YAZARLAR

Yekta Saraç’a mektup

İlk olarak soruşturmacımı “saygı”yla anmak isterim. O kendisine verdiğim savunma sırasında kendi söylediklerinden gözümdeki itibarının derecesini anlayacaktır. OHAL’in akademik faydalarından biri, bilim insanlarını uzmanlaştırması. Bilimsel faaliyet ile idari görevin gerektirdiklerinin meslek üyesi olmak bakımından birbirinden tamamen ayrı durduğunu anlamanızda kolaylık sağlıyor OHAL. Sayın Saraç, bu, OHAL’in üniversite için ne kadar faydalı olduğunu anlatmak için yurt dışına sunacağınız iyi bir argüman. İstediğiniz akademisyen tipini yaratmak mı sorun, çözüm OHAL.

Yüksek Öğretim Kurulu’nun, 15 Temmuz ve OHAL uygulamalarının uluslararası akademik kamuoyunca doğru anlaşılmadığı saptamasını yapıp profesörlerine durumu yurt dışındaki üniversitelere anlatma talimatı verdiğini öğrendim. (1) Üniversitelerinizin “12 Eylül ile hesaplaştığı” dönemlerde mağdurları araştırmak için fakülteniz tarafından görevlendirilmiştim, severek girdim 1402’liklerin arşivlerine. Bir de rapor hazırladım. Şimdi kendinizi dışarıya anlatma ihtiyacınızı göz önüne alarak OHAL’in yüz akı Ankara Üniversitesi’nin iyi bildiğim uygulamalarından birkaçını paylaşmak isterim. Profesörlerinizin bunları da anlatmasını dilerim.

15 Temmuz gecesi, devlet kadrolarına hepimizin gözü önünde, yazılmış raporlara rağmen yerleştirilmiş darbecilerin, devletin uçaklarıyla halkın üzerine bomba yağdırdığı saatlerde Ankara Üniversitesi haberleşme grubuna iki e-posta düştü. Bunlardan biri Ankara Üniversitesi Rektörü’nün ismini KHK listelerine yazdığı bir barış akademisyenine, diğeri de barış akademisyenlerinin üniversiteden atılmasına meyyal bir profesöre aitti. Barış akademisyeni, halkın üzerine ateş açılmasının suç olduğunu, bu suça ortak olmayacağını darbe girişiminin ilk anlarında deklare etti. Barış akademisyenlerinin üniversitede yeri olmadığı fikrine meyyal profesörün heyecanının başka başka maceralarda olduğunu dile getirdiği e-posta da aynı saatlerde listeye düştü. Bahsettiğim barış akademisyeni artık Ankara Üniversitesi’nde ders veremiyor, yurttaşlık hakları kısıtlanmış durumda; diğeri huzurlu mudur acaba?

O gecenin ardından üniversite kamuoyunda Gülen yurtlarına akredite verilip verilmediği tartışmasına ortak olan bir öğretim üyesinin barış akademisyenlerinin üniversiteden neden atılması gerektiğine dair “kıymetli” fikirleri düştü ortalığa. Daha sonra bu kişinin 2012 yılındaki yurt kavgasına ilişkin maillerinden fikirlerini nereden aldığı ortaya çıktı. Zaman’dan Samanyolu Haber’e bütün linkleri bulup paylaşmıştı bu kişi fikirlerini desteklemek için. Ama barış akademisyenlerinin üniversiteden atılmasını harıl harıl savunuyordu. Şimdi mutlu mudur? Sadece saçma fikirleri söz konusuysa ve biri bunlardan dolayı zulme uğradıysa fikir özgürlüğünü üniversiten atılmasına ön ayak olduğu akademisyenlerin savunacağını bilmiyor mudur?

BARIŞ AKADEMİSYENLERİNE OHAL

Daha 15 Temmuz gerçekleşmeden ve OHAL ilan edilmeden Ankara Üniversitesi’nde olağanüstülükler başlamıştı. Barış akademisyenlerine kanuna aykırı olarak yurt dışı izinleri verilmiyor, atamaları yapılmıyor, dersleri ellerinden alınıyor, haysiyetleri ile oynanmaya çalışıyordu. İş yargı kararının uygulanmamasına kadar vardırılabildi. Rektörün adamları, değerli insanlar olduğumuzu söylüyor, bir fikre imza attığımız için üniversiteden atılmamızın doğru olmadığını, devletin katliam yaptığı ifadesini geri çekmemizi öneriyordu. Zaten ne değişirdi ki? Rektör, hikmetini gösterip kurtarabilirdi belki bizi. Bizim haysiyetimizi sınayan, kendileri gibi sanan o profesörlerin disiplin kurullarını nasıl işlettiğini birazdan anlatacağım. Profesörleriniz de Avrupa, Amerika üniversitelerinde bu örnek uygulamaları anlatırlar belki.

