
Meral Danış Beştaş: Demirtaş, Erdoğan’dan daha özgür
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş için “terörist” ifadesi kullanması, HDP’ye yönelik tutum konusunda yeni bir eşik anlamına geliyor. Erdoğan, Demirtaş’ı 6-8 Ekim 2014’teki Kobani olaylarının sorumlusu olarak lanse ederken, yargı da Demirtaş dosyasını bu olaylar sırasında katledilen Yasin Börü dava dosyasıyla birleştirdi. Öte yandan TBMM’nin bombalandığı darbe girişiminin yıldönümünde, AKP-MHP ittifakıyla gündeme getirilen TBMM İç Tüzük değişikliği teklifiyle milletvekillerinin ifade özgürlüğüne önemli kısıtlamalar getirilmesi öngörülüyor.
15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti. Bu süreçte darbe girişiminin baş aktörü olan Fethullahçı örgütlenmenin devlet içinde önemli ölçüde tasfiye edildiği ifade ediliyor. Peki, gerçekten de Fethullahçılar artık eski güçlerine kavuşamayacak düzeyde tasfiye edilebildiler mi? Neden yargı içinde sürekli değiş-tokuş yapılıyor, atanan hâkim ve savcılar tekrar görevden alınıyor?
TBMM Anayasa Komisyonu üyesi, HDP Adana milletvekili Meral Danış Beştaş’la kendilerini yıllarca hedef alan Fethullahçı yapılanmayı, 15 Temmuz ve sonrasını, Kobani olaylarını ve Demirtaş’a yönelik basıncı konuştuk.

HDP Adana milletvekili Meral Danış Beştaş
‘MESELE KÜRTLER OLUNCA TUTUM DEĞİŞMEDİ’
Cemaatin iktidar tarafından muteber görüldüğü dönemde size yönelik çok sayıda siyasi operasyonun başını Fethullahçıların çektiği söyleniyordu. 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden geçen bir yılda devlet içindeki Fethullahçıların büyük ölçüde tasfiye edilmesinin size yönelik etkisi ne oldu?
15 Temmuz’dan sonra Fethullahçılara karşı en fazla operasyon yargı içinde gerçekleştirildi. Fethullahçıların bize yönelik operasyonlarından söz edildiğinde 14 Nisan 2009’da başlayan KCK operasyonları, Hatip Dicle ve Fırat Anlı’nın da aralarında bulunduğu meşhur kelepçeli fotoğraf akıllara geliyor. O operasyonlarda binlerce insan tutuklandı ve yıllarca hapis yattılar. Fakat o davalara bakan hâkim ve savcıların hemen hepsi FETÖ’den tutuklandı. Bazıları örgüt üyeliğiyle, müebbet hapis cezasıyla yargılanıyor. Mesela Hatip Dicle, Kamuran Yüksek gibi siyasetçilerin de bulunduğu KCK Ana Davası’nın mahkeme başkanı üç kez müebbetle yargılanıyor. Bunların arkadaşlarımız hakkında hazırladıkları iddianameler ve hatta aldıkları mahkumiyet kararları var. Biz bu hâkim ve savcıların aldıkları kararlarla ilgili yargılanmanın yenilenmesi talebinde bulunduk. Bu taleplerimizin hiçbiri kabul edilmedi. Dahası, HSYK’nın, yani aslında iktidarın atadığı yeni hâkim ve savcılardan oluşan mahkeme heyeti, FETÖ’den tutuklu savcıların iddianame ve mütalaalarına dayanarak mahkumiyet kararı verdi. Fakat Ergenekon ve Balyoz davalarında ise yeni atanan hâkimler tümüyle beraat kararı verdi. Yani Ergenekon ve Balyoz sanıkları aklanırken, mesele Kürtler olunca tutum değişmedi.
Yargıtay’ın Mart ayında Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Bekir Kaya dosyasında sanıklar lehine verdiği karar da var ama…
Yargıtay’ın yaptığı, halen Silivri’de yatan Bekir Kaya’nın gerçek siyasi faaliyetlerini, siyasi faaliyet olarak kabul etmesinden ibaret aslında. Ama bu karar yerel mahkemelere yansımadı. Nitekim halen bu tür demokratik siyasi çalışmalardan dolayı örneğin Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, milletvekilleri, belediye başkanları hapiste. Oysa normalde bağlayıcı olan Yargıtay içtihadının hemen yerel mahkemelerde karşılık bulması gerekiyor. Sonuçta Ergenekon, Balyoz sanıkları için pozitif sonuç yaratan Fethullahçı hâkim-savcı tasfiyesi Kürt siyasetçileri açısından herhangi bir pozitif etki yaratmadı. Mesele Kürtler, talep de eşit ve özgür yurttaşlık temelinde demokratik çözüm olunca, AKP ve FETÖ ittifakı, işbirliği devam ediyor!
