YAZARLAR

Adını ağzınıza alın artık

Söz konusu yönetmelik 26 Temmuz 2016 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmişti. Adalet Bakanlığı'nca hazırlanmış "Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan hükümlü olanlara uygulanacak tedavi ve diğer yükümlülükler" hakkındaydı. Yönetmeliğe, dayanak gösterilen İnfaz Yasası madde 108'de yer alan “tedavi” kelimesinin, kimyasal hadım olarak kabulü, hukuki açıdan sorunlu alanlarından sadece biriydi. Hem hukuk hem şiddetle mücadele ilkeleri açısından sorunlu bu yönetmelik. İptal edilmeliydi. Edildi de ama…

Kamuoyunda bilinen adıyla kimyasal hadım yönetmeliğinin kendisi kadar iptal kararının içeriği ve Danıştay’ın iptal kararının haberleştirilme biçimi de sorunlu. Eril şiddetle mücadeleyi zorlaştıran sorunlar içeriyor hepsi de. Daha açık bir söyleyişle cinsel suçların, eril şiddet türlerinden biri olarak isimlendirilmeyişi ve bu çerçevede eril şiddetin topyekun politik bir tavır olduğunun dile getirilmeyişi, şiddetle başa çıkmayı zorlaştırmakta. Adını doğru koymadığınız ya da adını bile ağzınıza alamadığınız bir sorunu çözemezsiniz çünkü.

Cinsel şiddet dahil olmak üzere tüm eril şiddet biçimleri, eşitsiz güç ilişkisinden kaynaklanan hegemonik tutumun görünen yüzü. Oysa yönetmelik, şiddetin kökenini görmezden geldiği gibi cinsel şiddeti, suç değil de hastalıkmış gibi görüp, cinsel gücün veya dürtülerin geçici olarak baskılanması olan kimyasal hadımı tedaviymiş gibi gösteriyordu. Şiddetle mücadeleyi zorlaştıran yönetmeliğe yayınlandığı zaman çok itiraz gelmişti.

Söz konusu yönetmelik 26 Temmuz 2016 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmişti. Adalet Bakanlığı'nca hazırlanmış "Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan hükümlü olanlara uygulanacak tedavi ve diğer yükümlülükler" hakkındaydı. Yönetmeliğe, dayanak gösterilen İnfaz Yasası madde 108'de yer alan “tedavi” kelimesinin, kimyasal hadım olarak kabulü, hukuki açıdan sorunlu alanlarından sadece biriydi. Geçen yıl 13 Ağustos tarihli ve Gazete Duvar'daki ilk yazımda “OHAL’de kimyasal hadım çare değil” başlığıyla görüşlerimi yazdığım için şimdi ayrıntılara girmeksizin hatırlatmakla yetineyim. Hem hukuk hem şiddetle mücadele ilkeleri açısından sorunlu bu yönetmelik. İptal edilmeliydi. Edildi de ama…

İPTAL HÜKMÜ DE SORUNLU

Danıştay 10'uncu Dairesi yönetmeliğin ilgili maddesine ilişkin yürütmeyi durdurma kararıyla iptal hükmü verirken anayasayı dayanak göstermiş. Cinsel suçların, “hegemonik erkeklik” olgusuyla ilişkisini hiç kurmamış yargı metni. İptal kararındaki sorunun temeli bu. Hukuk açısından sorunun kökenine inilmeyişi, konuya böyle bakılmayışı yabancımız değil o nedenle şaşırmıyoruz ama her fırsatta vurgulamak da boynumuzun borcu. İptal kararının da hukuk metni olarak somut kriterlere dayanması beklenirdi. Anayasanın 17'nci maddesine dayanılarak “vücut bütünlüğü” açısından konuya yaklaşılmış ve gerekçelendirilmiş olması affedilmez bir hata. Şimdi idare yani bakanlık iptal hükmüne itiraz ederek, tam da bizim en baştan itibaren çözüm değil derken belirttiğimiz “geçicilik” durumununu gerekçe olarak gösterebilir. Adalet Bakanlığı “bu işlem fiziksel değil kimyasal, vücut bütünlüğüne zararı yok ve etkileri de geçici” mealinde bir savunmayla iptal hükmüne itiraz eder ve haklı bulunursa şaşırır mıyız? Tabii ki de hayır. Niye şaşıralım ki idare ile yargının sorunun kaynağını gizlemek için etrafında dolanıp, paslaşarak, eril şiddeti süreğenleştirmesinin ilk örneği olmayacak. Basın desteği de yanlarında zaten.

HABERLEŞTİRME DE SORUNLU

Yazının başında link verilen haber içeriği de ilaç niyetine bir cümleyle hadi geçelim cümleyi tek bir sözcükle gönderme yaparak bile sorunun kökenine değinmemiş. Şiddetle mücadele alanında çalışanların görüşlerine, kadın ve çocuk hakları savunucularına yer verilmemiş haberde. Hatta Danıştay’a iptal başvurusu yapan Psikiyatri Derneğinden Prof. Dr. Ömer Böke’nin önemli tespitine açıklık getirmeye ihtiyaç duymamış haber. Şiddetle mücadele açısından temel itiraz nedenlerimizden birine değinmiş aslında Böke. “Ayrıca yönetmelik bütün cinsel suçların hastalık olarak kabul edilebileceği tehlikesini de beraberinde getirdi. Ancak hastalık olarak kabul edilebilecek cinsel suçlar, bütün cinsel suçlar içerisinde çok az bir paya sahip.” Gazeteci bu yerinde ve konumuz açısından can alıcı mahiyetteki tespitin üzerine gidip akademisyen görüşünü derinleştirmeye hiç yönelmemiş. Sığ sularda kalmış yine eril şiddet hakkındaki idare-yargı çatışması haberi. Peki siyaset, siyasi partiler, milletvekilleri bu konuda ne yapmalı? Gönlümden geçen, aklıma takılan soruları, yazılı soru önergesiyle adalet bakanına yöneltmeleri.

Hukuka aykırılığı bu kadar belli ve iptali kuvvetle muhtemel bir uygulamayı bir yıl önce iktidar neden başlattı?

Hesap sorulmalı!

Yönetmelikle kimler kurtarıldı? Kaç tecavüzcü yönetmeliğin yürürlükte kaldığı bir yılı aşkın süre içinde kimyasal hadım aldatmacasıyla salıverildi?


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.