Rektör İbiş’in yaptıklarını baştan sıralamama gerek yok. Gazetelerden parlamentodaki soru önergelerine kadar her yerde bulunabilir. OHAL’den aldığı gücü, kişisel hıncına nasıl devşirdiğini, Türkiye’nin en köklü sosyal bilimler okulu Mülkiye’yi yok etmek için nasıl çabaladığını göstermeye yetecek bilgiyi edinebilirsiniz bu haber ve soru önergelerinden. Daha fazlasını da biliyorum elbette, başka bir dönemde pozisyonunu koruyabilmek için kurmaya ve korumaya çalıştığı ilişkileri de. Akademik itibarla, ticari ve siyasi itibarın birbirine zıt olduğunu anlamadığı sürece de buna çabalayacak. Akademide gücü hakikate olan bağlılık verir ve bunu kaybetmeniz demek meslek onurunuzu kaybetmeniz demektir. Ticarette ve siyasette ise paranız ve gücünüz varsa itibarınız var görünür. Ya bunları kaybedince, silahsız kalınca… OHAL’i böyle anlatsın profesörleriniz, "akademik itibarımız olsaydı, bu silahlara ihtiyacımız kalmazdı" desinler.

AKADEMİNİN İTİBARI 

7 Şubat’ta değerli hocalarım ve arkadaşlarım ile birlikte üniversiteden ihraç edildim. İhraç edildiğimde üyesi olmaktan onur duyduğum Eğitim Sen’in sendika işyeri temsilcisiydim. Bu nedenle Rektör İbiş’in kullandığı silahlarla çok defa yüz yüze geldim. Fakat artık hınç komediye dönüştü. Atılmamın ardından iki soruşturmayla karşılaştım. Geçtiğimiz pazartesi, 24 Temmuz 2017’de sonuçlanan soruşturmanın bedeli: aylıktan kesme. Soruşturmanın konusu, benden bir ay önce atılan bir hocamızın özlük haklarının ihlal edildiğini beyan ettiği, üniversitedeki etik kurulları derhal harekete geçirecek önemdeki iddialarını bir gazeteye verdiği röportajın linkini vererek sendika temsilcisi olarak paylaşmam. Soruşturmanın ayrıntıları, açacağım hukuk ve ceza davalarının konusunu oluşturacağı için onlara burada değinmeyeceğim, fakat biçimine ilişkin yapılanlar OHAL’in nasıl bir profesörler camiası yarattığını göstereceği için OHAL’i Avrupa’da, Amerika’da savunacak profesörleriniz bakımından önemli.

İlk olarak soruşturmacımı “saygı”yla anmak isterim. O kendisine verdiğim savunma sırasında kendi söylediklerinden gözümdeki itibarının derecesini anlayacaktır. OHAL’in akademik faydalarından biri, bilim insanlarını uzmanlaştırması. Bilimsel faaliyet ile idari görevin gerektirdiklerinin meslek üyesi olmak bakımından birbirinden tamamen ayrı durduğunu anlamanızda kolaylık sağlıyor OHAL. Sayın Saraç, bu, OHAL’in üniversite için ne kadar faydalı olduğunu anlatmak için yurt dışına sunacağınız iyi bir argüman. İstediğiniz akademisyen tipini yaratmak mı sorun, çözüm OHAL.

Sonra sevgili fakülteme döneyim. Kanuna göre cezayı Fakülte Disiplin Kurulu olarak toplanan yönetim kurulu veriyor, kurulda eksiklikler varsa bunu Üniversite Senato’su tarafından belirlenecek muadilleri dolduruyor. Ama ne garip, SBF yönetim Kurulu üyelerinin hiçbiri yok, hepsinin de işi çıkmış benim cezamın görüşüleceği gün. Senato da tabii haklı olarak hiçbiri SBF üyesi olmayan kişilerden bir disiplin kurulu atamış. Tabii SBF Dekanı Gürdal da sendika üyelerinin fakültedeki varlığından ötürü toplantıyı başka bir kampüste, rektörlükte yapmayı uygun görmüş. Sendikanın, üyelerinin haklarını savunmasından ve bir önceki kurulda hıncın karşılık bulamamasından hicap duymuş olmalı. OHAL’in bağımsız yargısı sonucu olsa gerek bu mekan değiştirme işlemi. OHAL’in sağladığı bağımsız yargının üniversitedeki bir yansıması olarak profesörlerinizin bunu da anlatmasını öneririm.

