nasıl işçi sınıfının fevkalade siyasetinin sembolü olduysa, bugün iktidarın askıya aldığı düzenin bizzat kendisini muhalefet askıya alabilir. Yasallık ve meşruluk alanında gösterilen siyasal performansların farkı burada yatar.

FEVKALADENİN FEVKİNDE SİYASET

Türkiye’de siyaset bugün eşikte, bir sınırın üzerindedir, krizdedir. Dolayısıyla Türkiye’de artık her siyasal sorun somut düzen fikri bağlamında bir anayasal sorundur. Normal düzen, yani anayasal normların etkili ve geçerli olduğu somut siyasal düzen ile yeni bir meşruiyet mücadelesinin arenası olan siyasal düzen birbirine karışmaz derecede ayrıdır. Eşik durumunda ticaret hukukuna ait görülebilecek bir konudan eğitim politikasına ilişkin bir meseleye kadar yapılacak her düzenleme mevcut meşruiyet krizi bağlamında anayasal değerdedir. Türkiye bir anayasal kriz momentinin içindedir. Bu momentte siyasal mücadelenin özneleri, normal siyasetin araçlarını kullanamazlar. Örneğin basın konusunda siyaset üretmez, basını siyasallaştırır, seçim siyaseti üretmez seçimi siyasallaştırırlar.

AKP lideri, tam da bunu yapmaktayken, ana muhalefet sanki normal bir anayasal-siyasal momentteymişiz gibi basına yönelik siyasal program, seçime yönelik siyasal vaatler üretmektedir. Bu koşullarda gerçek bir seçim olacakmış gibi…

Böyle bir kriz döneminin içinde siyaset yapan özneler bakımından da yukarıda anayasa ilmiyle uğraşanlar hakkında yaptığımız ayrıma benzer bir ayrım yapmak mümkündür. Fevkalade hâli ilan etmiş AKP lideri yeni devletinin korku ilkesini, itaat mezhebini ve tek adam menzilini meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Aracı, topraktan havaya her şeyi politikleştirmek, içeriğe taşıdığı düşman hukukunu tahkim ederek zoru sürekli devrede tutmaktır. Varlığını koruyacak yeni düzenin kurulması için ve gerçekle bağı olmayan düşmanlıkların içeride ve dışarıda ülkeyi sürüklediği felaketler pahasına…

CHP bu durumu her kavradığında korkuya teslim olmakta, yeni devletin meşruiyet kurmaya çalıştığı alanlara sıkışmaktadır. Kadıköy Belediyesi'nde başkanlığın, Çankaya Belediyesi'nin garanti koltuğunun huzurunun itki gücünü oluşturduğu gündelik siyasetin sonsuza kadar sürebileceği körlüğüne kapılmıştır. Bugüne kadar iktidardan aldığı pay, gözlerini kör etmişcesine istibdat ve hürriyet arasında bir seçenek olmadığını görmemektedir. CHP, yanılmaktadır: Yeni bir devlet kurulduğunda CHP onun içinde yerini alamayacaktır. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiğinde nasıl yanılmışsa, 7 Haziran seçimleri sonrasındaki istikşafi görüşmelerde nasıl yanılmışsa, anayasaya aykırı anayasa değişikliğine oy verirken nasıl yanılmışsa öyle yanılmaktadır. Adalet Yürüyüşü’nden Adalet Kurultayı’na eşik durumunu kavradığı her siyasal pozisyonda kaybettiği mevzi, meşruiyet savaşının kaybı demektir. Meşruiyet mücadelesinin keskinleşmiş aracı ise artık sudan şaraba her şeyi politikleştirmektir. İlkesi cesaret, mezhebi özgürlük, menzili sınırlı hükümet olan bir politik perspektiften başka bir seçenek yoktur. Bu seçeneği Ekmeleddin siyasetinde aramak karanlıkta kaybettiği anahtarını sokak lambasının altında arayan adamın hikâyesine benzer. Herkes anahtarın o lambanın aydınlattığı yerde olmadığını bilmektedir. Karanlık sokakların her karışına el sürülmeden anahtarın bulunamayacağı açıktır.

Bugün için azınlığın azınlığı olan AKP’ye alternatif siyasal muhalefet, fevkaladenin fevkinde siyaseti kavramış, iktidar dışındaki tek öznedir, soldadır. İlkesi cesaret, mezhebi özgürlüktür. Fakat menzilini dogmatik nedenlerle belirleyememiştir. Bugün bulunduğumuz anayasal eşikte, anayasal politika yapan muhalefetin eşiği sınırlı hükümet olmalıdır. Bunun aracı ise seçimlerin politikleştirilmesidir. Yolu OHAL'in kaldırılması, YSK'nın meşru bir yargı organı haline getirilmesi, özgür basının önündeki engellerin bertaraf edilmesi mücadelesidir. Şüphe olmasın, korkunun karşısına cesaret çıktığında halkımız kısa çöpün yanında olacaktır.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.