YAZARLAR

II. Abdülhamit'in ip cambazları

Sansüre karşı çıkışları ile tarihe mâl olan iki gazetenin sahipleri, II. Abdülhamit dönemi boyunca Saray’dan hediye, sübvansiyon ve mali yardımlar alan ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın, "Abdülhamit döneminde gazetecilik epeyce zor ve tehlikeli bir sanattı. Gazetenin siyaseti aliyesiyle yani Saray ile münasebet ile sahibi imtiyazlar meşguldü. Saray'a nasıl giderlerdi? Orada kime bendelik ederlerdi? Göze girmeye nasıl çalışırlardı? Burası kendilerinin sırrı idi. İp üzerinde cambazlık belki bu kadar büyük bir hüner teşkil etmezdi" diye anlattığı gazete sahiplerindendir.

Yıllarca II. Abdülhamit dönemi iletişim tarihi açısından oldukça farklı bir süreç olarak değerlendirildi. Bu süreç, çelişkili ve giderek farklılaşan uluslararası politika çevresiyle, Osmanlı Devleti’nin manevralarının gerginliği tarafından belirlendi. II. Abdülhamit’in bu süreci yönetme biçimi, bu süreçte işe koştuğu yöntemler, taktik ve stratejileri ne onu iktidarı kaybetmekten, ne de Osmanlı İmparatorluğu’nu I. Dünya Savaşı sonunda yıkılmaktan kurtaramadı.

Abdülhamit tahta geçişinden itibaren önce taht konusunda rakibi olan ve Avrupa’nın da tercih ettiği Murat’ın hasta olmadığına ve yakında iyileşip tahta geçeceğine dair Avrupa basınında çıkan haberlere konu oldu. Ardından, henüz meclis açılmadan, yeni anayasaya uygun bir biçimde Mithat Paşa’nın Avrupa’ya sürülmesi ve Mithat Paşa’nın sürgününü işleyen haberlerle Avrupa basınında sıkça yer almaya başladı.

II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ VE BASININ SANSÜRÜ

II. Abdülhamit’in tahta geçmesini takip eden günlerde basın-yayın etkinlikleri açısından yaşanan özgürlük dönemi ise çok kısa sürdü. 1877’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı, giderek gelişen telgraf olanakları sayesinde ajansların kısa sürede aktarabildikleri haberlerle yaratılan kamuoyuna Rus çevreleri tarafından Hristiyan katliamı haberleri yayıldığı, Osmanlı ordusunun durumu ve stratejileri hakkında ayrıntılı haberlerin Avrupa basınına yansıdığı bir süreci yarattı. Bunun sonucu 1877’de başlayan sıkıyönetim, ardından da Meclis’in 1878’de kapatılması ve “istibdat” dönemi diye anılan 1908 yılına dek sürecek dönemin başlaması oldu.

Tüm basılı yayın ve gazetelerin bürolarının teftiş edildiği ve gazetecilerin sıkı bir denetime tabi olduğu, cezaların, tevkif ve sürgünlerin ardı ardına uygulandığı bu baskı döneminde, sansürün sınırları her tür ulusalcı romanın ve başka dillerden çeviri aşk hikâyelerinin yasaklanmasına dek genişlemiştir. Dönemin gazeteleri haber yerine ansiklopedik bilgi sunan dergiler ya da edebi günlüklere dönüştü.

TELGRAF SANSÜRÜ

Basılı yayın ve gazetelerin sansürü yanında, Avrupa basınında yer alan II. Abdülhamit muhalifleri ve Osmanlı-Rus Savaşı'na ilişkin haberler de telgraf sansürünün temel nedenlerini oluşturdu. “Osmanlı toplumunu dışarıdan gelecek mikrop ve hastalıklara karşı koruma iddiasıyla” bir sansür sistemi yaratıldı.

Telgraf sansürü, zaten ağır sansür koşullarında yayınlarını sürdürmeye çalışan gazetelerin, haber kaynakları açısından da denetlenmesi anlamına gelirken, diğer yandan telgraf ağının son derece yaygınlaşması ve telgrafın merkezileşme için kullanılması açısından bu dönemde en üst noktaya ulaşıldı.

Toplumla, devlet arasında, daha önceden hiç kurulamamış derecede hızlı ve doğrudan bir ilişki sağlayan telgraf, dönemin jurnalcilik mekanizmasını güçlendirdi. Kapalı rejimlere özgü bir bilgi ağı olarak son derece çarpık gelişen mekanizma, aktarılan bilginin doğrudan padişahın eline ulaştığı düşüncesiyle bir yandan taşrada iktidarın bilgisi dışındaki eylemleri engellediği diğer yandan ise doğru bilgiler aktaranların etkisini kırmak yani dezenformasyon için kullanıldığı düşünülebilir.