Nasıl yani?
Bu çok net bir tablo. 15 Temmuz darbe girişimiyle AKP-FETÖ çatışması doruğa çıktı ve şu an en büyük düşman olarak Fethullahçıları gösteriyorlar. Oysa pratikte Kürt karşıtlığında, Kürtlerin haklarını vermeme, dil ve kültürünü reddetme ve yargıdaki pratiği devam ettirmede işbirlikleri devam ediyor.
AKP’yle çatışmaya başladıktan sonra Fethullahçıların sizinle yakınlaşmak için herhangi bir girişimleri oldu mu?
Fethullahçıların bize yaklaşmasının söz konusu olmadığını söylemeyi bile zul addederim. Fethullahçıların Kürtlere, daha da ötesi demokratik muhalefete yaklaşımını herkes biliyor. Ama hükümet böyle bir algı yaratmak istiyor.
‘FETHULLAHÇILAR İÇİMİZE SIZAMADI’
İktidarla çatışma öncesinde en fazla size yönelik operasyonları organize eden Fetullahçıları hâlâ bir tehdit olarak görüyor musunuz?
15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı hapse ilk atılacak olanlar bizlerdik. Ama darbe girişimi başarısız oldu, yine hapse giren bizler olduk. 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL, bize yönelik bir darbedir.
Son bir yıldır yapılan operasyonlarda görülüyor ki, hangi taşı kaldırsanız altından Fethullahçı çıkıyor. Devletin, siyasetin, sivil toplumun pek çok alanına sızmış olan Fethullahçılar nasıl oldu da Kürt hareketinin, HDP’nin, DBP’nin içine sızamadı?
Fethullahçıların bizim içimize sızmaları söz konusu olsaydı, AKP bunu binlerce kez deşifre etmişti. Fakat iktidar, devlet, tüm istihbarat kurumları bizimle ilgili böyle bir veri elde edemedi, edemez de. Çünkü yok. Biz bir halk hareketiyiz ve hareketimizden herhangi bir iktidar pastası çıkmaz. Bizde acı, mazlumiyet ve buna karşı bir direniş var. Biz siyaseti iş bulma, iş verme, ihale kapma, kariyer devşirme alanı olarak kullanmıyoruz. Ne birilerine HSYK’dan kadro verebiliriz, ne de bankaları peşkeş çekebiliriz. 85 belediye eşbaşkanımız hapiste ama hiçbiri hakkında bir yolsuzluk iddiası yok.
‘O KADAR AYNILAŞMIŞLARDI Kİ, ŞU AN AYIRT EDEMİYORLAR’
Yargı konusunda hâlâ hangi yargıcın Fethullahçı, hangisinin AKP’li olduğuna dair şaibeler var. Hâlâ yaptıkları atamaları geri çekiyorlar, yer değiştiriyorlar, tenzili rütbe yapıyorlar. Nasıl oluyor da bunca istihbarata rağmen bu konudaki belirsizlik sürüyor?
Çünkü etle tırnak gibiydiler, iç içe geçmişlerdi. O kadar aynılaşmışlardı ki, şu an ayırt edemiyorlar. Hâkimin Fethullahçı olup olmadığı alnında yazmıyor. Geçmişte birlikte hareket etmişler, aynı pencereden bakmışlar. Şu anda mesela, HSYK atamalarında ölçü nedir, örneğin tutuklu milletvekilleri dosyalarına bakan Diyarbakır Başsavcı vekili Kurtçu Eker, neye göre alınıp Fethiye başsavcısı yapıldı? AKP milletvekili Şamil Tayyar mesela, Kurtçu Eker hakkında FETÖ’cülük imasında bulundu…
Tutuklu milletvekilleri dosyasına bakan savcının yerinin değiştirilmesi sizin lehinize değil mi?
Değil; çünkü diğer hâkim-savcılar aynı uygulamayı sürdürüyor.
‘İKTİDAR KORKMAKTA HAKLI’
O halde niye yeri değiştiriliyor?
AKP kendini güvende hissetmiyor. Korku AKP’yi ve genel başkanını esir almış durumda.
Devlet içinde bu kadar örgütlenmiş bir yapı söz konusuyken, bu korkuyu yaşamakta haksızlar mı?
Korkmakta çok haklılar; çünkü o kadar büyük hukuksuzluklara, suçlara imza attılar ki! Bu suçları hafifletmek için yaptıkları her yeni hamlede daha büyük bir hukuksuzluğa imza atıyorlar. Bunların ortaya çıkması, onları sanık yapacak. Uluslararası Ceza Mahkemesi önünde yargılanmalarını gerektiren fiiller var. Keza şu anda, mesela Rıza Zarraf ABD’de tutuklu ama başrolde hükümet üyeleri var. Türkiye tarihinde ilk kez bu davalar kapsamında bir mahkeme kanunla ortadan kaldırıldı, savcılar değiştirildi ve atanan yeni savcılara takipsizlik kararı verdirildi. Dolayısıyla insan suçlu olunca korkar. Biz niye korkmuyoruz? Çünkü hesabını veremeyeceğimiz hiçbir şey yok.
