YAZARLAR

Arayan CHP, duran CHP, durduran CHP

CHP’nin Gelibolu’daki kurultayına gittim, dedem Kalê Rifet’in “Çağrıldığın yerden erinme, çağrılmadığın yerde görünme” öğüdüne uyarak. Dışarıdan bakınca “Klasik CHP işi” görüntüsünün, vitrinin altında çok ciddi bir arayışa şahit oldum. Sıkı sunumlar izledim, nazik tartışmalara tanıklık ettim, umudu ve umutsuzluğu birlikte gördüm. Onun hikayesidir….

Yoldayız. İstanbul’dan Çanakkale’ye. Çanakkale’den Gelibolu’ya. Binlerce insan yollarda. Adalet Kurultayı için.

Bekliyoruz. Sabahın erken saati. Eceabat’ta birikmiş insanları almak üzere ring yapan araçlar gidiyor ama dönmüyor. Yola çıkınca anlıyoruz, jandarma bir noktada bekletiyor giden araçları, GBT yapılıyor, sonra geçişlere izin veriliyor. Araçlar dönmediği için Eceabat iskelesindeki kalabalık beklenen hızda erimiyor. Her toplanma, her siyasi kümelenme tehdit altında; “güvenlik” önlemlerinin aşırılığı kimseyi şaşırtmıyor. Olağanüstü Hal var. Kanıksandı. Jandarma güler yüzlü, nazik, işini alabildiğine çabuk bitireceğini vaat ediyor.

Nihayet kurultay alanına ulaşıyoruz. Yolun iki yanında dikilen özel harekatçılar, jandarmalar ağaçlar kadar olağan. Alan tıklım tıklım. İnsanlar akıyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu konuşuyor. Dinleyici sandalyelerinde yer bulanlar, onların arkasında sıralananlar pür dikkat dinliyor. Kalanlar, hayli büyük bir kalabalık, arıyor: Kimi birilerini arıyor, kimi bir yerleri.

UMUT VE UMUTSUZLUK

Kurultay bir arayış kurultayı. Sıkıntılı bir halden çıkış için arayış, söz, akıl, fikir arayışı. Adalet, başlık bu.

Adalet hep aranması gereken bir şey. Uğruna zahmet çekilmesi gereken bir şey. Hazırı yok. Aktüel olarak yoksa bile virtüel olarak olmalı; kendisi yoksa da umudu olmalı. O umut için hareket halinde insanlar. Beklenenden çok insan geldiği hemen anlaşılıyor. Her yer tıklım tıklım.

Adalet Yürüyüşü adı altında Ankara’dan İstanbul’a yürüyen CHP, Ankara’yı, başkenti terk eden CHP şimdi de şehirden kıra, ormanlık alana yürüyor. Çalıştaylar deniliyor çalışma masalarına, bir de paneller. Adalet konusunda sözü olduğu düşünülenler çağırılmış. Çağırılanlar içinde gelenler var gelmeyenler var. Gelmeyenler içinde de gelenler içinde de olan bitenden hoşnut olanlar var, olmayanlar var. “Bir umut” diyenlerle, “CHP’den hiçbir şey olmaz” diyenler arasında geniş bir yelpaze.

Yer, sembolik bir yer, Birinci Dünya Savaşı sırasında epik askeri karşılaşmaların meydana geldiği, dillere destan, efsanevi, mitolojik öğelerle donanmış, nüfusun büyük bir çoğunluğu için, aynı sembol, hikaye ve gerekçelerle olmasa da aynı olaylara bağlı olarak mukaddes kabul edilen yer. Genel Başkan konuşuyor, transfer organizasyonundaki beklenmedik aksamalar nedeniyle sonuna yetişebiliyoruz ancak. “Kışladan, camiden, yargıdan siyaseti çıkaracağız” diyor, alkışlar alkışlar. En çok eleştirilen lideri belki de Türkiye’nin Kılıçdaroğlu, “Cemevinden çıkaracağız demedi ama…” “Havrayı, kiliseyi, ateşgedeyi de mi saysın?” Zorluklardan biri galiba şurada: “Kimlik politikalarına mesafeliyiz” demek kolay ama kimliksiz kişi ya da grup bulmak o kadar kolay değil. “Çağdaş yaşam dediğiniz şey de bir kimlik değil mi?”

