YAZARLAR

Gözüyle kuş tutan akl-ı selim

Selim Turan’ın 1935’te Akademi’de başlayıp, yoğunluklu olarak Paris’te sürdürdüğü sanat üretiminden örnekler, kavramsal bir çerçevede bir araya getiriyor. Hem yaşamı hem de sanatında Doğu ve Batı kültürleri arasında köprüler kurmayı başaran sanatçının üretimi, Dr.Necmi Sönmez küratörlüğündeki sergide “tez, antitez, sentez” kavramları kapsamında değerlendiriliyor. Sönmez ile, Turan'ı ve çağrışımlarını ele aldık.

"Kuşlar ülkesinin bütün kuşları, Kafdağı'nın ardındaki padişahları Simurg'u bulmak için yola çıkarlar. Ama yolculuk, uzun ve zorludur. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevî şeylere takılanlar yolda birer birer dökülürler. Kafdağı'na varanların önünde ise, hepsi birbirinden çetin, yedi vadi uzanmaktadır. İstek, Aşk, Marifet, İstiğna, Tevhid, Hayret ve Yokluk vadileri. Ve, yedi vadiyi aşabilen 30 kuşu ise, Simurg yerine bir sürpriz beklemektedir..."

Feridüddin Attar, Tasavvufî Mesnevî konusunda klasik İran edebiyatında bir dev olarak kabul ediliyor. Kendisinin en tanınmış yapıtı olan Mantıku't-Tayr (Kuşdili) ise velayetin mertebelerini, hikâyelerle bezeyerek kuşların dilinden, kuş güzelliği ile anlattığı, yüzyıllardır parmaklığını kaybetmemiş bir Şark klasiği olarak kabul ediliyor. İlgilenenler için bu kitabın bir baskısı da, Eylül 1998 tarihli versiyonu ile, Yaşar Keçeci'nin Türkçesi ile Kırkambar Yayınları'nda bulunuyor.

Dr.Necmi Sönmez, SSM Müdiresi Dr.Nazan Ölçer ve İÜ Rektörü Prof.Dr.Mahmut AK Dr.Necmi Sönmez, SSM Müdiresi Dr.Nazan Ölçer ve İÜ Rektörü Prof.Dr.Mahmut AK

İlahinâme'si ile de bilinen Attar'ın 'Kuşdili' bugünlerde, 15'inci yaşını kutlayan Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nde 13 Ağustos'a dek yer alan ve sanatçı Selim Turan'a odaklı Tez-Antitez-Sentez sergisine de ilham vermiş bulunuyor. Turan’ın sergide Dr. Necmi Sönmez imzasıyla yer alan eserleri, dönemsel birliktelikleri ve kavramsal arayışında tuttukları yer gözetilerek sınıflandırılıyor. Bölüm başlıklarının, Farsça dahil üç dil bilen sanatçının severek okuduğu ve etkilendiği tasavvuf düşünürü Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr kitabından alıntılarla adlandırıldığı sergi, “Bu yol kaç fersah?”, “İnsan burada halden hale girer”, “Biliyorsun ki kapı kapalı. Yürü o kapalı kapıya var”, “Biri diyordu ki, anahtarı kaybettim” ve “Sır denizine kavuştum, yok oldum” bölümlerinden oluşuyor.

Küratör Dr.Sönmez'in, sanatçı hakkında üç yıl önce de özel bir kitap yayımladığı bir süreçte, 1980-1994’te gerçekleştirdiği hareketli heykellerin, özel bir sergileme eşliğinde sunduğu “Selim Turan. 'TEZ-ANTİTEZ-SENTEZ' ”sergisi, Sabancı Holding’in katkıları ve İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle izleyicilere sunuluyor. Bu açıdan Turan, 1975’te Paris’teki Musée de l’Homme’da gördüğü, Kolombo öncesi Peru’da yapılmış, dokunulduğunda dönen bir cadı ve melek heykelinden etkilenerek, hareketli (mobile) heykeller yapmaya yönelmişti.