Az önce “yargıda FETÖ-AKP ittifakı devam ediyor” dediniz. Bu iddianızı biraz daha sarihleştirir misiniz?
Oturup anlaşılıyor anlamında değil, bakışları ve yaklaşımlarının benzerliğini vurgulamak için söylüyorum. Ama bu bakış ve yaklaşım benzerliği belki de zımni bir ittifaktır. Yarın, öbür gün tekrar bir araya gelmemeleri için belki de bir sebep yoktur.
Sizce bunca tasfiye operasyonundan sonra Fethullahçıların tekrar dirilerek eski güçlerine kavuşmaları ihtimali var mı?
Bu kadar kolay bitirilebilecek bir yapı değil. Uluslararası alanda bu kadar geniş kadroları elinde tutan, yargıdan emniyete kadar devlet aygıtı içinde bu kadar örgütlenmiş bir yapı bir-iki yılda temizlenemez. Öte yandan 15 Temmuz sonrasında yapılan operasyonlarda tutuklanan herkes Fethullahçı değil. Hükümet de bu konuda, bir yönüyle amatörce, el yordamıyla, korku psikolojisiyle, bir yönüyle de son derece kurnazca hareket etti. Herkesi FETÖ torbasına koyuyorlar. Sadece ‘üstünün emrine riayet etti’ diye yüzlerce asker FETÖ’den tutuklandı. Ayrıca hazır böyle bir “lütuf” elde etmişken de örneğin Ahmet Şık, Kadri Gürsel gibi isimleri bile FETÖ’cü ilan ettiler. Buna benzer yüzlerce insanı da bu kapsamda hapsettiler. Bütün muhalefeti bir-iki torbaya sıkıştırmaya çalışıyorlar. Ya PKK veya FETÖ diyorlar.
‘DEMİRTAŞ, AKP’Yİ İKTİDARDAN İNDİREN TEK LİDERDİR’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz gün Almanya’daki G-20 zirvesi sırasında Selahattin Demirtaş için “o bir terörist” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu açıklama, AKP’li olmayan herkesin terörist ilan edilmesidir.
Erdoğan bu suçlamayı, 6-8 Ekim 2014 Kobani olayları bağlamında yaptı. Olaylar sırasında öldürülen gençlerden Yasin Börü dosyasıyla Demirtaş’ın dosyası birleştirildi. Erdoğan’ın açıklaması ile yargının bu kararı, Demirtaş açısından ne anlama geliyor?
Demirtaş deyince, milyonlarca insanın iradesini temsil eden, ABD’nin önde gelen itibarlı dış politika dergilerinden Foreign Policy tarafından dünya lideri seçilen, insan hakları ödülleri almış ve şu anda da Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü’ne aday gösterilen bir liderden söz ediyoruz. Demirtaş sadece Kürtler nazarında değil, Türkiye genelinde büyük bir sempati toplamış, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a karşı büyük büyük bir başarı sağlamış bir lider. Ama en önemlisi de 7 Haziran’da AKP’yi iktidardan düşüren tek liderdir Demirtaş. 2002’den 2015’e kadar kimse AKP’nin tek başına iktidarını engelleyemezken Demirtaş şahsında bizim siyasetimiz bunu gerçekleştirdi. Dolayısıyla Erdoğan’ın Demirtaş’a ilişkin söylediği sözü şahsi öfkesiyle açıklamak lazım. Demirtaş sadece halkın yüreğinde yer alabilen çok başarılı bir politikacı olmakla kalmadı. İyi bir baba, iyi bir arkadaş, iyi bir sanatçı aynı zamanda. Dolayısıyla hedeflenen, Demirtaş’ı ve onun şahsında da HDP’yi bitirmektir.
Peki, bunun zemini için neden 6-8 Ekim olayları ve Yasin Börü davası seçildi sizce?
Bakın, Demirtaş’ın davası şu anda Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde. Normalde “tensip” dediğimiz ilk inceleme yapılır ve maksimum iki hafta içinde duruşma günü belirlenir. Demirtaş dosyası ise aylarca duruşma günü bekledi. Ve mahkeme başkanı sürekli dosyanın Yasin Börü dava dosyasıyla birleştirilmesini istedi. Yasin Börü davası Ankara’da bir başka mahkemede görüldü, karar çıktı, kamuoyuna yansıdı, bitti. Fakat dosyanın bir bölümü tefrik edildi.
