YAZARLAR

Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam*

Her geçen gün felaket getirmeye meyyal bir dünya konjonktürünün içinde bütün bir halkın kaderinin tehlikeye atılmaması için, Erdoğan ile karşı karşıya gelmemeyi telkin eden manipülatif anketleri bir kenara bırakıp gerçeklik ile bağı kopmuş sorumsuz tek adam rejimine karşı gerçekliği gerçek bir sesle haykırmaktan başka yol yoktur. Edip Cansever’i hatırlayalım. “Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam.” Hatta şiirin son dizesini da katalım: “Elleri tetikte bütün gazetelerin”.

Sorumsuz bir cumhurbaşkanı istiyorduk evet, referandumda YSK’nın hukuk ile izah edilemeyecek kararına rağmen halkımızın yarısının bunu istediği de ortaya çıktı. Fakat sorumsuzlukla kastımız anayasal bir kurumdu. Birleşik Krallık’ın anayasal birikiminden aktarılan o meşhur sözle, “Kral yanlış yapmaz”. Çünkü yetkisi yoktur. O nedenle sorumsuzdur. AKP lideri Erdoğan kendi istekleri ile referandumda hayır diyenlerin isteklerini bir biçimde birleştirdi: bütün kudrete sahip ama sorumsuz bir cumhurbaşkanı. Bu birleşmenin tek kusuru, sorumsuz sözcüğünün anlaşılmasındaki küçük hata, onu da Türkçenin zenginliğine verelim. Sevgili dilimizin eğlenceli tarafıdır, fakat toplumsallığımızı işaret eden karanlık bir tarafı da vardır dilimizin, ısrarla görülmek istenmese de.

Erdoğan ve AKP bir süredir kendi kaderleriyle Türkiye’nin kaderinin birleştiğini söylüyor. Bu sözü ciddiye almak gerekir. Çünkü Erdoğan’ın gerçek anlamdaki tek vaadidir bu: Kendi kaderini –ki geldiği nokta itibarıyla pek parlak görünmüyor- tüm bir ülkenin kaderiyle birleştirmek. Bütün eril iktidar figürlerinde olduğu gibi ülkeye şöyle demektedir Erdoğan bugün: “Benim sayemde hayattasın, kaderin bana bağlı”. Kendi kaderinin sürüklendiği noktayı ve o noktada ne diyeceğini ise artık herkes görüyor: “Ya benimsin ya toprağın”. Bu korkutucu bir senaryodur, tam da bu yüzden ciddiye alınmalıdır. Kendisinin kaderini beraberindekilerle, özellikle de kendisini efendisi olarak gördükleriyle birleştirmek, onun varoluşunun tek güvencesi haline gelmiştir. Gerçeklikle bağı kalmamış her eril iktidar figürünün yapacağı biçimde, ne şekilde süregelmiş olursa olsun, artık dayanılmaz hale gelmiş bir ilişkiyi karşı tarafa zorla dayatmak istemektedir. Sorumsuzluklarını kudretiyle örtbas etmeye çalışmış bütün eril iktidar figürleri gibi.

RACON KESMEK

Erdoğan bir şey daha söyledi: “Raconu ben keserim.” Bu söz ciddidir çünkü bir hukuk biçiminin adını koymuştur. Racon kesmek, hüküm vermek demektir. Devletin adaleti sağlayamadığı ya da sağlamadığı “mıntıka”larda hüküm veren iktidarlar bulunur. Her mıntıkanın raconunu kesen yasa altı-yasa üstü “reis”ler vardır ve bunlar o mıntıkada en yüksek kudrete sahiptir, yasaların cevaz vermediği her şey bu mıntıkaların kendi hukukunun adı olan raconla yürür.