Sergi, Selim Turan’ın 1935’te Akademi’de başlayıp, yoğunluklu olarak Paris’te sürdürdüğü sanat üretiminden örnekleri, kavramsal bir çerçevede bir araya getiriyor. Hem yaşamında hem de sanatında Doğu ve Batı kültürleri arasında köprüler kurmayı başaran sanatçının üretimi, sergide “tez, antitez, sentez” kavramları kapsamında değerlendiriliyor. Bu kapsamda, sanatçı da 1976’da La Teste-de-Buch kentinde gerçekleştirdiği bir heykele de Tez-Antitez-Sentez ismini vermişti. 1969 ve 1970’te İstanbul’da açtığı kişisel sergilerinde, hem soyut hem de portre çalışmalarını sergilemekten çekinmedi.

Sergide yer alan eserlerin büyük bir kısmı, sanatçının seramik sanatçısı eşi Şahika Turan tarafından 2003’te İstanbul Üniversitesi’ne bağışlanan Selim Turan Koleksiyonu’ndan seçilirken, 1915 doğumlu ve 1947’den vefatına kadar hayatını Paris ile İstanbul arasında sürdüren Turan’ın sergide bulunan 100’ü aşkın eseri, onun her iki kentin kültür ortamından aldığı esinin izlerini taşıyor.

Sergide, Turan’ın yapıtlarının yanı sıra, kendisiyle aynı dönemde Paris'te yaşayıp çalışmış Hakkı Anlı, Nejad Devrim, Ferit İşcan, İlhan Koman, Mübin Orhon ve Fahrelnissa Zeid’in eserleri de yer alıyor. Turan’ın yakın ilişki içinde olduğu Paris sanat ortamı, 1947-1960’ta bu şehirde bulunan önemli ressamlardan Jean Bazaine, Henri Goetz, Léon Zack, Natalia Dumitresco ve Alexander Istrati’nin eserleriyle yansıtılıyor.

Sergi küratörü Dr.Necmi Sönmez ile, Turan'ı ve çağrışımlarını konuştuk:

Selim Turan Kompozisyon, 1951, Kâğıt üzerine guvaş, Env. no. 2003/2099, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu Selim Turan Kompozisyon, 1951, Kâğıt üzerine guvaş, Env. no. 2003/2099, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu

Selim Turan hakkındaki kitabı aşmak senin için tahrik edici bir problem olsa gerek, bu nasıl oldu?

Dr.Necmi Sönmez: Özellikle son odada, heykellerde aştığımı düşünüyorum. Kitabı yazarken, aklımda farklı bir takım şekillendirmeler vardı; sergiyi kurmak için eserlerle buraya geldiğimde, bayağı bir etkilendim ve onları canlandırmayı düşündüm. Arka oda için, bir ses sanatçısı beş özel ses kompozisyonu ortaya koydu. Dolayısıyla varolan bir şeyi, yeni medya tekniklerini kullanarak nasıl yorumlayabileceğim konusunda önemli bir deneyim sağladım.

Sergiye refakat eden sanat tarihsel, paralel okumalar da, senin için üç boyutlu bir dip notlama olmuşa benziyor...

Dr.Necmi Sönmez: Aynen, aynen... Tabir çok hoşuma gitti. Dip notlama diyorsun evet; yani şu çok hoşuma gitti: Selim çok konuşmayan biriydi ve artık, sanat eserinin içindeki sesi duymaya çalıştım. Hani nasıl, heykelin, yağlıboyanın ,desenin sesi ayrıdır; ben buradan Selim'in o içsel sesini dönüştürmeye ve bunu bir video ve akan görüntü olarak imgeye dönüştürmeye çalıştım. Çünkü o durağan da.

Dokümanter bir sergiyle değil, ama dokümanların bizatihi yapıtlar olduğu bir sergi ile karşı karşıyayız denebilir mi?