Tefrik edilmesi ne anlama geliyor?
Davada üç sanık var, ikisi hakkında eksiklikler tamamlanarak karar verildi. Ama bir sanıkla ilgili eksiklikler tamamlanmadığı için tefrik edildi, ayrıldı yani. Mahkeme, birkaç defa Demirtaş’la Börü davası arasında bağ olmadığı için birleştirilme talebini reddetti. Bunun üzerine 19. Ağır Ceza Mahkemesi re’sen, yani kendiliğinden dosyayı birleştirme kararı aldı. Erdoğan da bununla eşzamanlı olarak Demirtaş’a terörist dedi ve onu Kobani olaylarındaki ölümlerden sorumlu tuttu. Şimdi kim bize, mahkeme kararıyla Erdoğan’ın açıklaması arasında ilişki olmadığını söyleyebilir!
‘HDP’YE YÖNELİK YARGI OPERASYONUNU HÜKÜMET YÖNETİYOR’
Fakat Erdoğan’ın açıklaması, mahkemenin dava dosyalarını birleştirme kararından sonraydı…
Elbette; ama mahkemenin dosyaları birleştirme ısrarının arkasında bu siyasi yaklaşımın olmadığına kimse bizi ikna edemez. Mahkeme bu siyasi yaklaşımla yönetiliyor. Tıpkı 4 Kasım’daki gibi.
Milletvekillerinizin gözaltına alındığı operasyondan söz ediyorsunuz…
Evet, 4 Kasım 2016’da, aynı dakikalarda, farklı 6 ilde, 6 ayrı savcıya yaptırıldı o operasyon. Bu hukuk işlemi değil, siyasi bir faaliyettir.
Niye? Normalde tek bir savcı mı yapar bu tür operasyonları?
Tabii ki! Normalde savcılar arasında bir koordinasyon yoktur. Bingöl savcısıyla Diyarbakır savcısının veya İstanbul’dakiyle İzmir’dekinin birbirinden haberi olamaz. Zaten hukuk sistemimizde böyle bir koordinasyon mekanizması yok. Dolayısıyla karar Ankara’dan verildi. HDP’ye yönelik operasyon hükümet tarafından yürütülüyor. Başında da kimin olduğunu biliyoruz… Şimdi gelelim, neden Kobani olayları zemin olarak seçildi sorunuza. İlk günden itibaren, 6-8 Ekim’den HDP’nin ve Demirtaş’ın sorumlu olduğuna dair bir algı oluşturulmaya çalışıldı ve bunu da Yasin Börü üzerinden yaptılar.
İşin vak’a boyutu bu. Peki, hukuk boyutu ne?
Bir kere Demirtaş hakkında Börü davasıyla ilgili bir fezleke yok. Milletvekillerinin yargılanabilmesi için meclisin bir fezlekeyle ilgili dokunulmazlığı kaldırması gerekiyor. Şimdi mahkeme, olmayan bir fezleke üzerinden dosyayı birleştiriyor. Bunun hukukla hiçbir alakası yok. Avukatlar bu karara itiraz ettiler tabii.
‘ÜYELERİMİZ KADAR YASİN BÖRÜ İÇİN DE ÜZÜLDÜK’
Selahattin Demirtaş, Erdoğan’a verdiği yanıtta Kobani olayları sırasında öldürülen 54 kişiden 44’nün HDP’li olduğunu ifade etti. Fakat İzmir’de linç edilen Ekrem Kaceroğlu gibi birkaç isim dışında bu 44 HDP’li hakkında neredeyse hiçbir bilgimiz yok. Kaceroğlu ismini hatırlamamızın sebebi de, linç edilen oğlunu korumaya çalışan baba Bedrettin Kacaroğlu’nun polise mukavemetten yargılanmış olması. Dolayısıyla biz neden öldürülen 44 HDP’li hakkında doğru dürüst bir bilgiye sahip değiliz?
Öncelikle o tarihteki gelişmeleri hatırlayalım. 15 Eylül 2014’te IŞİD’in saldırısı karşısında Diyarbakır’dan Antalya’ya, İstanbul’dan Ankara’ya kadar halk neden Kobani’ye sahip çıktı? Suruç halkıyla Kobani halkı aynı ailenin parçaları.
