YAZARLAR

Bebek gibi konuşmayınız, konuşanları uyarınız

Aşk, arkadaşlık, iş ilişkisi fark etmez. Altında yatan sebep ne olursa olsun, akıllı fikirli bir insan, neden başkası olmaya ihtiyaç duyar, çözemiyorum. Başkası olduğu zamanlarda, kendisi nereye gider? Ne zamana kadar başkası olarak davranabilir? Başkası olmaktan yorulduğunda, o ilişkiye ne olur?

“Her canlı, bebek gibi konuşan bir yetişkinle karşılaşacaktır” şeklinde bir teorim var. Bugüne kadar, etrafınızda bebek gibi konuşan biri olmadıysa, şanslısınız. Ailenizi, arkadaşlarınızı, işinizi ve ilişkinizi değiştirmeden, yolunuza devam edin.

Ben çok şanslı değildim. Çeşitli zamanlarda, bebek gibi konuşan insanlarla karşılaştım ve hepsine aynı yoğunlukta sinir oldum. “Normal, aklı başında olduğu varsayılan, kocaman bir insan neden bebek gibi konuşma ihtiyacı hisseder?” diye de sormadım hiç. Hayatta başka bir derdim yokmuş gibi, son derece peşin hükümlü ve hiç de olgun olmayan bir şekilde, doğruca sinir oldum.

Sinir ediyor çünkü.

Uçakta ya da otobüste, arkanızda oturan yolcunun koltuğunuzu tekmelemesi, kapıyı tuttuğunuz birinin, kapıdan geçerken domuz gibi bakıp teşekkür etmemesi, insanların ağızları açık ve “çıt çıt” sesi çıkararak sakız çiğnemesi, hızla bir şey keserken, bıçağın tabağa temas etmesi, bulaşığı bitirdiğinizi sandığınız an, tezgahtaki kirli tavanın size göz kırpması, kâsede kalan bütün fıstıkların kapalı çıkması, uyurken sivrisineğin kulağınızın dibinde vızıldayıp durması gibi...

Öldürmüyor ama sinir ediyor.

Yetişkin olup da bebek gibi konuşmak, kolay bir iş değil aslında... Gözler iyice açılacak, kaşlar havaya kalkacak, dudaklar büzülecek, kafa sağa doğru hafifçe eğilecek. Normalde bebeklerin kullanmadığı saçma sapan kelimeler, incecik bir sesle ortaya dökülecek. Buna, ara ara omuz silkmeler ve titreşimli kirpikler de eklenirse, daha başarılı olmak mümkün.

Bebeklerle (ve küçük çocuklarla) “Ay oy homini momini...” diye konuşulur bazen. Buna bir itirazım yok.

Araştırmalara göre, bebekler annelerinin “bebekçe” kelimelerini ve o tiz ses tonunu daha fazla algılıyormuş. Kelimenin anlamını bilmeyen bebek, ses tonundaki duyguyu anlıyormuş çünkü. Normal konuşunca tepki vermeyen bebek beyinler, “bebekçe”yi duyduklarında ön loba doğru hızlı bir kan akışı başlatıyormuş.

Kedi, köpek gibi hayvanlarda da durum aynı. Her kelimeyi anlamasalar da ses tonundan ve mimiklerden, mesajı alıyorlarmış. Mesela, bir köpeğe güzel bir şeyi, kurumsal bir tonda söylerseniz, anlamıyormuş. Aynı şeyi, abartılı mimikler ve ince sesle söylerseniz, kuyruğunu fıldır fıldır sallıyormuş.

Peki, koca koca insanlara ne oluyor? Neden karşılarında bir bebek ya da köpek yokken, böyle konuşuyorlar? (Evet, yıllardır sormadığım soruyu, nihayet sordum.)

Bebek gibi konuşma işini, erkekler de kadınlar da yapıyormuş. (Üzülerek söylüyorum, kadınların yapma oranı, erkeklerden daha fazla.)

Boston Üniversitesi’nden Profesör Jean Berko Gleason, bu durumun, konuşmanın duygusal boyutundan kaynaklandığını söylüyor. Bir psikolinguist (ve benden daha iyi kalpli bir insan) olduğu için de gayet normal karşılıyor.

Sevgiyi, ilk olarak, anne babalarımızdan öğreniyormuşuz. Kafamızdaki “sevgi dolu ve güvenli ilişki” tanımı, çocuklukta beynimize kazınıyormuş. Bebek gibi konuşmak, çocukluk anılarıyla köprü kurma, çocukluktaki o “saf” sevgiyi ve nefis duyguları, yetişkin ilişkiye taşıma ihtiyacıymış. Bilinçli yapılan bir şey değilmiş.

Şu anda tasvir etmeyi tercih etmediğim tipte ve karakterdeki bazı insanlara “bebeğim” denmesi de biraz bu yüzdenmiş.