Dr.Necmi Sönmez: Evet, öyle. Dokümanı başkaları yapsın; bu benim işim değil. Benim kalemim değil; bu sebeple yapıtın kendisini daha çok ortaya çıkarmaya çalıştım.

Göstermekten ziyade, daha çok yorumlamışsın Selim Turan'ı...

Dr.Necmi Sönmez: Evet, nasıl ki bir orkestra şefi Ravel, Mozart yorumlamışsa, benden sonra çıkan da başka türlü yorumlayabilir. Ben kendimi bir 'enterpreneur/icracı' olarak görüyorum. Sanat tarihine bakış açımdan ötürü böyle bu. Bu, katalogda daha başka olmak zorundaydı çünkü hakkında çıkmış ilk kitaptı ve dolayısıyla ilk çalışmasından son çalışmasına kadar, kitapta Selim Turan'ın 'yol tutukluluğunun' haritası var; gidiyor-geliyor...Çok yol tutukluluğu var. Orada bu izleği ortaya çıkarmaya çalışırken, burada bu izleğin yalnızca kesitsel özellikleri ön plana çıkmış oldu.

2066,Selim Turan, Esrarkeş, 1948 Kâğıt üzerine çini mürekkebi, füzen Env. no. 2003/2066, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu 2066,Selim Turan, Esrarkeş, 1948 Kâğıt üzerine çini mürekkebi, füzen Env. no. 2003/2066, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu

Ulusal kimlik olgusu ile de çok mücadele etmiş biri Selim Turan. Bu, yapıtlarını kimlik oluşumuna da yansımışa benziyor...

Dr.Necmi Sönmez: Şöyle tabii: Babası Ali Bey Hüseyinzade'nin yaklaşımı çok önemli; ulusal kimliğin oluşum sürecinde çok aktif rol oynuyor. Ama Selim'de bunun izdüşümlerini görüyoruz. Özellikle Bedri Rahmi veya Sabri Berkel ya da Nurullah Berk gibi, Türk sanatı yaratayım diye çaba sarf etmiyor Selim Turan.

Hiç bir zaman ağzından böyle bir söz çıkmıyor. Ayrıca bu kişi çok okumuş bir kişi ve 1951'de Paris'te ilk kişisel sergisini açıyor. 42 yaşında açtığı bu sergisinin davetiyesini bana Veysel Uğurlu büyük bir şans eseri vermişti ve oradaki tablo isimlerini yan yana getirdiğin zaman, kendisinin nasıl bir okuma, olağanüstü yorumlama dünyasının olduğunu görebiliyorsun. İran, Fransız edebiyatını, Baudelaire'i biliyor. Budizmi biliyor. Küçücük bir davetiyedeki isimleri bile alt alta yazdığında bile o kadar büyük bir entelektüel derinlik çıkıyor ki, işte ben o zaman 'pes' dedim. Selim Turan, aidiyet, kimlik olayına hiç takmamış bir kişilik ayrıca.

Belki de yörüklere bu yüzden ilgi duymuş... Her yerde yalnız. Ama her yerde özgün, özgür.

Dr.Necmi Sönmez: Tabii aynen... olabilir. Evet bu çok güzel ve çok doğru. Bu küçük davetiye, benim kendisi hakkındaki bütün yorumumu değiştirdi. Benim, daha önceki, geçen yıl yaptığım bu üç yıllık kitap için bir çok kişiyle ve kurumla temas kurdum. Benim için çok önemliydi bu çalışma.

Peki Selim Turan'ı 'Paris Ekolü'nün neresine, ne kadar oturtmalıyız?

Dr.Necmi Sönmez: Yüzde yüz. Hans Harthog'un asistanı, Pierre Soulages'ın arkadaşı. Henri Goetz ile birlikte çalışıyor. O dünyanın adamı.

Siyasi bir duruş, üretim peki ?

Dr.Necmi Sönmez:Hayır, hiç bir şey yok. Belli ki babadan çok çekmiş. Hiç girmiyor o konulara...