Ahmed Arif’in tabiriyle “birbirine karışmış tavukları…”
Kardeşimin karşı karşıya olduğu tehlike beni ne kadar ilgilendiriyorsa, Kobanilinin karşı karşıya olduğu tehlike de beni o kadar ilgilendirir. İkincisi de IŞİD o dönemde Şengal ve Musul’da insanın izah edemeyeceği vahşetlere imza atıyordu. IŞİD’in Kobani kuşatmasıyla insanlardan tepkiler, sivillerin kurtarılması için koridor oluşturulması talepleri gelmeye başladı. Sınırda nöbet tutan siviller gazlı, coplu müdahalelerle karşılaştılar. Türkiye’nin Kobani’ye yardım etmesini istedik. HDP, halka bu konuda demokratik tepki çağrısı yapmıştı. Tıpkı Adalet Yürüyüşü gibi, tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminde bizzat cumhurbaşkanının halkı sokaklara çağırması gibi. Ayrıca o dönemde çözüm süreci, hükümetle görüşmelerimiz devam ediyordu. Salih Müslim, Türkiye’ye geliyor, resmi karşılanıyordu. Buna mukabil 15 Eylül’den itibaren halkta bir infial vardı.
Keza Kobani’den de her gün cenazeler geliyordu…
Tabii, İnsan Hakları Gözlemevi’nin raporuna göre 15 Eylül-1 Ekim tarihleri arasında 412 sivil yaşamını yitirmiş Kobani’de. 90 bin insan Türkiye’ye kaçmak zorunda kalmış. Bunun üzerine 1 Ekim 2014 günü Demirtaş, başbakan Ahmet Davutoğlu’yla görüşmek için Amerika’daki programını yarıda kesip gelmişti. Davutoğlu-Demirtaş görüşmesinde çözüm sürecinin devamının risk altında olduğu belirtilmiş, Kobani’ye koridor açılması, katliam tehdidinin bertaraf edilmesi konusunda bir “konsensüs” sağlanmış, bu da basına açıklanmıştı. 6 Ekim’de Mürşitpınar sınır kapısı IŞİD tarafından alınınca, Kobani’deki binlerce insan tehdit altına girdi. Bunun üzerine partimiz her zaman yaptığı çağrılardan birini yaparak halkı demokratik tepki göstermeye çağırdı.
‘KOBANİ OLAYLARINDA ÖNLEME DEĞİL TEŞVİK VARDI’
Ne oldu da o tepkiler onlarca insanın ölümüne sebep olacak bir çatışmaya dönüştü peki?
6 Ekim’de Varto’da bir genç polis tarafından öldürüldü. Sonra Batman’da Hüda-Par’lı olduğu iddia edilen kişilerin saldırısıyla bir kişi daha hayatını kaybetti. Devamında da Yasin Börü’nünki dahil dehşet olaylar, ölümler yaşandı. İddia ediyorum, ispat da edebilirim, polisin görevini yaptığı hiçbir toplumsal olayda ölüm olmamıştır. Sokağa çıkanları, o etkinliği korumak, demokratik tepkinin ortaya çıkmasını sağlamak ama şiddeti de önlemektir polisin görevi. Bir milyon insan Newroz’da toplanıyor, kimsenin burnu kanamıyor. Adalet Yürüyüşü’nde örneğin, niye kimsenin burnu kanamadı? Çünkü orada polis müdahale etmedi. Çünkü içeriye provokatörler girmedi, kimse tahrik etmedi. Polis koruma görevini yerine getirdi. Demek ki isteyince oluyor. Şunu da özellikle söyleyeyim ki, biz HDP’li üyelerimiz için ne kadar üzüldüysek Yasin Börü için de o kadar üzüldük. İlk günden itibaren de o konudaki düşüncemizi söyledik. Sonradan da Hüda-Par Genel İdare Kurulu Üyesi Şeyhmus Tanrıkulu, iktidarın Yasin Börü cinayetini kullandığını ifade etti.
Peki siz 44 üyesini kaybetmiş bir parti olarak, söylemsel düzeyde de olsa, neden bu karşı propagandanın üstesinden gelemediniz?
Gelemedik, bunu kabul ediyorum. Ama bunun gerekçeleri de var. Basın bize kapalı, suç duyurularımız sonuçsuz kalıyor, takip ettiğimiz davalarda genellikle ceza verilmiyor. Polislerin ve HDP’ye karşı olanların korunma zırhı çok yüksek. Bu olaydaki davalara baktık, Yasin Börü dışında sadece Şehriban Sertkal’ı bulduk. Antep’te sağır-dilsiz bir kadın Kobani olayları sırasında yoldan geçerken yaralanmış ve bu olayın sanığı yapılmış. Sonra bakmışlar ki bir şiddet aracı elinde yok, bu sefer de propagandadan sanık yapılmış.
Yani 6-8 Ekim olaylarında öldürülenlerle ilgili hukuki bir takip olmadı mı?