KIYASIYA TARTIŞMALAR

Bir yandan da çalışma grupları yerlerini almaya yöneliyor. O kalabalıkta buluşmak zor gibi ama yine de insanlar birbirini buluyor. Ağaçların altındaki masaların etrafında beşer, altışar, yedişerli gruplar konuşacak, tartışacak. Benim oturduğum yerin konuşma başlığı “Toplumsal Huzur.” CHP İstanbul Milletvekili Zeynel Emre, nazik, güler yüzlü, davetlileri tanıtıyor, ne konuşacağımızı, nasıl konuşacağımızı anlatıyor. Her masanın etrafında sayısı azalan çoğalan dinleyici grupları. Arada ikili, üçlü sohbet yerlerinde sert, yoğun eleştirel sözler, umutsuz, kızgın sözler, umutlu, sözler uçuşuyor. Daha oturum başlamadan, umut ve eleştiri sözleri çalınıyor kulağa:

“Böyle gitmez, mutlaka durduracağız bu gerici gidişi.”

“Konu başlıklarını gördünüz mü, Kürt başlığı yokken nasıl olacak bu iş?”

“Partide ikilik var. Bir kanat durmadan ve mutlaka bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyor, bir kanat aman yavaş olalım, Erdoğan’a koz vermeyelim diyor.”

“Hafıza Sokağı’nı gördünüz mü, Mustafa Pehlivanoğlu ile Erdal Eren niye yan yana?”

“Erdoğan kompleksi.”

“Hani 19 Aralık niye yok?”

“Hikmet Sami Türk çağırılmış, nasıl olur.”

“19 Aralık var, ama Hikmet Sami Türk ile birlikte nasıl olacak?”

“Gelmeyecekmiş zaten.”

“Çağırılması teklif edilince ciddi tartışma çıkmış, çok tepki görmüş …”

“HDP’liler niye çağırılmamış?”

“Çağırılmış ama gelmemişler.”

“Gelmişler ama…”

KATILIMCILAR HİÇ DE ‘CHP KAFASI’NDAN DEĞİLDİ

Ağaçlar güneşi kesiyor, yine de alnının çatına, sırtının ortasına güneş yiyen katılımcılar yok değil. Rüzgar sert, toprak uçuşuyor zaman zaman. Konuşmalar ciddi bir dikkat ve nezaketle izleniyor. Zaman zaman müdahil olmak isteyen, tepki gösterenler çıkıyor, moderatörler izlemeye açık ama izleyicilerin katılımına kapalı olduğunu anlatıyor.

Çağrılanların önemli bir kısmı, “CHP’den umutlu” kişiler değil, ama arayışa umutlu bakmasalar gelirler miydi? Haberlerin kaynağı olan kitapçıkta ana panellerin (günde iki tane) isimleri ve katılımcılarıyla, çalışma gruplarının moderatörleri ve başlıkları görülüyor sadece. Bu “görüntü” “hep aynı kişiler” deme kolaylığı sağlıyorsa da çalışma gruplarında CHP’ye mesafeli, eleştirel bakan, muhalif duran çok sayıda kişi vardı. Sadece kendimden bilmiyorum, hem katıldığım iki oturumda, hem de diğer oturumların katılımcıları arasında vardı: Atılmış akademisyenler, atılmamış akademisyenler, CHP’yi yüzleşmeye davet eden güleç sanatçılar, CHP’yi bölücülerden ve gericilerden korumak gerektiğini söyleyen kişiler, partiyi sınıf meselesinde yetersiz bulanlar, dış politikasındaki zaafları anlatanlar….

Hem katıldığım, hem izleyebildiğim, hem de katılımcılardan bilgi aldığım masalarda, bütün partiye hakim olduğu sanılan “CHP kafası”nın hiç hoşlanmayacağı fikir, görüş, öneri ve eleştirilerin dile getirildiğini görüyorum, gözlüyorum, öğreniyorum. Çok sayıda CHP’li hiç hoşlanmayacağı var sayılan, belki bir kısmının kendi kapalı ortamlarında hiç duymadığı, duyduğunda tepki vereceği sözler, görüşler, eleştiriler, büyük bir nezaket, ciddiyet içinde dinleniyor, not alınıyor, kaydediliyor. Aynı masa içerisinde “kurucu önderlerin ilke ve yöntemlerine dönme”yi savunan da, bunun bir tür gericilikten başka anlama gelmeyeceğini söyleyen de.

Organizasyon, kitapçık ve hazırlık kusurlarını öne çıkaranlar kadar, toplantının olası pozitif sonuçlarına vurgu yaparak, arayışın, etkinliğin başarısını konuşanlar da var. Bir kendi çalıp kendi oynama ortamı olduğunu söylemek bariz bir haksızlık. Ama o görüntü de CHP’nin iletişim stratejisinin bir sonucu. Kitapçıklardaki başlıklarda görünmeyen konular, hemen her masada gündeme getiriliyor. Anadilde eğitim hakkından, şiddetin geriletilmesi için iktidarın suyuna gitme dışında yollar bulunması gereğine, CHP’nin mülteci politikasındaki kusurlardan, “şunu yaparsak iktidar kullanır” kompleksinden kurtulma mecburiyetine, medya stratejilerinin zayıflığından, dokunulmazlıkların kaldırılmasına verilen desteğin kötü sonuçlarına, eleştiriler sakınılmıyor.

