YAZARLAR

Biçare!

Bir taraftan ABD’yi dengelemek için çaktırmadan Ruslara kapılarını açan Bağdat yönetimi diğer taraftan İran’ın gölgesinde kalmamak için Suudi Arabistan üzerinden Arap Birliği ile bağlarını güçlendirmek istiyor. Iraklı aktörler bu yaklaşımla Şii ve Sünni dünya arasındaki gerilimleri de emebileceklerini düşünüyor.

Son zamanlarda iktidara yakın gazeteler, AkSaray’ın havasına uygun olarak “İran Şii hilali kuruyor”, “İran’ın hedefi Akdeniz’e kadar koridor açmak” ve “İran Mekke’yi vuracak” kabilinden epey senaryo üretti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Körfez’e uzanırken Pers yayılmacılığına dikkat çekmesi de rutine bindi. Körfez’in ağabeyi Suudi Arabistan’ın gönlünü hoş tutmak öncelikliydi tabii. Onun için bir ara Yemen’deki savaşın sözcülüğüne de soyunmuştu, gönüllü olarak, meccanen!

Şimdi “Kürt’ün hesabını dürme” adına İran müttefik oluverdi. 1979’dan bu yana ilk kez bir İran Genelkurmay Başkanı Ankara’da üst düzeyde ağırlandı.

Suriye’de ayağı yere basmayan senaryolarla top çeviremez hale gelince; Irak’ta Kürtler bağımsızlık referandumunda ısrar edince; Suriye tarafında Kürtler artan oranda ABD’ye yaslanınca ve İdlib’e yönelik olası bir harekatta Kaide ilintili onbinlerce savaşçının Türkiye’ye gireceği kaçınılmaz hale gelince iki ülke arasında şöyle bir anlayış hasıl oldu:

Kürtlere ortak cepheye oluşturulmasına karşılık Suriye ordusunun kuzeyi kontrol altına almasına izin verilmesi.

Film şeridini az geri saralım; Suriye ve Irak’ta ‘Sünni’ alternatif yaratmak Ankara ve Riyad yakınlaşmasındaki temel motivasyondu. Fonda İran karşıtlığı vardı. Astana sürecinden beri Ankara mecburen bölgesel sorunların çözümünde Tahran’a yaklaşırken, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’ın nüfuz savaşı verdiği Irak ilginç gelişmelere sahne oluyor. Türkiye’nin Sünni hassasiyete bandırılmış politikalarla kaybettiği Irak’ta Suudi pabucuna yer açılıyor.

***

8 Ağustos’ta İran’ın Irak’taki nüfuzundan rahatsız olan ve ‘Irak’ kimliğini öne çıkaran Şii din adamı Mukteda el Sadr’ın Suudi Arabistan ziyaretinin anlamını yazmıştım. Suudiler, 1990’da Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine ilişkileri kestikleri Irak’ın 2003’deki Amerikan müdahalesiyle yeniden kendilerine döneceğini umuyordu. Irak’ın İran ile ABD arasında bir kıskaçta kalması Suudilerin beklentisini boşa çıkarttı. Bu yüzden Suudiler bir yandan yeni Irak’a diplomatik tecrit uygularken diğer yandan bir vekalet savaşı kurgusuyla Sünni isyanını körüklemişti. Suudilerin Irak’ta ne yaptığını en iyi özetleyen (eski) Suudi İstihbarat Şefi Bender bin Sultan’ın IŞİD’le ilgili itirafıydı. Sultan 2014’te dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’ye “DAİŞ sizin Davet’e (iktidardaki Şii parti) verdiğiniz desteğe bizim (Sünni) yanıtımızdır” diyordu.

İngiliz dış istihbarat servisi MI6’in eski şefi Sir Richard Dearlove da, 2014’te Royal United Services Institute’te Suudi Arabistan ve Katar’ın IŞİD’in palazlanmasındaki rolünü anlatırken Bender bin Sultan’ın kendisine şöyle dediğini aktarıyordu:

“Ortadoğu’da insanların ‘Tanrı Şiilere yardım etsin’ diyeceği zaman yakındır Richard. 1 milyarı aşkın Sünni onlar için yeter de artar.”

Suud’un yanıtı bölgeyi cehenneme çevirirken önlemek istedikleri İran’a da yeni nüfuz ve operasyon kanalları açtı.

Şimdi IŞİD kaçınılmaz çöküşü yaşıyor; haliyle Suud’un hayalleri de çölün tozuna karışıyor. Sadece Irak ve Suriye’de değil Suudilerin (CIA’in yardımıyla) Lübnan’da silahlandırıp eğittiği selefi cihatçılar da Lübnan ordusu ve Hizbullah’ın ortak operasyonuyla dağılıyor.

İşte bu dehşet politikasından sonra şimdi Suudilerin başka bir şeyi denemesi lazım. İçinde barındırdığı desiseleri umursamazsanız ve mideniz kaldırırsa bu yeni yönelime “Şefkat politikası” da diyebilirsiniz.

***

Suudilerin şefkat politikasıyla hedefi, IŞİD’le kazanamadıkları Irak’ı ikili ilişkiler ve yardımlarla kazanmak. Irak’ı kazanmak iki boyutlu bir strateji. Kazanmaktan kasıt hem Irak’ı İran’dan uzaklaştırıp ‘Arap Kalbi’ne döndürmek hem de Sünnilere sahiplenerek hamilik payesini yeniden elde etmek.

