YAZARLAR

O uyku

Akşam üstü, güneş batıyor. Salonun penceresi batıya bakıyor. İleride, sakin bir güneş batıyor. Bahar günü. Evin içi ne sıcak, ne soğuk. Muhteşem bir serinlik var. Elinde kapağı kopuk kitapla uyuyakalacak birazdan. Uyku sokuluyor. Karşı koymayacak. O an evde kim vardı, kim yoktu silinmiş aklından.

Artık bütün haberler “şok” diye anons ediliyor. Her şeyde şok var. Şoka uğramak, şoka düşmek, şokla karşılaşmak. Hepsi şok. Şok haber! Almanya’da korkunç saldırı. Şok! Süper lig için çok önemli karar. Şok! Bakın bu haberin altından kim çıktı? Şok! Kent meydanında ihale savaşları! İstanbul’u bekleyen büyük şok! Her yerde ünlem, her yerde şok. Oysa Ahmet uyku şoku arıyordu.

Okuldan geldiği bir gün. Salonun iki kişilik kanepesi. Bir şeyler okuyor. Uzaktan seçilmiyor elindeki kitap ama şimdi sorduğunda birkaç tahmin yürütebileceğini söylüyor. Kapağı kopuk bir Hazreti Ali Cenkleri kitabı olabilirmiş. Aşırı uzun boylu ve tuhaf isimli sınıf arkadaşının ona “Al biraz da böyle şeyler oku,” diyerek verdiği kitap. O aşırı uzun boylu ve tuhaf isimli sınıf arkadaşının tek başına yürüttüğü propaganda gayretini takdir ettiğini hatırlıyor. Propagandasını yaptığı şeyi bilmiyordu. Bilmediği şeyin alıcısı olmadığını da biliyordu. Ama ona rağmen, belki kör inatla, belki kör inançla propaganda yapmaya devam ediyordu. Gerekirse yalnız kalmayı göze almıştı. Yalnız da kalıyordu. Ayıplanıyordu. “Al biraz da böyle şeyler oku.”

Akşam üstü, güneş batıyor. Salonun penceresi batıya bakıyor. İleride, sakin bir güneş batıyor. Bahar günü. Evin içi ne sıcak, ne soğuk. Muhteşem bir serinlik var. Elinde kapağı kopuk kitapla uyuyakalacak birazdan. Uyku sokuluyor. Karşı koymayacak. O an evde kim vardı, kim yoktu silinmiş aklından. Uykunun hemen öncesi. Bu uykunun adında neden şeker geçtiğini anlıyor. Bahar şekerlemesi sokuluyor şimdi iki kişilik kanepeye. Ayağının bir kısmı açıkta kalıyor sığmadığı için. Ama sanki bu uyku zaten böyle olmalı. Öyle büyük, ferah, geniş bir yatakta değil. Yastık değil, kırlent olmalı. Ufak, kafanın anca sığdığı, okurken uyuyakalacak bir kırlent.

Ahmet ne zaman uyku düşünse, o uykuyu hayal eder. Ahmet ne zaman uykusuzluktan dişini kırsa, o uykuyu hayal eder.

Hangi cenk okunuyorduysa, artık harfler birbirine giriyor. Uyku geliyor. Uyku yanaşıyor. Ve işte gözleri kapanıyor. Ev sessiz. Kitap uykuda devam ediyor. Zülfikârlar, aslan Ali, melekler, Murtaza, kaleler, cenkler, savaşlar, adalet arayışı, kavga, dövüş, bir daha zülfikâr. Hepsi iç içe bir uykuda devam ediyor. Güneş batayazmış artık. İçerisi asla aydınlık değil. Ama karanlık da değil. Akşam üstü ışığı var. Yumuşak, ferah, sakin. Cézanne estetiği. Güzel estetik.

Ahmet şimdi uykuda. İçeride bir ayak sesi duyuyor uykuyla uyanıklık arasında, birdenbire. Üstüne bir pike örtülecek. Bunu canı gönülden istiyor. Ama nasıl ki insan kâbusta ağzını açamaz, bu huzurlu uykuda da konuşamıyor Ahmet. Uykunun açık hafızasıyla, paralel bir dünyada dua ediyor. “O ayak sesi annemin olsun, uyuduğumu görsün, gelip elimden kitabı alsın ve üstümü örtsün.” Sonra daha derin uyku. İyice sığmaya çalışıyor iki kişilik koltuğa.

O ayak sesi yaklaşıyor. Kitabı alıyor elinden. Caminin önündeki ağaçlara tünemiş kuş sesleri geliyor. Akşam iniyor. Akşamlar inerken o kuşlar hep cıvıldar. Bir gün kuş uzmanı olmak istiyor. Bütün kuşları adıyla çağırmayı, hepsinin kanatlarının özelliklerini bildiğini hayal ediyor. Hangisi nereye uçar, hangisi nereden gelir. Ağırlıkları nedir, sesleri nasıldır, sabah sesleriyle akşam sesleri arasında ne gibi farklar vardır. Hepsini öğrenmeyi hayal ediyor cenk rüyasının yanında. Bu huzurlu uykuda kuşları düşünmesi şartmış gibi geliyor. Şimdi daha derin uyku. O uyku geliyor. Annesi elinden kitabı alıyor, ayak sesleri, geliyor, üstünü incecik beyaz bir pikeyle örtüyor. Geçen sene alınmış, üstünde motor süren adamların olduğu, şekli tuhaf kendi güzel pike. Yeni yıkanmış bütün şeyler gibi kokuyor. Mis gibi. Ve işte üstü örtülüyor beyaz pikeyle.

Ahmet, ölümün böyle bir şey olduğunu düşünüyor. Üstünde pike var ama hiçbir yerine değmiyor. Üşümüyor, terlemiyor, uyanmıyor. Kuş sesleri var. Akşam iniyor. “Bu hayatta uyuduğum en güzel uyku bu,” diye düşünüyor Ahmet, uykusunda. Uzakta bir yerde Meymokê çalıyor. Bir daha asla o uykuyu uyuyamıyor. Demek ki bir daha hiç ölmüyor Ahmet. Ama insan ölümlüdür. O uyku bir daha uğrayacak Ahmet’e. Uzakta bir yerde Meymokê çalarken.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.