İKTİDAR YANLISI BASINA İMTİYAZLAR

II. Abdülhamit dönemini değerlendirirken gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta ise tüm bu baskı ve sansür uygulamalarına rağmen, basına doğrudan ya da dolaylı maddi avantaj ve baskı tekniklerinin geliştirilmesi için teknik yardım sağlanması. Elbette ki, bu avantaj ve yardımlar, Ahmet Emin Yalman’ın deyişiyle “gerçek gazetecilere” değil, II. Abdülhamit lehine mübalağalı ısmarlama yazılar yazan gazetecilerin çalıştığı gazetelere sağlandı.

Bu gazetelerin sahipleri de iktidardan özellikle de yabancı basının Osmanlı Devleti aleyhine yayınlarını hatırlatarak sık sık ayrıcalıklar talep etti. Örneğin İkdam’ın sahibi Ahmet Cevdet’in Dahiliye Nezareti’ne yazdığı dilekçesinden, belli bir kota dâhilinde gazeteci telgraflarından ücret alınmamasını bir ayrıcalık olarak talep ettiği görülür. Ahmet Cevdet dilekçesinde Avrupa kentlerinde gazetesi için çalışan gazetecilerin telgraflarından günde 50 kelimeye kadar ücret alınmaması talebinde bulunmuş ve bu talebinin ileride kurulacak ve doğrudan Osmanlı çıkarlarına hizmet edecek bir Osmanlı haber ajansının kurulmasının ilk adımı olarak ele alınması gereğinin altını çizmiştir. Nitekim dilekçesi oldukça ciddiye alınmış ve II. Abdülhamit’e ulaştırılmıştır.

Açıkçası II. Abdülhamit dönemi herkesin susturulduğu bir dönem olmaktan ziyade, Osmanlı Sarayı’nın kendi iletişim altyapısını ve kendi basınını, bir başka deyişle kendi bilgi tekelini oluşturduğu bir dönemdir. Yani tıpkı bugün olduğu gibi II. Abdülhamit iktidarı “neyin bilgi” olarak niteleneceğini ve onun nasıl yayılacağını belirleyen bir basın çevresi oluşturmuştur.

İP ÜZERİNDE CAMBAZLIK

Burada asıl çarpıcı olan ise, yukarıdaki örnekte andığımız İkdam gazetesinin, Türkiye basın tarihi açısından önemidir. II. Abdülhamit döneminde yayına başlayan gazete Türkiye’de rotatif baskı tekniklerini ilk kullanan gazetedir. Ayrıca, Meşrutiyet'in ilan edilmesinden önceki gece İkdam’ın sahibi Ahmet Cevdet ile Sabah’ın sahibi Mihran Efendiler, gazete provalarını görmek için gelen sansür memurlarını “gazeteler hürdür, sansür yasaktır” diye kovmuşlar ve hâlâ Türk basınından sansürün kaldırılması ve basın bayramı olarak kutlanan Gazeteciler Günü’ne vesile olmuşlardır. Ancak belirtilmeli ki, sansüre karşı çıkışları ile tarihe mâl olan bu iki gazetenin sahipleri, II. Abdülhamit dönemi boyunca Saray’dan hediye, sübvansiyon ve mali yardımlar alan ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın, "Abdülhamit döneminde gazetecilik epeyce zor ve tehlikeli bir sanattı. Gazetenin siyaseti aliyesiyle yani Saray ile münasebet ile sahibi imtiyazlar meşguldü. Saray'a nasıl giderlerdi? Orada kime bendelik ederlerdi? Göze girmeye nasıl çalışırlardı? Burası kendilerinin sırrı idi. İp üzerinde cambazlık belki bu kadar büyük bir hüner teşkil etmezdi" diye anlattığı gazete sahiplerindendir.


Funda Başaran Kimdir?

1990 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. 1995 yılının Eylül ayında Yüksek Lisans öğrencisi olarak başladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde 1996 yılının Ocak ayında araştırma görevlisi oldu. 7 Şubat 2017 tarihinde 686 nolu KHK ile ihraç edilene dek, 21 yıl boyunca aynı fakültede sırasıyla araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesör ünvanlarıyla çalıştı. Akademik çalışmaları yanında TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nde Yönetim Kurulu üyeliği, yine TMMOB’ye bağlı Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın kurucu yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Hala TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın Onur Kurulu üyesidir. Ayrıca Alternatif Medya Derneği ve Halkevleri Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. İşçi Filmleri Festivali’nin başlangıcından bu yana değişik süreçlerinde gönüllü olarak yer almıştır.