Nejad Melih Devrim ile Selim Turan'ın yazgısal benzerlikleri olabilir mi ?

Dr.Necmi Sönmez: Benzerlikleri olmasa da, izlekleri aynı iki sanatçı. İkisi de kökeni çok soylu bir aileden geliyor, ikisi de Paris'e gidiyor, ikisi de Galatasaraylı, ama Nejad Devrim bence galiba daha ilginç bir sanatçı.

Sergide yer veremeyip, elediğin işler oldu mu ?

Dr.Necmi Sönmez: 600'e yakın eseri elemek durumunda kaldım, çünkü bunlar hep yol tutukluluğunun izleri idi. Gitmek, orada tıkalı kalmak... Ben bunları istemiyordum. Burada bir tane sarıkız, bir dansöz, bir figür yok...Bambaşka bir seri görüyoruz. Selim Turan'ın bu sergidekiler dışında başka kinetik eseri yoktur. Bunun dışında Paris'te kamusal alana kondurulanlar vardır, o ayrıdır.

Hem yırtıcı, hem kırılgan bir sanatçı mıdır Selim Turan ?

Dr.Necmi Sönmez: Evet, doğru.

Selim Turan'ın estetik kişiliğinin takipçisi ve yol arkadaşı sayabileceğimiz başka figürler var mı ?

Dr.Necmi Sönmez: Fahrelnissa Zeid, Nejad Devrim ve Albert Bitran'ı bu mirastan talepkâr olarak sayabiliriz. Bir de Tiraje Dikmen var tabii. Ayrıca elbette, İlhan Koman var ve kendisi, biliyorsun bir Dünya sanatçısı. Bunun yanı sıra, Selim Turan Abidin Dino ile 1941 Liman sergisinde birlikte iş sergiliyorlar, yalnızca yakın dostlar. Dönemsel dostluklar bunlar, neticede ikisi de birbirinin takipçisi, rakibi.

Selim Turan, Dünya ve Türk edebiyatında sana hangi kalemi veya kalemleri çağrıştırıyor ?

Dr.Necmi Sönmez: Benim için, Selim Turan'ın ortaya koyduğu çalışmalar Bilge Karasu'nun bu semiyotik yaklaşımlarına çok paralel. Onun kadar yırtıcı değil, ama suskun ve kendinden çok emin. Hiç konuşmuyor.

2127 Selim Turan Kompozisyon, 1950, Kâğıt üzerine guvaş, Env. no. 2003/2127, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu 2127 Selim Turan Kompozisyon, 1950, Kâğıt üzerine guvaş, Env. no. 2003/2127, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu

Resminde incitici bir dobralık yok mu ?

Dr.Necmi Sönmez: Evet, dediğin gibi kesinlikle var bu. Öte yandan, Paris'teki Paris Modern Sanatlar Müzesi'nde vaktiyle açılan sergileriyle, Jackson Pollock'u, Sam Francis'i görmüş bir kişilik Selim Turan. Franz Kline'ı, COBRA hareketi üyesi Wolz'u görmüş. Daha ziyade Fransız sanatçılarla ve Situasyonistler ile teması olmuş.

Türk modern sanatı tarihi niçin hep 'yetim' muamelesi görür?

Dr.Necmi Sönmez: Çünkü sanatçılardaki süreklilik ısrarı yoktur. Diğer modern Batı dışı sanatlarda, örneğin İran veya Mısır'da, ya da Yakındoğu ülkelerinde bu ısrarlılık var; sanatçı düzeyini koruyabiliyor, anlıyor musun? 30,40 yıl değil, 70 yıldan bahsediyorum. Türk sanatında böyle bir ısrar yok. Albert Bitran ve İlhan Koman dışında, dönemsel bağlamda 1947'den 2017'ye kadar belirli bir kalitede bir iş üretmiş sanatçımız yok. Öbürlerinde hep bir zig-zag. Bakıyorsun, Zeid, Mübin, Hakkı Anlı... böyle. Bence bu sanatçılar kendi yaptıklarında ısrarcı olmadıkları için, çok kırılma noktaları var. Bunu bizim bilmemiz ve teğetlememiz gerekiyor. Ben bu sergide biraz da, bu teğetlemeyi Tez-Antitez-Sentez derken bu yönüyle yapmaya çalıştım. Bu manevra ile, kırılma noktalarını temizleyip daha farklı noktalara getirmek istedim.