Sünniler IŞİD’e teslim edildiklerini ve ortada bırakıldıklarını düşünüyor. Suudiler savaş sonrası yeniden inşa projelerinde kesenin ağzını açarak Sünnileri tekrar kendi nüfuz potasına sokmak istiyor. Basitçe Bağdat’ı tecrit ederek değil Bağdat’ta var olarak Sünnilerin iktidardaki yerlerini sağlamlaştırabileceklerini düşünüyorlar. Irak’ta yeni nüfuz kanallarının açılması 2018’te Sünni cephenin örgütlenmesi açısından önemli.

Stratejinin diğer kritik ayağında İran’ın nüfuz alanını daraltmak var. Çok ilginç bir şekilde Suudiler, Sünni bölgelerde değil de Şiilerin kutsal kenti Necef’te konsolosluk açmak ve Basra’da hastane inşa etmek niyetindeler.

Biraz da yakınlaşmanın içeriğine bakalım. Irak açılımı, Suudi Dışişleri Bakanı Adil el Cübeyr’in şubattaki Bağdat ziyaretinden beri konuşuluyor. Bu ziyareti Irak Başbakanı Haydar el İbadi’nin hazirandaki Riyad ziyareti izledi. İbadi bu şekilde Irak’ın Arap dünyasına dönüş arzusunun en çıplak göstergesiydi.

İranlıların adamı olarak görülen Irak İçişleri Bakanı Kasım el Araci’nin temmuzda, Petrol Bakanı Cabbar el Luaybi’nin geçen hafta Riyad’a yaptığı ziyaretlerle teknik çalışmalar hızlandı. Petrol, enerji endüstrisi, madenler, teknoloji, yatırım, tarım, ticaret ve bankacılık alanlarında yapılacak anlaşmaların altyapısını oluşturmak üzere bir ortak koordinasyon komitesinin kurulması kararlaştırıldı.

İlk etapta 27 yıldır kapalı olan sınır kapıları açılacak. 814 kilometrelik sınırda yedi kapı var. Ağustos başında Arar kapısı hacıların geçişi için kullanıldı. Kuzey Sınırları Bölgesi Valisi Prens Faysal bin Halid bin Sultan sınırda hacıları bizzat karşıladı. Arar, Camima sınır kapısıyla birlikte yakında ticarete açılacak. Uzun vadede hedef tüm kapıları açmak. Sınırda kaçakçılığı önlemek için ortak koordinasyon merkezi kurulacak. Tren bağlantısının kurulması da gündemde. Bu şekilde Irak pazarında İran’a Suudi malları rakip çıkacak!

***

Yeni Veliaht Prens Muhammed bin Sultan’ın pragmatist yaklaşımı bu açılıma ivme kazandırmışa benziyor.

Muhammed bin Sultan iki yıl önce savunma bakanı sıfatıyla Yemen’e savaş açarken bir kahraman olarak babasının koltuğuna en yakın yere oturabileceğini düşünüyordu. Artık Veliaht Prens olduğuna göre Yemen bataklığında ısrar etmesine gerek kalmadı. Geçen hafta Birleşik Arap Emirlikleri’nin Washington Büyükelçisi Yusuf el Uteybe ile ABD’nin eski İsrail Büyükelçisi Martin Indyk arasındaki e-postalar basına sızdırıldı. 20 Nisan’da gerçekleşen yazışmalara göre Indyk, Muhammed bin Salman’ın kendisi ve eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephan Hadley’ye Yemen savaşına son vermek istediğini söylediğini aktardı.

Elbette Yemen savaşını bitirmek Irak’la yeni bir başlangıcı kolaylaştırabilir. Çünkü Yemen’i korkunç bir trajediye sürükleyen savaş, Şii dünyada büyük bir öfke kaynağı.

***

İki ülke arasındaki yakınlaşma ABD’nin tercihleriyle uyumlu. ABD, Irak müdahalesinin ardından İran’a yakın partilerin iktidara gelişini önleyemeyince züğürt tesellisi olarak Şii Fars’a karşı Şii Arap’ı konuşlandırabileceğini düşünüyordu. ‘Direngen’ Şii eksenine karşı ‘edilgen’ Şii bariyeri! Denklem buydu. Bu yüzden Amerikalılar Suudilerin Bağdat’ı tecrit politikasını anlamsız buluyordu. ABD Başkanı Donald Trump da İran’ı durdurmayı Ortadoğu siyasetinin mihengine oturduğuna göre Irak’ı Suudi Arabistan’a yaklaştırmak ve böylece Şiileri Şiilerle dengelemek Amerikalıların pek hoşuna gidecektir. Bunlar Amerikan-Suud ekseninin değerlendirmesi ve beklentisi.

Irak tarafının da mülahazaları olmalı. Bir taraftan ABD’yi dengelemek için çaktırmadan Ruslara kapılarını açan Bağdat yönetimi diğer taraftan İran’ın gölgesinde kalmamak için Suudi Arabistan üzerinden Arap Birliği ile bağlarını güçlendirmek istiyor. Iraklı aktörler bu yaklaşımla Şii ve Sünni dünya arasındaki gerilimleri de emebileceklerini düşünüyor. İbadi, Riyad’a giderken “Her hangi bir eksenin parçası olmak istemiyoruz” demişti. Ancak hayal kurmaya da gerek yok. İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan ekseninde kazanan pozisyonda olması; buna karşın Riyad’ın Trump yönetimiyle birlikte İran’ı durdurmak için daha agresif ve çok boyutlu bir strateji izlemesi Irak’ın emebileceğinden çok daha fazla gerilim üretmeye devam edecektir.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.