Bugün bütün ülke tek bir mıntıka haline gelmiştir. Ulusal bir maçta işe geri dönme talebiyle açlık grevine başlamış olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yaşaması talebiyle bir pankart açılır, Beşiktaş taraftarları tutuklanır. Devletin anayasasının hukuk devleti ilkesini getiren 2'nci maddesi, ifade özgürlüğünü düzenleyen 25'inci, 26'ncı maddesi ona karşı işlemez. Muhalefetin en güçlü politik figürü, ülkedeki on kişiden birinin cumhurbaşkanı olarak görmek istediği Selahattin Demirtaş hem de milletvekili iken anayasaya aykırı olarak –tabii CHP’nin desteğiyle- çıkarılmış bir anayasa değişikliği sonucu tutuklanır. Karşısına anayasa ve yasalar ile çıkamazsınız. CHP lideri tutuklanmakla tehdit edilir, bırakın anayasayı, “ülkemizi ne hale getirdiğinin farkında mısın?” gibi naif bir soru bile soramazsınız. Tutuklanan bir Alman gazeteci için Erdoğan’ın kestiği “ben iktidarda olduğum sürece içeride kalacak” raconuna karşı ya bağımsız mahkemeler, ya anayasanın 138'inci maddesi sorusunu soramazsınız. Gülen cemaati hakkındaki bütün gerçekleri, hem de tekmil iktidarın Gülenci olduğu dönemde yazmış gazeteci Ahmet Şık örgüt üyeliğinden tutuklanır, "saçmalamayın" diyemezsiniz. Çünkü ülke tek bir büyük mıntıkadır. Tek hakimi vardır, racon gereği sorumsuzdur. Biçimli bıyıklar, kareli ceketler racon gereğidir. Racon gereği sadece belli cemaatlerin üyesi olursanız kamu görevlisi olabilirsiniz. Buna karşı anayasanın kamu hizmetine girme hakkını düzenleyen 70'inci maddesinin hiçbir hükmü yoktur. Racon böyledir.

Şimdiye kadar raconun böyle devam etmesi bağlamında -müttefik kılınmış olanı bir kenara koyuyorum- hâlâ içeriye atılmamış muhalefetin payını düşündüğümde, Yavuz Turgul’un çektiği Kabadayı filmindeki kendi hukukuna sahip çıkmayanlara karşı kurgulanmış Şener Şen repliğinden başka bir şey gelmiyor aklıma: “Racon bitmiştir, dördünüzü toplasam bir Sürmeli etmezsiniz.” Fakat hâlâ filmin o noktasına gelmedik. Neden mi?

TARİHİ 39'UNCU MUHTARLAR ÇILGINLIĞI

Erdoğan’ın son muhtarlar buluşması tarihi bir toplantıydı. İlişkisini dayatan erkek figürünün çaresizlikten mülhem o ürkütücü nüktedanlığını bütün zarafetsizliği ile ortaya koydu. Bir milyonluk tuvaletlerden, atletli Kılıçdaroğlu fotoğrafına, "OHAL’i kaldırdık da ne oldu"dan komünist düşmanlığına, "demokrasi elli artı birdir"lere kadar geliştirilen bütün söylem iktidarın acizliğinin göstergesiydi. Bu nedenle ciddiye alınmalıdır. Muhalefetin görmesi, ciddiyetle görmesi gereken bu zafiyettir.

Ülkenin tek kişinin sorumsuzca racon kestiği bir mıntıka olmaktan çıkarılması için geliştirilecek muhalefet stratejisi artık kendini dayatan şekilde bir an önce gerçekliğe dönmektir. Her geçen gün felaket getirmeye meyyal bir dünya konjonktürünün içinde bütün bir halkın kaderinin tehlikeye atılmaması için, Erdoğan ile karşı karşıya gelmemeyi telkin eden manipülatif anketleri bir kenara bırakıp gerçeklik ile bağı kopmuş sorumsuz tek adam rejimine karşı gerçekliği gerçek bir sesle haykırmaktan başka yol yoktur. Edip Cansever’i hatırlayalım. “Bir adam kendi tiyatrosunda, tamam.” Hatta şiirin son dizesini da katalım: “Elleri tetikte bütün gazetelerin”.

Yüz elli bine yakın yurttaşın terörist olmadığını kanıtlamak için devlete dilekçe verdiği, taraftar gruplarının kriminalize edildiği, pazardan altmış yaşındaki ninelerin terörist diye toplandığı bir sürrealliğin içinden gerçekliğe dönmek, adil seçimi güvenceye alacak önlemlerin mücadelesini vermek ve bunun ağır sorumluluğunu üstlenmeyi gerektirir. Ülkeye ve seçmene bir vitrin değil, zihinlerde somutlaşan yeni bir ülke imgesi sunmayı ve bunun yükünü taşımayı gerektirir. Kader birliğine zorlanarak iğdiş edilmiş halkın gücünü ortaya çıkarmayı göze almayı gerektirir. Bunları yapabilmek için de bütün mıntıkalarda raconun yerini hukukun güvencesinin alacağı bir iktidar perspektifinin oluşturulması gerekir. Bu iktidar perspektifi, halkın kendisinden çalınan gücünü ona geri kazandırmaktan başka hiçbir şeye dayanamaz. İhtiyaç, kendini ilişkide dayatan eril iktidarın aczini yüzüne vurmaktan başka bir şey değildir; medeni bir boşanmanın olası formülü budur.

*Edip Cansever, Şey Şey Şey ve Şeylerden. Fazıl Say bestesiyle, Serenad Bağcan yorumuyla dinlemenin verdiği hazzı herkesin almasını isterim.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.