Devlet o zaman ortadan çekilmişti. Kimseye müdahale edilmemiş, kimlik sorulmamış, bir nevi “ne yaparlarsa yapsınlar” denilerek bir ortam yaratılmıştı. Önleme çabasından çok saldırıya teşvik vardı. Bildiğim kadarıyla Yasin Börü ve Şehriban Sertkal dışında açılmış bir dava yok. Yargılanan kimse yok! Soruşturma var ama duruyor, ilerlemiyor. Meclis’te bu ölümlerle ilgili 11 soru önergesi verdik, hiçbirine yanıt verilmedi. 5 tane araştırma önergesi verdik, komisyon kurulsun ve bu ölümler araştırılsın istedik, hepsi de AKP tarafından reddedildi. Olaylar sırasında Bingöl’de emniyet müdür yardımcısı Ali Şahin ve komiser Hüseyin Hatipoğlu kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürüldü. Bunun üzerine bir araçta dört kişi öldürüldü ve Davutoğlu “sorumlular cezalandırıldı” dedi. Fakat bu dört kişiyle ilgili balistik inceleme yapıldı ve polislerin ölümünde fail olmadıkları ortaya çıktı. Peki, kim öldürdü emniyet müdür yardımcısını? Meçhul, hâlâ bilinmiyor. Tıpkı Yasin Börü dışındaki diğer vatandaşların faillerinin bulunmaması gibi bu olayın da failleri bulunmadı. Peki diğerleri bu ülkenin yurttaşları değil mi?
‘HALK DEMİRTAŞ’I YALNIZ BIRAKMAYACAK’
Bu olaylardan sorumlu tutulan ve bir cinayet davasıyla dosyası birleştirilen Demirtaş için nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz?
Demirtaş’ı halk yalnız bırakmayacak. Çok sevilen ve sahiplenilen başkanımızla partililerimizin, vatandaşlarımızın hiçbir zaman bağı kopmadı. Bu devam edecek. Ama içeride ama dışarıda, kesinlikle Demirtaş, Erdoğan’dan daha özgür. Dört duvar arasındasın ama düşüncen, inancın, mücadele azmin, asıl özgürlüğü sağlayan unsurlardır. Ben başkanımızın da orada Erdoğan’dan da, Binali Yıldırım’dan da ve dışarıda kendilerini özgür zannedenlerden de çok daha özgür olduğunu vurguluyorum. Tabii hükümet HDP’yi kendisine bir engel olarak görüyor. Çünkü biz “radikal demokrasi” diyerek, “büyük insanlık” diyerek yola çıktık. Sünniyse Sünni, Aleviyse Alevi, kadınsa kadın, eşcinselse eşcinsel, Kürtse Kürt, Türkse Türk… Birlikte yaşam tahayyülünü temsil ediyoruz. Bu da iktidarın savunduklarının tam tersi. Bizim yükselişimizi durdurmak için muazzam hukuksuzluklara imza atıyorlar. Amaçları bizi eritmek, tasfiye etmek, konuşamaz hale getirmek.
Peki, eriyor musunuz?
Erimediğimizi gördükçe daha çok öfkeleniyorlar. En son çıtayı “terörist” demeye kadar vardırmanın sebebi bu. Niye erimiyoruz, çünkü bizim üyelerimizin bir çıkar beklentisi yok. Haksızlığa, baskıya ve sömürüye “hayır” dedikleri için siyasetteler. Bu mücadelede bir şey aldıkları için değil, hep verdikleri için yer alıyorlar. Bu haksızlığın, zulmün bitmesi için de vargüçleriyle yaşamlarını ortaya koyuyorlar. Demirtaş içeride de olsa dışarıda da olsa bu mücadeleye özgür bir birey olarak devam edecek. Ama Demirtaş’ı cezaevinde tutmaya devam etmek o kadar kolay olmayacak. HDP kursaklarından geçmez. Çünkü biz gerçekten büyük bir dirence sahibiz. Neyle terbiye edecekler bizi? Cezaevinden, ölümden ötesi var mı?
Meclis’in önümüzdeki günlerde temel gündemi İç Tüzük değişikliği olacak. 18 maddelik bu değişiklik paketinin milletvekillerinin ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı unsurlar içerdiği ifade ediliyor. Örneğin “Kürdistan”, “Kürt illeri”, “Ermeni Soykırımı”, “Soma katliamı” deyince para cezasına çarptırılabilecekler. Bu değişiklik de geçtiğinde Meclis, milletvekilleri için nasıl bir yer olacak?
İç Tüzük değişikliğiyle muhalefet sadece göstermelik olacak ve iki partinin ittifakını izleyecek. Muhalefet kendi sözünü söyleyemeyecek, para cezası tehdidiyle karşı karşıya olacak. “İşkence yapılabilir, ben de bunun önlenmesi için bir şey yapmam ama sen de ‘işkence var’ diyemeyeceksin” demektir bu. Soma’da 301 insan yaşamını yitirdi ama sen ‘Soma katliamı’ diyemezsin. Kürt halkı diye bir halk var, Kürtçe diye bir dil var, oturdukları bir coğrafya var ama ‘Kürdistan’ veya ‘Kürt illeri’ diyemezsin diyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürtçe konuşana para cezası veriliyordu. Şimdi vatandaşa değil, vatandaş şahsında milletvekiline para cezası vermek istiyorlar. Kürtçe konuşana para cezası öngören 2932 sayılı yasa 1991’de kaldırılmıştı, Şimdi milletvekillerine bu yasağı getiriyorlar ki, vatandaş ifade etmeye cesaret dahi edemesin. Çünkü vekillik düşünce-ifade özgürlüğünün maksimum düzeyde korunduğu bir görevdir, Meclis de böyle bir yerdir. Biz sorunları parlamentoda konuşamayacak, çözemeyeceksek nasıl çözülecek?
Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Şafak sıkıştırırken
AKP ve kurmayları, genel merkezi Ankara’da, milletvekilleri TBMM’de, ülkenin dört bir yanında büroları, teşkilatı bulunan legal, siyasi bir partiyi açıkça “terör örgütü” olarak ilan ederken, bunun delillerini sunamıyor. HDP’nin kapatılması için ilgili “hukuki” birimleri göreve davet etmiyor. Öyle anlaşılıyor ki parti kapatmaya girişmesi de AKP açısından yeni ve zorlu bir gündem anlamına geliyor. O nedenle polisiye tedbirlere ağırlık vererek HDP’yi kapatmaktan beter etmeye çalışıyor; milletvekillerini de baş edemeyecekleri bir yanlışı yapmaya zorluyor.
Aksu Bora: Öğrenilmiş bir ideolojidir aşk
Prof. Dr. Aksu Bora’ya göre aşk, patriarkanın kuvvetli bir aracıdır ve dolayısıyla politiktir. Erkeğin kıskançlığının da kadın üzerindeki otorite ve baskının meşruiyet zemini olarak kullanıldığını düşünen Bora, bireyin öznelik kapasitesini örseleyen bir kurum olarak aile ile devletin birlikte mutlu olduğunu ve aralarında iş bölümü yaptığını söylüyor. Bora’ya göre feministler patriarkanın yarattığı “dünyada iki tür insan var: kadınlar ve erkekler” söylemini aşıp özgürleşme yolunda yeni ufuklara açılmalı.
Bye bye hepınız!
AKP açısından sağ muhalefete “bye bye hepiniz, beni takip ediniz” demenin koşulları artan bir hızla oluşuyor. Böylesi bir arenada iktidarla uyumlu sağ muhalefetin en azından sosyal demokrat seçmeninin kime “bye bye hepınız” diyeceğini görmek için de az bir zaman kaldı.
Gülnur Acar Savran: Erkeklik krizi yok, patriarka hâlâ çok güçlü
Feminist yazar ve teorisyen Gülnur Acar Savran’a göre tüm egemenlik ilişkilerinde olduğu gibi ailenin birliği de şiddet ve rızaya dayanıyor. Patriarka ve kapitalizmin işbirliği, kadınları aileye, haneye hapsediyor ve onları şiddete, emeğin sömürülmesine rıza göstermeye zorluyor. Savran’a göre her şeye rağmen feministlerin sesi hane içlerine ulaşıyor. O yüzden Türkiye’de kadın cinayetlerine, dayağa karşı tepkiler kitleselleşiyor…
'Bunlar gidici' umudunun bitmesi umudu
Muhaliflerin “elinde kalan” tek dayanak olan sevdiği sanatçıları da ya “yanına” çekiyor veya onlarla “poz” verdiriyor. Muhaliflerin tüm dayanaklarını, avuntularını, umutlarını, hayallerini birer birer yıkıyor. Ve böylece şimdiye kadar muhalefetin tabanını dinamik tutmak için kullandığı ama aslında ezilenlerde rehavete, AKP tabanında ise dinamizme yol açan “bunlar gidici” umudunun sonuna yaklaşılıyor.
Büşra Sanay: Ensesti dinlerken mutlu çocukluğumdan utandım
"Kardeşini Doğurmak" kitabının yazarı, CNN Türk spikeri Büşra Sanay’a göre Türkiye’de ensest belli bir bölgeyle, sınıfsal konumla, eğitim durumuyla, kültürel yapıyla sınırlandırılamaz. İstanbul’dan Ege’ye, Karadeniz’den Güneydoğu’ya, “insanın olduğu her yerde” ensest olduğunu söyleyen Sanay uyarıyor: “Babasıdır, annesidir, ağabeyidir, dayısıdır yapmaz demeyin!”
Suskunlar seslerinin duyulmadığını mı sanıyor?
