YAZARLAR

İftira cinayeti anatomisi

Büyükada’da dijital eğitim için toplanan insan hakları savunucularından ajan, Diyarbakır’da ömrünü can kurtarmaya adamış doktor cerrah, tabip odası başkanlığı yapmış bir diğer grup insan hakkı savunucularından örgüt üyesi, Cumhuriyet gazetesinden FETÖ yapılanması çıkarmaya çalışılıyor en güncel birkaç örnekte. Haksız yere ihraç edildikleri işlerine dönmek için 140 gündür açlık grevinde olan ve hapishanede tutulan iki eğitimci için İçişleri Bakanlığı terörist kitapçığı yayınlıyor. Cinayetler; fiili bir türlü gelmek bilmeyen o hukuk diliyle iddianamelerde, edilgen fiil çekimli kimin nerede söylediği bile anlaşılmayan o meşhur ‘iddia ediliyor’ kalıbı eşliğinde haberlerde işleniyor.

Ölüsünü sağ olarak hayatın içinde gördüğünüz cinayetler de var. Kansız cinayetler. Ölümcül yaralarıyla hayata devam edenler. Bunlar iftira cinayetleridir. Benim diyen dedektif sırlarını çözememiştir.

Ama maruz kalanlar iyi bilir, iyi anlatır o cinayetleri. Vaktidir, anlatayım.

Öncelikle bu iftira cinayetine mazhar olmaya hak kazanmalısınız gücü elinde bulunduranların nezdinde. O güç ki hınç ve korkunun dinamit bileşenidir. Dinamit galiba eski moda oldu, kimyasal bomba bileşeni diyelim. Sizin hayatın anlamı olarak görüp mücadele verdiğiniz değerler pek tehlikeli gelmeli. Ya da sadece şu ya da bu gerekçeyle ‘takmalılar’ size. Operasyon başlayabilir.

Sıkı bir kişilik analizi ile başlıyorlar cinayete besbelli. Her neye karşı durmuşsanız onun ta kendisi olmanız üzerinden bir düzenek kurulacak. O kadar ki iftiraları okuduğunuzda, işittiğinizde ilk anda ağzınızı açamayacaksınız. Kanınız donacak, sıtkınız sıyrılacak. Avukatların adliye saraylarında kelepçelendiği, aylarca iddianamesiz tutuklu kaldığı o hukuk devletinde günlerden bir gün, adı soyadı ve fotoğrafı siz olan ama içeriğini hayatınızın hiçbir yerine yerleştiremediğiniz, basılı ya da sosyal medya ortamında paylaşımlı olduğu için adına ‘haber’ denen o bomba patlayacak. Cinayet işlenmiş olacak.

Bugünlerde seri cinayetler işleniyor gözümüzün önünde yine. Meselem tek tek insanların haklılığını ya da onlara yöneltilen iftiraların izansızlığını örnekleriyle sıralamak değil. Bu kez değil. Daha anatomik gitsin istiyorum her şey. Mekanizmanın kendisini ifşa etsin.

Büyükada’da dijital eğitim için toplanan insan hakları savunucularından ajan, Diyarbakır’da ömrünü can kurtarmaya adamış doktor cerrah, tabip odası başkanlığı yapmış bir diğer grup insan hakkı savunucularından örgüt üyesi, Cumhuriyet gazetesinden FETÖ yapılanması çıkarmaya çalışılıyor en güncel birkaç örnekte. Haksız yere ihraç edildikleri işlerine dönmek için 140 gündür açlık grevinde olan ve hapishanede tutulan iki eğitimci için İçişleri Bakanlığı terörist kitapçığı yayınlıyor. Cinayetler; fiili bir türlü gelmek bilmeyen o hukuk diliyle iddianamelerde, edilgen fiil çekimli kimin nerede söylediği bile anlaşılmayan o meşhur ‘iddia ediliyor’ kalıbı eşliğinde haberlerde işleniyor. Her şey her şey tahrif ediliyor. Parçalanıyorsunuz.