Selim Turan, resmindeki yalnızlığı sosyal hayatında da seçmiş biri mi ?

Evet, korkunç yalnız ama mutlu. Aynı avluda oturuyorlar, ama konuşmuyorlar.

Sözü yine 'Kuşdili'ne (Mantıku't Tayr'a) bırakalım...

"Yol gösterici yiğit hüthüt, meydana çıktı, başına tacını giydi.

Yüz binlerce kuş yola koyuldu. Aya da, balığa da gölge saldı!

Gide gide yolları, bir vadiye erişti; feryatları, âdeta aya ulaştı.

O yoldan yüreklerine bir korkudur düştü. Canlarına bir ateştir erişti.

Birbirlerine yaklaştılar; kanat kanada, ayak ayağa, baş başa uçmaya başladılar.

Hepsi de gene canlarından el çektiler yükleri ağırdı, yolları uzun!

Şaşılacak bir yoldu bu yol... bu yola ne bir giden vardı, ne de yolda bir zerre hayırlı yahut şer bir şey!

Sessiz sadasız bir yoldu...ne artıyordu, uzuyordu bu yol, ne de eksiliyordu!

Bir kuş hüthüde, "yolda neden kimsecikler yok?" diye sordu. Hüthüt, "Bu yalnızlık padişahın yüceliğindendir" diye cevap verdi. - S.140

EK:

DOĞUDAN BATIYA DOĞAN BİR GÖKKUŞAĞI HİKAYESİ

1915’te İstanbul Cağaloğlu’nda Azeri-Kafkas asıllı Prof. Dr. Hüseyinzade Ali Turan (1864-1940) ile Çerkez Süvari Zabiti Şemsettin Bey’in kızı Edhiye Hanım’ın (1890-1947) oğlu olarak dünyaya gelen Selim Turan, çocukluğu ve ilk gençliğini Üsküdar Paşakapısı’nda geçirdi. İttihat ve Terakki Partisi merkez yöneticiliği yapan, Azerbaycan Türklerinin mücadelesinde yer alan ve Türk Ocakları’nda çalışan Hüseyinzade Ali Bey, dönemin milliyetçi şair ve yazarlarıyla da yakın ilişki içindeydi.

Babasının Batı ve Doğu kültürlerinin özlerinin alınarak yorumlanmasına dayalı anlayışıyla yetişen Selim Turan, aynı zamanda onunla beraber desen yaptı, resim çizdi ve renk, form, kompozisyon denemeleri yaptı. Paşakapısı’nda oturan İsmail Hakkı Altunbezer, Hattat Kamil Efendi ve Necmettin Okyay gibi geleneksel sanatla ilgilenen ustalar da Turan’ın ilk gençlik yıllarında sanata yakın durmasını sağladı. Galatasaray Lisesi’nde okurken resme ilgisi daha da yoğunlaşan Turan, 1935’te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi.

Selim Turan’ın Akademi’ye girdiği dönem, aynı zamanda kurumda eğitim sisteminin değişmeye başladığı bir zamana denk geldi. Sanatçı, öğrenciliğinin ilk yıllarında 1914 Kuşağı’ndan Feyhaman Duran, Nazmi Ziya ve Zeki Kocamemi’nin atölyelerine devam etti. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı’nın üniversite reformları çerçevesinde kurumun Resim Bölümü Şefliği’ne getirilen Léopold Lévy (1882-1966) hem Selim Turan’ın hem da çağdaşlarından Agop Arad, Nuri İyem, Tiraje Dikmen ve Naile Akıncı gibi isimlerin özgür bir eğitim almasına vesile oldu.

