YAZARLAR

Bir dinamit lokumu

Madenciler gümüş ve altın madenlerinden çıkıp geldiler, üstleri parlıyor gibiydi ve ellerinde gümüş tozu bulaşmış dinamitler, köylüler üstlerinde hâlâ ‘School Bus’ yazısı olan 1950 model Amerikan otobüsleri ve sırtlarında azıklarıyla indiler, yerli hareketleri her yerden, köylerden, gecekondulardan yerli bayraklarıyla rengarenk ve gençler, çok azı öğrenci ve çoğunlukla işsizler, mahalle komiteleri ve tropik meyve satan 4-5 kadın meyvelerinin üstünü örtüp, o efsane şeyi yaptılar, birlik oldular…

El Alto’daydık. La Paz’ın kenar mahallesi. 4 bin 200 metreydi yüksekliği. İnsanın başını döndürüyordu ama normal geçiyordu günler. Yüksekliğe karşı koka yaprağı çiğniyorduk, doğal gazı satmak isteyen hükümete karşı yol kesiyorduk, otomobil lastikleri yakıyorduk, eğer asker-polis müdahale ederse dinamit lokumları kullanıyordu madenciler –"Nobel ödülü Bolivyalı madencilere" diye yazıyordum ben, dinamiti doğrudan insanlık yararına kullanıyorlardı– bolca tropik meyve yiyorduk ve harika suyunu içiyorduk, toplu halde yerli pazarlarında oluyordu satıcıları ve hepsi kadın…

Akşamları mahalle komitelerinin gecekondularında kalıyordum. Pankart bezlerinin üstünde uyuyordum. Sabaha karşı soğuk oluyordu. Üstüme iki pankart daha çekiyordum. Kamerayı bir kasa dinamitin üstüne koyuyordum. Oda koka yaprağı ve barut kokuyor gibi geliyordu. Kabuğu ile çiğnenmiş kabak çekirdeği tadı vardı kokanın, dinamitin tadını bilmiyorum, denemedim hiç. –12 Eylül öncesi Bostancı’da devrimcilerin çalıştığı bir fırına, içine dinamit lokumlarını koydukları güveç vermişlerdi pişirsinler diye faşistler. Onlar da güveci fırının içine koyarken, suyu az konmuş bunun diye su eklemişlerdi. Patlamamıştı dinamitli güveç. Sonra güveci kimse almaya gelmeyince yiyelim demişlerdi. Zehirlendiler. Yani tadı pek iyi değildi dinamitin sanırım.–

Heyecanlı toplantılar oluyordu. İsyan günleri olduğu için pek uzun sürmüyordu. Daha çok pratiğin grisiydi hava. Güvenli bir yerdi. Mahalleye polis ve asker giremiyordu yani. Evlerin çoğu kerpiçti. Cadde kenarında olanların, caddeye bakan kısımlarını yıkıp, briketten yapan vardı. Daha havalıydı sanırım briket. Hatta bazıları plaza camı gibi renkli camlar da taktırmışlardı ön taraflarına. Esas kerpiç, ön duvarları briket, bazen biraz tuğla soluk kırmızı renkli, ortaya karışık bir şey çıkıyordu. Plaza görünümlü şahindi binalar. Birini gösterip, "Bu çok salakça" dedim Pedro’ya. Tipik bir Aymara yerlisiydi. Eski bir madenci. Gösterilerde dinamit kullananlardan biriydi. Kameraya konuşmak pek istemiyordu. "Hayatım ilginç değil benim" diyordu. "Eskiden yer altında dinamit kullanıyordum, şimdi yukarıda" diyordu. Kasanın üstündeki kameramı kaldırıp, ceplerine dinamit dolduruyordu. Yüzü asıktı hep. –Şili’de anlatmışlardı. Mapuche yerlilerine "neden suratınız hep asık?" diye sormuşlardı. "Size de bir misafir gelmişse ve 800 yıldır gitmemişse sizin de suratınız asık olurdu." diyorlardı. Aymaralar için de aynı olmalıydı.–

Sonra herkes toplanmaya başladı. Madenciler gümüş ve altın madenlerinden çıkıp geldiler, üstleri parlıyor gibiydi ve ellerinde gümüş tozu bulaşmış dinamitler, köylüler üstlerinde hâlâ ‘School Bus’ yazısı olan 1950 model Amerikan otobüsleri ve sırtlarında azıklarıyla indiler, yerli hareketleri her yerden, köylerden, gecekondulardan yerli bayraklarıyla rengarenk ve gençler, çok azı öğrenci ve çoğunlukla işsizler, mahalle komiteleri ve tropik meyve satan 4-5 kadın meyvelerinin üstünü örtüp, o efsane şeyi yaptılar, birlik oldular…

Askerler ve polisler parlamento binasını koruyorlardı ancak. Onların etrafında lastikler yanıyordu. Sürekli sloganlar atılıyordu. "Doğal gazı sattırmayız" ve "Birleşen halklar yenilmez" sloganları uçuşuyordu havada ve bazen dinamit lokumları. Daha çok kolonyal binalar vardı etrafta. La Paz merkeziydi. Yeni binaların çoğu briketti ve plaza camlı. Camlardan barikatlar yansıyordu. Polis ve asker üniformaları, miğferleri ve silahları, rengarenk Aymara bayrakları, çeşit çeşit şapkalarıyla Keçua yerli kadınları, yanan lastiklerin kapkara dumanları ve peş peşe atılmış iki taş… Bir dinamit lokumu uçtu sonra, yanan fitili yansıdı biraz parlayarak sıçraya sıçraya yürüyen ateş, patladı… Tuzla buz oldu plaza camı…

Başımı kaldırdım; Pedro bana bakıyordu. Gülüyordu…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...