YAZARLAR

Taksimetre kime yazıyor?

Taksicilerin güvenliği, geliri, devletin alacağı vergi… hepsi çok önemli. Tamam. Ama peki biz yolcuların güvenliği ve konforu ne olacak? Kavgasız gürültüsüz, temiz pak bir yolculuğun hiçbir garantisi yok ve Taksi bugün mecbur kalmadıkça binmediğimiz bir araca dönüşmüş vaziyette. Üstelik bu durum kimin umurunda, belli değil!

Taksi, İstanbul’da mecburiyetten kullanılan bir vasıtadır. Bu lafı Twitter’dan paylaştığımda sadece taksicilerin tepkisini çekmiştim. Çünkü bütün İstanbullular ne demek istediğimi biliyordu. Bir zamanlar daha hızlı, daha rahat, daha garantili ulaşım için bindiğimiz taksiler, uzunca bir süredir bu şehirde güvensiz, konforsuz ve gerilimli bir yoluculuk anlamına geliyor. Ve ancak toplu taşımanın olmadığı bir yer ve saatte seyahat ediyorsanız, tek seçenek o olduğu için taksiye biniyorsunuz.

Şimdilerde İ-Taksi uygulaması tartışılıyor. Arabaların içine konacak kameraların özel hayatı ihlal etmesi açısından konuşuldu en çok. Bu haklı bir endişe, evet. Ama mesela aldığımız hizmetin kalitesini ne kadar ve nasıl artıracak; bu belirsiz. Taksiciler için işin güvenlik yanı önemli. Hala gaspçılar taksi şoförleri için büyük tehdit. Ama onlar da uygulamaya şüpheyle bakıyor. Kendileriyle konuştuğunuzda, esas amacın şoförleri kayıt altına almak, kazandıkları üç kuruşu da vergilendirmek olduğunu anlatıyorlar. Her şoförün kendisini tanımlayarak sistemi aktif hale getiriyor. Böylece kimin nerede ne kadar çalıştığı ve ne kadar kazandığı da belli olacak. Peki bu mekanizma şoförlerin kalitesini de denetleyecek mi? Mesela sisteme kayıt olanlar eğitimden geçirilecek mi? Ya da kayıt dışı şoförlerin, başkası adına araçları kullanması nasıl engellenecek? Yoksa bu sistem yeni bir taşeronlaşmayı mı getirecek?

İstanbul Belediyesi İ-Taksi ile BiTaksi, Uber gibi uygulamalara da bir alternatif getiriyor. Yola çıkıp beklemek yerine akıllı telefonla en yakın arabayı çağırmak artık en pratik yol. Uber gibi uluslararası uygulamaların denetlenebilirliği meselesi, ‘milli’ yanı vurgulanan bu tür yeni yazılım ve uygulamalarla aşılmaya çalışıyor. İ-Taksi’nin tanıtımlarını incelediğinizde işin en önemli yanının ‘ödeme ekranı’ olduğunu görüyorsunuz. İsterseniz İstanbulkart ile isterseniz kredi kartı ya da nakit ile ödeme yapıyorsunuz. Böylece tüm ticari faaliyet de kayda geçiyor. Tanıtım bültenlerinin en sonlarında bir yerlerde ise şoförlerin puanlanacağı böylece ‘hizmet kalitesinin ve mesleki standartların yükseltileceği’ söyleniyor… İşte beni en çok bu ilgilendiriyor.

İstanbul’da 17 bin 395 taksi var. Her halde bunun en az üç katı da şoför vardır. Ama tam rakamın bilindiğini sanmıyorum. Çünkü biz müşterilerin temel meselesi, taksi şoförlüğünün ehliyeti olan herkesin yapabildiği bir iş olarak görülmesi. Bir keresinde Ortaköy’den binip Taksim’e gitmek istediğim bir arabanın şoförü benden yolu tarif etmemi istemişti. Biraz muhabbete girince, askere gideceği için tekstildeki işinden ayrıldığını, birliğe teslim oluncaya kadar üç hafta da takside çalışmaya karar verdiğini anlatmıştı…

İstanbul’da ya da başka bir kentte taksi şoförü olmak için bir eğitim alındığını, şoförlerin ve taksilerin kalite yönünden denetlendiğini ne duydum ne de gördüm. Oysa en iyi marka otomobillerin taksi yapıldığı, şoförlerin çalıştıkları kentin bütün sokaklarını ezberledikleri zorlu sınavlarla ruhsat alabildiği Batı kentleri birer efsane değil, gerçek. Ama nedense Türkiye asla bu yönde ilerleyemiyor. Bırakın yolları iyi bilmeyi, bugün herkesin elinin altındaki Yandex ya da Google navigasyon gibi uygulamaları kullanan bir taksici bile görmedim ben. Yolu siz bilmek, siz karar vermek zorundasınızdır. En iyisi de her zaman bildiğin yoldan gitmektir…