Selim Turan Hareketli (Cambazlar-Mobile), 1975-1980 Japon kâğıdı, tel, ip, kumaş, alüfolyo, akrilik boya, kurşun, balmumu, raptiye, yaldızlı kâğıt, kâğıt hamuru Env. no. 2004/2264 İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu Selim Turan,Hareketli (Cambazlar-Mobile), 1975-1980
Japon kâğıdı, tel, ip, kumaş, alüfolyo, akrilik boya,kurşun, balmumu, raptiye, yaldızlıkâğıt, kâğıt hamuru, Env. no. 2004/2264,İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu

Modern Türk resminde kişiselleşme ve özgüvenin artması, Lévy’nin öğrencilerinin gündeme getirdiği bir olgu olarak sanat tarihinde önemli bir devinim noktasını gündeme getirdi. Bu hareketliliğin en görünür olduğu noktalardan biri, Selim Turan’ın 1941’de Nuri İyem, Haşmet Akal, Agop Arad, Avni Arbaş, Turgut Atalay, Abidin Dino, Fethi Karakaş, Kemal Sönmezler, Mümtaz Yener, Yusuf Karaçay ve İlhan Arakon’la beraber Beyoğlu Matbuat Müdürlüğü Lokali’nde açtığı Liman sergisi oldu. Bu sanatçılar, daha sonra Yeniler Grubu’na dönüşecek bir sanat hareketinin de çekirdeğini oluşturdu.

Akademi’den 1938’de mezun olan sanatçı, bu yıllarda kendini bulma ve araştırma dönemi olarak da nitelendirilebilecek bir süreç geçirdi. Üsküdar Sultantepe Ortaokulu, Kadıköy Sanat Enstitüsü, Moda Kız Sanat Okulu’nun aralarında bulunduğu okullarda resim öğretmeni olarak çalıştı. Sanatçı, bu dönemdeki resimlerini “realist” olarak tanımladıysa da konularını gerçekçi bir biçimde tuvallerinde yorumlamayı tercih etmedi. Bu yıllarda balıkçılar, okul çocukları, pazar yerleri gibi günlük yaşam konularını işleyen Turan’ın realist tavrı, temalarına yapısal bir açıdan bakmasıyla şekillendi ve fırçasındaki yorumla ortaya çıktı.

Selim Turan Kompozisyon, 1959,Kâğıt üzerine guvaş, yağlıboya, Env. no. 2003/2120, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu Selim Turan Kompozisyon, 1959,Kâğıt üzerine guvaş, yağlıboya, Env. no. 2003/2120, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu

Sanatçı 1941’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin Yurt Gezileri projesi kapsamında Muğla’da çizdiği resimlerde de tütüncüler, süngerciler ve incir sandıklayanlar gibi çalışan figürlerini konulaştırdı. Turan, kendine özgü yorum arayışlarının başlangıcını oluşturan bu eserlerde Anadolu’ya yönelik “folklorik” bir bakışı yansıtmaktansa gördüklerine bir anlam katarak “figür” olgusuna eğildi.

Turan, 1944’te hayatı ve sanatı üzerinde büyük etkisi olan isimlerden seramik sanatçısı Fatma Şahika Arutay’la evlendi. 1947’de Fransa Hükümeti’nden aldığı burs (Boursiers du Government Français) kapsamında eşiyle beraber Paris’e gitti. Bu yıllarda kuşağının diğer isimleriyle beraber soyut sanatın çekim alanına giren Turan, aynı zamanda Türk sanatçıların Paris deneyimlerinde önemli bir rota değişikliği yaşadığı dönemin temsilcileri arasında yer aldı. Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinde sadece var olan sanatsal eğilimleri Türkiye’ye taşımakla görevli kültür elçileri olarak gönderilen sanatçıların aksine 1945 sonrası yerleşmek amacıyla şehirde bulunan kuşak, güncel sanat akımlarıyla eş zamanlı bir diyalog içine girdiler.