Son olarak senatonun bir üyesinin bile atamasını SBF’den yapmadığı ‘SBF Disiplin Kurulu’. Sendika temsilcisi olarak toplantıya katılan üyemizin yarım saatlik hukuki itirazlarının ardından oylama öncesinde bir dakikanın fikrin oluşması için yeterli olduğuna ve müzakereye gerek olmadığına karar veren kurul. İşte OHAL’in yarattığı akademik camia. Batı bizi kıskanmakla kalmamalı, örnek almalı. Profesörleriniz bu ciddi katkıyı atlamamalı.

Yazıyı, soruşturmacıya verdiğim savunmanın son paragrafıyla bitirmek isterim. OHAL’in bu fikirlere karşı ilan edildiğini anlatsın profesörleriniz, en iyi uygulayıcısı İbiş’in ellerinde.

"ÜNİVERSİTE NEDİR, NEREDEYİZ?" YA DA ESASA İLİŞKİN SAVUNMA

Modern üniversite ideası ya da üniversite fikri, araştırma ve öğretimin bir arada yürüdüğü toplumsal, siyasal ve ekonomik baskılardan özerk kurumlara dayanır. Bu ideanın yaratıcılarından biri, Alman düşünür Immanuel Kant, savunmamın esasını 1798’de, bundan iki yüz yıldan fazla bir zaman önce vermiştir. Madem sendika üyemizin iddialarını mail listesine taşımakla suçlanıyorum, savunmamda da bir filozofun fikirlerini aktarmamda sakınca yok.

Eleştirinin filozofu Kant’ın önemli bir katkısı var üniversite tartışmasına: Fakülteler Çatışması. (Okumanızı şiddetle değil, şefkatle öneririm ) İlk üç fakültenin (bunlar klasik olarak tıp, ilahiyat ve hukuktur), devlete yararlı olan bilimler olarak; felsefe fakültesinin ise bunun aşağısında konumlanan bir bilim olarak örgütlendiği tespitini yapar Kant. Devlet kendisine uygun tipte bireyler yetiştirmek için ilk üç fakülteyi işlevlendirmiş ve felsefeyi hiyerarşik olarak aşağıda tutmuştur. Çünkü felsefe, düşüncede ve eleştiride sınırları kendisi çizmektedir. Kant, felsefenin diğer fakültelerin üstüne çıkması gerektiği fikrini temellendirir. "Felsefenin, akıldan başka bağlı olduğu hiçbir şey yoktur, bu da ancak evrensellik düzeyinde olabilir" der Kant. İşte üniversiteyi kuran ilke: özerklik. Dışarıdan müdahale üniversite için vazgeçilmez olan özerkliği ortadan kaldırır. "Aydınlanma" der Kant, Aydınlanma Nedir? adlı makalesinde, “insanın kendi suçundan dolayı düştüğü çukurdan çıkmaya çalışmasıdır.” Bu ise ona göre evrensel olan aklın özgürce kullanılmasıyla mümkün olur.

Evet Kant’ı tekrar etmekten başka ne yapabilirim bu baştan ayağa çukura batmış üniversite düzeninde: Sapere audet! Düşünmeye cesaret et!

Yukarıda aktarılan olaylar, … ilgili hukuk…, mahkeme kararları…, usulen yapılan yanlışlar dikkate alındığında… diye bir cümleyle başlamak iyi ve doğru olurdu; ama sendika temsilcisi olarak Ankara Üniversitesi’nde çokça disiplin kuruluna katıldım ve kurulun işleyişine dair fazlaca deneyime sahibim. Bu nedenle sonuç olarak diyeceğim şu: Ne kadar soruşturma açılırsa açılsın, ne kadar ceza verilirse verilsin, akademik hakları, bilim özgürlüğünü ve özerk bir üniversite fikrini savunmaya devam edeceğim, aranıza dönünce daha da güçlü olarak.

Sayın Saraç, son bir bir tavsiye... Reisiniz yardımcı doçentliği kaldırın buyurdu, elbette "karşı çıkın" demeyeceğim. "Ama bir düşünün" derim, yine Ankara Üniversitesi güzel örneğidir bunun. Yardımcı doçentlik kadrosu bir genç akademisyeni kendine biat ettirmenin de onu cezalandırıp bezdirmenin de en OHAL yolu olarak kullanılageldi. Profesörlerinizin Avrupa ve Amerika'da anlatacağı OHAL uygulamaları içerisinde mutlaka yeri olan bu kadronun kullanımına bir alternatif geliştirmiş olduğunuzu tahmin etsem de uyarmak istedim.

(1) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/785298/YOK_ten_universitelere_OHAL_talimati__15_Temmuz_gerceklerini__anlatin.html


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.