Sonra programlarda sanki siz nesneymişçesine birileri sizin hakkınızda ileri geri konuşuyor oluyor. Kulağınız uğuldadığı, beyniniz bu mantıksızlık silsilesine ortak olmayı reddettiği için bir türlü anlayamıyorsunuz denileni. Ama işte isminiz geçiyor. Hesapta sizden bahsediliyor.

TERÖRİST BOLLUĞU

Gizli tanıklar, gizli bilir kişiler bu aleni iftiralara eşlik ediyor. Bitmeyen bir kabus içinde günlük hayatı devam ettirmeye çalışıyorsunuz. Cinayetlerin en çok kastettiği akıl sağlığınızdır. Oturup kendinizi yazıyorsunuz. Bir daha ve bir daha. Hiçbir iftirayı çürütmek zor değil. Bir kere siz kim olduğunuzu, neyi yapıp yapmadığınızı biliyorsunuz. İkincisi iftira adı üzerinde yalan. Ama işte o sarmalın içine çekilmekte, asıl işinizi bırakıp üzerinize zorla geçirilmeye çalışılan bir deli gömleğine direnmekte gurura, onura dokunan bir yan var. Savunmaların “Bu saçmalıklara karşı kendimi savunmak zül gelir. Sadece kendime ve hayattaki duruşuma dair açıklamalarda bulunmakla yetineceğim” gibi bir girizgâhla başlaması rastlantı değil. Zül kelimesini unutmayın. Çok yakında bir gün herkese zül gelen bir şeyler başa gelebilir. Siz istediğiniz kadar “Onlar terörist” yalanına inanmaya çalışsanız da.

Faşizm ikliminde doygunluk yoktur. Çünkü hıncın ve korkunun doyma noktası yoktur. Yeni örgütler icat edilir, ulusal güvenliğe tehlikeli yeni faaliyetler tarif edilir. O da ne, bir gün sizin de eviniz basılmış. Bunun olacağını söyleyenler acıyla gülümser dehşetle büyüyen gözlerinize.

O gözler ki nice cinayetin suç ortağı. Evet, suç ortağı. Çünkü bu tarihte yaşanıp yaşanmadığı ısrarla polemik konusu yapılan kırımlardan değil Çünkü bu cinayetler hiçbir şey olmamışçasına hayatına devam edenlerin sessiz ya da alenî onayı eşliğinde işleniyor.

Dolayısıyla hayat uzun tutukluluk, burası açık hapishane deyip de geçebileceğimiz bir durum dahi yok. Durum daha beter. Kaçta kaçınız inanıyor bu saçmalıklara? Kaçta kaçınız o sıcacık gülümseyen insanların fotoğraflarına bakarken ya da çarpıtılamayacak kadar sarih insanlık hizmetleri sayılırken öyle buyruldu diye terörist, hain, ajan görebiliyor onlarda. Oran önemli; sizin varlığınızla ortalık katliam yeri.

"HRANT BEY ÜLKEDEN AYRILACAK MISINIZ?"

Hatırlar mısınız acaba ömrünü Türk ve Ermeni halklarının, bu topraklarda yaşayan bütün halkların barışına adamış Hrant Dink’ten cebren ve hile ile “Türklüğü tahrik ve tezyif” suçlusu çıkarılmaya çalışılmıştı? Hatırlar mısınız o insanın çırpına çırpına meram anlatışını size? Böylesi bir itham zül geldiği için kararı Yargıtay onarsa bu ülkeden gideceğini söyleyişini ısrarla. Sonra Yargıtay kararı onadığında adına muhabir denen bir insan “Hrant Bey ülkeden ayrılacak mısınız?” diye sormuştu. Hatırlar mısınız o cinayeti? Hrant Dink sağdı daha.

Sonra ülkeden ayrıldı. Kendi rızasıyla değil. Nasıl ayrıldığını unutmadınız değil mi? Çünkü ben varlığına, sözüne, işine kefil olduğum tutuklu nice avukata, gazeteciye, insan hakları savunucusuna, akademisyene, öğrenciye, siyasetçiye, nice sevgili can dosta bakarken Hrant Dink’in ülkeden nasıl ayrıldığı ânı mıh gibi aklımda.

Vatandaştan ve insandan saydıklarım unutmayanlar. Onların yüzü suyu hürmetine dönüyor bu dünya.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.