CHP’LİLER İÇİN “İLK”LER

Katıldığım ikinci çalışma grubunu CHP Ankara Milletvekili Murat Emir yönetiyor; o da Zeynel Bey gibi nazik, dikkatli, konuşmacıların müdahalelerle kesintiye uğramasına izin vermiyor, en eleştirel sözleri bile aynı güler yüzle, aynı özenle not ediyor.

İlk gün etkinlikleri bittikten sonra Murat (Sevinç) hoca ile karşılaşıyoruz. Onun masasından aktardığı izlenimler de aynı merkezde. “Birçok CHP’li bu sözleri ilk defa duymadıysa bile tamamen kendilerine ait, kendi hakimiyetleri altındaki bir alanda ilk defa duydu ve dinledi” diyor.

Konuşma, söz, neye yarar? Partide en az iki kanadın oluştuğu, bu iki kanadın uyuşmasının kolay olmadığı biliniyor, bu çalışmalar, 7 Haziran seçimlerinden önceki üç yıl boyunca HDP’nin yaptığı benzer kongrelerdeki pozitif sonuçları doğurabilir mi? Yürüyüşten sonra henüz bir ilk adım ise bu, konuşmanın, sözün kamusal alanda ne işe yarıyorsa bu toplantılarda da o işe yaramasını beklemek niçin abes olsun? “Yeni Türkiye”ciler, kararname adı altındaki fermanlarla kendi inşalarını aralıksız sürdürüyor, hiçbir şeyi dinlemeden, buna karşı çare arayanların bir araya gelmesinde, tartışmasında, görüş alışverişinde bulunmasında ne gibi sakıncalar olabilir?

ŞU BİRA MESELESİ: AHLAK VE HUKUK

Kurultaya çatmak için bula bula binlerce insanın bulunduğu bir yerde, ana etkinlikler bittikten sonra bir masa etrafındaki insanların elinde görüntülenen iki bira şişesi bulunmuş. Tuhaf olan, asıl tuhaf olan, parti yönetiminin kurultay alanındaki disiplin kurallarına uymamanın, yani hukukun normal sonuçlarını hatırlatmak yerine, “ahlaksızlık” lafını bizzat tedavüle sokması: Dışarıdan kusur arayanların bulduğu iki bira kutusuna karşı, belki yirmi bini aşkın kişinin gün içinde geçtiği, binden fazla kişinin konakladığı insanlardan ikisinin, üçünün kural ihlalinin “ahlak” masasına götürülmesi, partideki mücadele arayışı içinde olanlar, yani kurultayı düzenlemek üzere çırpınanlarla statükoyu iktidarın dayattığı kompleksler eşliğinde koruma sevdalısı olanlar arasındaki farkı da ilan etmiş oluyor herkese.

CHP arayış içinde. Siyasal genetiğindeki sorunların keşfi için ekstra çabaya gerek yok, bu sorunları aşmaya yönelik çabaların kolayca yok sayılması ise CHP’yi kendi genetiğine, ülkeyi de “klasik CHP kafası”nın muhalefetine terk etmekten başka bir anlama gelir mi?

Durum malum aslında: CHP ya Baykalcı müzmin hayırcılıkla, devletçi uydumculuk uçları arasındaki salınımdan kurtularak yenilenecek, ya da Bonapartist atakların çaresiz izleyicisi olarak kalacak. Soyut adalet arzusundan somut adalet arayışına geçişin ilk adımı Adalet Yürüyüşü idi, ikinci adımı da bu kurultay oldu. Yürüyüş değiştirir. Arayış değiştirir. Konuşma değiştirir. Vitrinde görünen salt söylemci, nutukçu ve ajitatör CHP ile içte, altta fikre, örgütlenmeye, dönüşüme önem vererek arayış içine girmiş CHP’lilerin mücadelesi bu. Parlamentoyu sıfırlayan dokunulmazlık kararına el kaldıran CHP’lilerle “Bu yanlış” diyen CHP’lilerin mücadelesi. Adalet Yürüyüşü ve Adalet Kurultayı, ikincilerin kazanma ihtimalini zayıflatmıyor, aksine güçlendiriyor. Birincilerin zaferi zaten 15 yıldır Erdoğan’ın zaferleri anlamına geliyor.

*

Konu adaletse, hep aranması gerektiğini söyler Jean-Luc Nancy. Platon için sadece adalet adil olabilir, kalanlar belki en fazla pay alabilir ondan. Aramak deyince, Bayezid-i Bistami ile bitirmek en iyisi: “Hakikat aranmakla bulunmaz ancak bulanlar hep arayanlardır.”