YAZARLAR

İtaat değil itizal gerek

Ev mükemmel olacak. Çocuklar sadece kadının sorumluluğunda kalacak. İş yerinde hem nezaketle “hanfendi” hem erkek meslektaşlarıyla kıyasıya yarışa kalkışmadan çok çok başarılı olacaklar. Hem de itaatkar dindar kadın olacaklar. Kariyerist olmak istiyorlarsa ille de “annelik kariyeri”nde sonsuzca ilerleyebilecekler. Günümüz dindar camianın çalışan dindar kadına biçtiği rol de bu.

Eğitim ve çalışma hayatına katılıp, sosyal yaşamda özgürce yer alan pek çok dindar kadın var günümüzde. Özellikle çalışma hayatında artık başörtüsü yasağı da kalkmış olduğu halde neden hâlâ hak ettikleri pozisyonu alamadığını sorguluyor dindar kadın. Yazık ki feminizmden uzak kalabilmek için de azami çaba gösteriyorlar. İtiraz ettikleri, rahatsız oldukları şeyi eril tahakküm olarak isimlendirmenin çok uzağında oldukları için de eşitlik talebini ağza almaktan ar ediyorlar. Eşitlik İslam'a aykırı sanıyorlar. Sorunlarının tüm kadınlarla aynı olduğunu ve sadece feminist politikalarla çözülebileceğini henüz idrak etmiş değiller. Ama ilk dalga feminizmin kız kardeşlik ruhu şu an onlarca da kabul edilmiş görülüyor. Pek geriden gelen bu fikri ilerleme bile dindar camiada hoş karşılanmadığından olsa gerek evrensel feminist ilke ve kavramlardan da uzak durabilmek için insanın için sızlatan bir çaba içindeler.

Edinilmiş cinsiyet rollerini dinin/dindarlığın ve kadın olmanın gereğiymiş gibi içselleştirdiklerinden çalışma yaşamında “erkeksileşmeden” var olabilmenin arayışında yıpranıyorlar. Süper ötesi süper kadın olabilmek için kendilerini tüketişlerini görmek çok acı. Ev mükemmel olacak. Çocuklar sadece kadının sorumluluğunda kalacak. İş yerinde hem nezaketle “hanfendi” hem erkek meslektaşlarıyla kıyasıya yarışa kalkışmadan çok çok başarılı olacaklar. Hem de itaatkar dindar kadın olacaklar. Kariyerist olmak istiyorlarsa ille de “annelik kariyeri”nde sonsuzca ilerleyebilecekler. Günümüz dindar camianın çalışan dindar kadına biçtiği rol de bu.

Kadınların bu rolü kabullendiklerini, “çalıştığı halde kendisi olarak kalabilme” şeklindeki garip kavramsallaştırmayı yaşayabilmek için insanüstü çaba harcadıklarını görüyoruz. Ah bilseler “kucağa düşen kırıntılar” çoktan bütünleşip eşitlik adını aldı. O kadınlığından vazgeçip kabalaşmak zorunda kalmadan çalışabilmenin yolu iş yerinde ve karar mekanizmalarındaki eşitlikten geçiyor. En azından yüzde 33'lük kritik eşiği aştıktan sonra başlayarak yavaş yavaş dönüşecek eril alan eşit alana. Aile, ev, çocuk sorumluluğunu özel alanını eşit kurguladığın, eşinle eşit paylaştığında kolaylaşacak iş yaşamın. Sen de iş çıkışı arkadaşlarınla kahve sohbetine katılabilecek, orada dönen iş paylaşımlarından geri kalmayacaksın. Kendini suçlu hissetmeden kariyerist olmanın yolu ilkin eşit birey olduğunu anlayıp, karşındakine de anlatmaktan geçiyor. Tabii bunun için cemaatlerden sıyrılmış özgür birey dindarlığı, Kur’an dindarlığı gerekiyor önce. Ataerkil geleneğin, din olmaktan çoktan çıkmış dini yorumlarıysa hem siyasal düzlemde hem dindar camiaya ait iş yerlerinde ve tabii artık yazık ki kamu kurumlarında çok etkili. Bu çemberden sıyrılabilmek için düşünerek hareket edecek özgürlük gerek ve özgürlük kafada başlar. Özgür olduğunu idrak etmen gerek. İtaat değil itizal gerek. O zaman anlayacaksın her alanda eşitliğin İslam'a aykırı değil bilakis İslamın gereği olduğunu.

Ne çare ki kadını eksik, yarım, eğri gören, İslam öncesi ve İslam dışı anlayışları din gibi sunan çeşitli rivayetler hâlâ çok etkili. Kur’an’da karşılığı olmayan hatta çoğu zaman vahye aykırı düşen rivayetleri hadis külliyatına sokuşturmuşlar, her nasılsa. Arap ve İsrail mitolojisinden kimi örnekleri dinmiş gibi sunarak hatta ayetlerin izahını bu mitolojik unsurlarla sözüm ona delillendirenler pek çok.

Kerameti kendinden menkul hocaların etrafına doluşmuş cemaatler içinde aklın yerini nakil, ayetin yerini rivayet almış halde. Özellikle kadın söz konusu olduğunda bırakınız eleştirel düşünmeyi minicik bir “acaba” bile imkansız. Üstelik şimdi bu cemaatlerin Diyanet İşleri Başkanlığı'nda karar sahibi olma riski var.

İki gündür Görmez’in ayrılacağı ve yerine İsmailağa Cemaati'ne yakın bir ilahiyatçının geçeceği yolundaki haberler henüz doğrulanmadı ama yalanlanmadı da. Cumhurbaşkanı “tartışılması için” derken partisindeki iç dengeleri gözlediğini, tabanın nabzını tutmak istediğini ima ediyor. Umarım Ak Parti tabanı sinyali alır ve bu her biri diğerini tekfir etmek bakımından DAEŞ’le çok benzeşen cemaatlerin kurumun başına geçmesini engeller. Yazık ki göründüğü kadarıyla şu an sadece hadis karşıtlığıyla itham ettikleri Görmez’in aleyhine yaygara koparılmakta, sosyal medyada. Akıl ve bilgi dini İslam’ı nakilden ibaret görenlere karşı da sesler cesaret ve açık yüreklilikle yükselmeli.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.