Bir de hormonlar var tabii. Anne-bebek bağı oluştuğunda salgılanan; aşırı haz veren, ayakları yerden kestiren birtakım hormonlarla mutlu ilişkilerin sevgi, güven (ve bazen zevk) dolu anlarında salgılanan hormonlar aynıymış.

Merdith Bombar ve Lawrence Littig tarafından yapılan bir araştırmaya göre de bebek gibi konuşmak, insanlar arasındaki duygusal yakınlığın işaretiymiş. Çiftlerin kendi aralarında kullandıkları garip garip sesler ve oluşturdukları yeni dil, saçma sapan deyimler, lakaplar filan, ilişkiyi benzersiz ve daha özel kılıyormuş. (Araştırmada “garip garip” ve “saçma sapan” dememişler. Bilime katkı olsun diye ekledim.)

Bombar ve Littig Raporu, bebekçe konuşma (ve davranma) işinin, yüzde 68,3 oranında romantik ilişkilerde yapıldığını söylüyor.

Benim anlayamadığım konu şu: Bebek gibi konuşarak, ilişkiye gerçekten daha fazla yakınlık, şefkat, özen, duygu getiriliyorsa, taraflardan biri bebek, diğeri de anne ya da baba rolünü üstlenmiş olmuyor mu? Bir taraf, öbür tarafı bebek gibi görerek mi arzuluyor yani? Burada ciddi bir sorun yok mu?

Eğer bebekliğinizdeki mutlu hislerinizi ilişkinize taşımak için bebek gibi konuşuyorsanız, karşınızdakine “Benim ebeveynim ol” diyorsunuz yani. Sonra o ebeveyn gibi davranınca “Yaa, ne biçim ilişki bu ama!” diye kızıyorsunuz. Kızınca küsüyorsunuz. Küsünce böyle tam göbişkonuzun oralara ağrılar giriyor. Tam bin milyon tane şişko ayıcıklı şeker de yeseniz, geçmiyor pis. Aslında siz sadece birazcık ilgi istiyorsunuz ki. Çünkü çok seviyorsunuz ki. Aklınızı çıldırıyorsunuz aşkınızdan değil mi?

Bunu kimseye duyurmadan yapıyorsanız, beni ilgilendirmez. Kimseyi ilgilendirmez. Bal böceğiniz, tontişiniz ya da kocişkolatanız da buna razıysa ve mutluysa, sorun yok. Kapınızı iyice kapatın ki, bebekçe konuşmalarınız dışarı sızmasın. Masum, korunmaya muhtaç, gerçekten (ama gerçekten) çok şirin halinizle kapalı kapılar ardında uslu uslu oturun.

Belki de karşınızdaki, bu davranışlarınızdan hoşlanmıyordur ama (o kadar kırılgan ve bebeksiniz ki) sizi üzmemek için söyleyemiyordur. Belki de bütün ilişkilerinizin güzel başlayıp aniden bitmesinin, sevgilinizin koşarak kaçmasının sebebi budur. Bilemiyorum.

Ben, bebek gibi konuşanlarla daha çok iş hayatında karşılaştım. Genellikle insanlar, güvensiz hissettiklerinde, ilgi beklediklerinde, ifade etmekte çok rahat olmadıkları konularda konuşurken, söylediklerinden emin olmadıklarında, sorumluluk almak istemediklerinde ve karşıdakinden bir iyilik isterken bu yöntemi tercih ediyor.

Eskiden çalıştığım bir reklam ajansında, böyle bir kadın vardı. En topuklu ayakkabıları, siyah pantolonu ve ceketiyle hızlı hızlı yanımıza yaklaşıp gözlerini açar ve “Tatlılaaar! Bu gece çalışcaz çünkü müşteri yarın sunum istiyor. Amaa size çok süper mamalar ısmarladım. Onları ham yaptıktan sonra konuşçaz” derdi mesela.

Bir gün ona “Neden böyle konuşuyorsun?” diye sordum. “Çünkü çok sevimli oluyorum ve herkese bütün işlerimi yaptırıyorum. Tatsız işlere, tatlandırıcı katıyorum” dedi. Sonra bana, içinde Marilyn Monroe ve onun bebeksi ses tonunun seksiliği geçen cümlelerle tavsiyeler verdi. O an benim dilim tutulduğu için, konuşmaya devam edemedim.

Aşk, arkadaşlık, iş ilişkisi fark etmez. Altında yatan sebep ne olursa olsun, akıllı fikirli bir insan, neden başkası olmaya ihtiyaç duyar, çözemiyorum. Başkası olduğu zamanlarda, kendisi nereye gider? Ne zamana kadar başkası olarak davranabilir? Başkası olmaktan yorulduğunda, o ilişkiye ne olur?

Bilim dünyası, bu sorularıma cevap olamadı. “Abartılacak bir şey yok” diyorlar sadece. Abartmamaya karar veriyorum. Sonra biri yanımda bebek gibi konuşuyor. Abartılı bir şekilde şaşırıyorum.

Size yapmayın demeyeceğim. Ama yapmayın.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.