Taksi şoförü kişisel temizliğine, kılığına kıyafetine, haline tavrına özen göstermez. Çok hızlı gittiği, ani frenler, sert dönüşler yaptığı için arka koltuktaki yolcunun rahatsız olduğunu aklından geçirmez. İnsan ya da bir çuval patates taşımak arasında fark yokmuş gibi davrananlarla çok sık karşılaşırsınız. Onların istediği müziği istediği ses yüksekliğinde dinlersiniz, telefon konuşmalarına kulak misafiri olur, önde oturuyorsanız mesajlarını bile okuyabilirsiniz… Trafikte söylenmelerine hatta kavga etmelerini sineye çeker, ‘iyi ki karşıdaki şoför ben değilim’ diye şükredersiniz…

Bozuk paraları olmaz, fiş isteyince canları sıkılır. Hele yakın mesafeye ya da trafiği yoğun yere gidiyorsanız, hiç şansınız yok. O arabaya binemezsiniz bile. Kazara bindiyseniz de kavga etmeden inemezsiniz… Araçların hali ise ayrı alem. Taksi sahipleri için de bu otomobiller ‘perti çıkıncaya’ kadar kullanılacak birer demir yığınıdır. 1.5 milyon lira değerinde plakayı, 20-30 bin liralık otomobillere asarlar. Neticede koltukları çökmüş, lekeli, amortisörleri patlak, içi kötü kokan, kliması çalışmayan, paspasları yırtık pırtık, hatta bazen kaportası bile eğri büğrü araçlarla seyahat ederiz. Bu arabaların freni, motoru ne kadar sağlam ve sağlıklıdır, o ayrı mesele... Yani Allaha emanet bir durumdur taksiye bindiğimizde yaşadığımız.

Ve bu durum yıllardır böyle. Hatta, son yıllarda Türkiye’nin sinirleri gerildikçe, şoförlerin de daha tavizsiz olmaya başladığını düşünmeye başladım ve işte o günlerden birinde taksiyi kafamda ‘mecburiyetten binilen bir araç’ ilan ettim.

Evet bazen çok kibar, işini çok iyi yapan, yani en kısa yoldan en konforlu şekilde sizi gideceğiniz yere götüren taksicilerle de karşılaşırsınız. Sohbeti size göre ayarlayan, bu güler yüzlü şoförlerden biri karşınıza çıktığında sevinir, ona minnet duyarsınız. Aslında sıradan olması gerekenin istisnaya dönüştüğü bir durum bu. İstanbul’daki on binlerce şoför arasında böyle belki bin kişi vardır. Yani yüzde beş, on… Dolayısıyla yukarıda anlattığım profil ne yazık ki taksicilerin genelini oluşturuyor ve işte bunun azınlığa düşmesi için birilerinin bir şeyler yapmaya başlaması gerekiyor. Ama acaba kim ne kadar farkında meselenin? Taksicilerin can güvenliği de kazancı da önemli. Nitekim Taksiciler Odası bu konularla ilgileniyor, taksimetreler daha yakın bir tarihte yeniden düzenlendi. Peki Tüketici Dernekleri, onlar bizim için ne yapıyor? Ya da yerel yönetim?

Aslında yerel yönetimin yaptığı en iyi şey toplu taşımayı geliştirmek oldu. Son yıllarda metronun yaygınlaşması, facia kalabalığına rağmen metrobüs, inanılmaz maliyetlerine rağmen üçüncü köprü, tüp geçitler… kentte mesafeleri kısalttı. Artık İstanbul’da bir uçtan bir uca gitmek o kadar da imkansız değil. Çevre semtler merkezle, Anadolu ve Avrupa yakaları birbirlerine çok daha yakınlaştı. Bunun ekonomik ve toplumsal sonuçları ayrıca bir konu. Fakat mesela metro vagonlarının da hatta içinde tek tek durakları anons eden kliması çalışan otobüslerin de eskisinden çok daha konforlu olduğunu söylemeliyiz. Eğer işe gidiş geliş saatlerinde binmediyseniz, toplu taşım araçları kesinlikle taksilerden daha konforlu bir yolculuk sunar size. Daha temiz, daha hızlı, daha kontrollü. Bana öyle geliyor ki bugün taksinin bize sunduğu tek avantaj, ‘oturarak gitme garantisi’nden başka bir şey değil. Üstelik toplu taşımadan kat be kat pahalı olmasına rağmen…