Hem dönemin önemli galerilerinde kişisel sergiler açtılar, hem de jürili grup sergilerinde boy gösterdiler, eserleriyle Fransa, Belçika, Danimarka, Hollanda ve Avusturya’nın seçkin müzelerinin koleksiyonlarında yer aldılar. Bu kuşağın önemli temsilcilerinden olan Turan, önce farklı özgün baskı atölyelerinde çalışarak Asgar Jorn, Pierre Soulages, Miró, Picasso gibi sanatçıların litografi ve gravürlerini bastı. Ardından da soyut resmin önemli isimlerinden Hans Hartung’un asistanlığını yaparak, o dönemin sanatsal anlayışını birinci elden özümsedi.

Selim Turan, Bodrum, 1941, Tuval üzerine yağlıboya, Env. no. 2003/2058, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu Selim Turan, Bodrum, 1941, Tuval üzerine yağlıboya, Env. no. 2003/2058, İstanbul Üniversitesi Selim Turan Koleksiyonu

1948’de Galerie des Deux-Iles’taki grup sergisi “La Roses des Vents”la (Rüzgârgülü) soyut resimleri ilk kez Paris sanat ortamında sergilenen sanatçı, buradaki ilk kişisel sergisini de o yılların önde gelen galerilerinden Galerie Breteau’da açtı. Eleştirmenler tarafından “Siyah Dönem” olarak adlandırılan bu döneminde Turan, sıkça Hıristiyan İkonografisinin en önemli konularından biri olan çarmıha gerilmiş İsa motifini soyutlayarak kullandı. Bu dönem çalışmalarıyla “görünenin ötesine” geçmek için köklü bir duruşu sergiledi.

1960’larda Paris sanat ortamında gözlemlenen dönüşümle beraber Selim Turan’ın resim tarzında da bir değişim yaşandı. Bu dönemde araştırmalarını figüre yönlendiren Turan, 1964’ten itibaren mimar Jean Balladur ile birlikte çalışmaya başlayarak onun binaları için sanat eserleri üretti. Ayrıca Arles, Bordeaux, Cean, Carmeau, Passac, La Teste-de-Buch, Cotepave, Dieppe, Lacepier, Teeltiére, Lille, Nîmes, Toulouse, Marsilya kentlerinde okul ve üniversitelerinde büyük boyutlu heykeller, meydan düzenlemeleri, freskler gerçekleştirerek yaşamını sanat yaparak sürdürmeyi başardı.

Sanatçı 1976’da La Teste-de-Buch kentinde gerçekleştirdiği bir heykele de Tez -Antitez-Sentez ismini verdi. 1969 ve 1970’te İstanbul’da açtığı kişisel sergilerinde, hem soyut hem de portre çalışmalarını sergilemekten çekinmedi. 1975’te Paris’teki Musée de l’Homme’da gördüğü, Kolombo öncesi Peru’da yapılmış, dokunulduğunda dönen bir cadı ve melek heykelinden etkilenerek, hareketli (mobile) heykeller yapmaya yöneldi.

1979’da dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün daveti üzerine İstanbul’a gelen ve yaşamının son döneminde folklorik temalara ilgisini gösterdiği bir dizi çalışma üreten Selim Turan izleyeni şaşırtan, ona sürekli olarak soru sorduran bir sanatçıdır. Özellikle babasının Doğu-Batı kültürleri arasında kurmaya çalıştığı bağ, Turan’ın bir yanda Léopold Lévy’nin öğrencisi olarak modern sanatı kavramasına yardımcı olduğu gibi, geleneksel sanatlar alanında çalışmasını da destekliyordu. İlk bakışta bir karşıtlık olarak gözükse de, Turan inanılmaz duygu yoğunluğuna ulaştığı soyut resimlerindeki “ustalıklı ifade” ile hareketli heykellerindeki “oyun havası” arasında bir ayrım gözetmedi.