Eğer iktidardaysanız veya iktidarın açık yahut gizli müttefikiyseniz, AKPM karar tasarısına elbette ret oyu verirsiniz. Peki ya iktidarla bir alakanız yoksa, iktidarın açık/gizli işbirlikçisi değilseniz, yukarıdaki tespitleri neden reddedersiniz? Korkudan mı? CHP, AKPM kararına “evet” oyu vermesi halinde yerel seçim öncesinde AKP’nin hedefi haline gelmekten korkmuş olabilir. Ama eğer siyasetçi olarak korkuyorsanız ya bu korkunuzu veya muhalefet partisi olmaktan vazgeçtiğinizi ilan edersiniz. CHP bu iki ilandan birini daha ne kadar erteleyebilir?
Orhan Gazi Ertekin: Palu ailesi üzerinden lanet ayini yaptık
Türkiye’deki hukuksuzluk düzenine ilişkin keskin eleştirileri içeriden yapan bir yargıcın kapısını çaldık. Aynı zamanda Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı olan Orhan Gazi Ertekin’le modernliğin “eşit yurttaşlık” söyleminin altına gizlediği dört büyük eşitsizliği, Türkiye’deki mevcut “devletsizliğe” kaynaklık eden ve aynı anda yaşanan cumhuriyet, siyasal İslâm ve Erdoğan krizlerini, Türkiye yargısının aileye ve aile içi şiddete bakışını, Cumhuriyetin başından itibaren birlikte yürüttüğü ana hukuk ile kontrgerilla hukukunu ve bunun siyasal, sosyal sonuçlarını konuştuk…
Erdoğan artık normalleşme istiyor
Belki de Erdoğan’ın, ekibiyle beraber Fazıl Say konserine icabet etmesini bu filmin/dizinin “olağan” sahnelerinden biri olarak okumak gerekiyor. Senaryo tıkır tıkır işliyor, herkes kendisine biçilen rolü başarıyla oynuyor ve olağanüstülük artık olağanlaşıyor. Bundan sonra iş, izleyicinin heyecanını diri tutmak için küçük gerilimler yaratmaya, beklenmedik jestler yapmaya kalıyor…
Alanur Çavlin: Derin devlete benzer bir derin aile var
"Ailenin Karanlık Yüzü/ Ensest" kitabının yazarlarından Doç. Dr. Alanur Çavlin’e göre derin devleti çağrıştıran bir “derin aile” var ve bu “derin aile” başta ensest saldırı olmak aile içi şiddeti, çok sayıda mekanizmanın aileyi kollama refleksi sayesinde rahatlıkla gizleyebiliyor. Çavlin’e göre ensest mağduru çocuğu da, o çocuğu kurtarmaya çalışan bireyi de koruyan, güçlendiren hiçbir mekanizma yokken, ailenin karanlığından kaçan çocuklar dışarıda başka bir karanlığın içine düşüyor…
İmralı kapısı neden aralandı?
AKP, yerel seçimlerde kayyım politikasının iflasını ortaya koyacak bir sonuçla karşılaşmamak için çeşitli hamleler yapıyor. Leyla Güven’in sağlık sorunlarının derinleşmesi ve tecrite karşı kampanyanın genişlemesi, bu açıdan aleyhte bir gelişme olarak okunmuş olabilir. Dolayısıyla Öcalan’a en temel haklarından birinin istisnai olarak tanınmış olmasının en azından bu kampanyayı kırabileceği hesaplanmışa benziyor.
Nükhet Sirman: Palu ailesini istisna gibi göstermek korkunç!
Prof. Dr. Nükhet Sirman’a göre Palu ailesinin hikâyesinde akıl almaz olaylar olsa da, bu ailenin karanlık yüzü istisna değil. Her ailenin karanlık bir yüzü olduğunu söyleyen Sirman, Palu ailesinin gerçekliğine şaşırmış gibi yapmanın da toplumsal bir sır yaratmak anlamına geldiği görüşünde. Öte yandan Sirman’a göre İslamiyet ile modernizmin aileden beklentileri “aile sırlarını” yaygınlaştırdı. Fakat artık o sırlar, eskiye göre daha fazla ortaya saçılıyor.
Zerrin Kurtoğlu: Dünya hepimizin vatanı, Suriyeli mülteciler buralı!
Prof. Dr. Zerrin Kurtoğlu’na göre Suriyeli karşıtı ırkçı söylem ve saldırılar, iktidarın topluma mültecilerin koşulları hakkında gerçekleri aktarmamasından besleniyor. Örneğin iktidarın “Suriyeliler için milyarlarca dolar harcadık” derken, bunun toplanan vergilerden değil, AB’den gelen parayla yapıldığını açıklamıyor. Çünkü iktidarın mülteci karşıtlığını Suriye’ye yönelik müdahalelerinin de meşruiyet zemini olarak işlevselleştirdiğini düşünen Kurtoğlu, Türkiye’de yükselen yeni ırkçılığa karşı hiçbir siyasi partinin etkili bir programı olmadığı kanaatinde.
Leyla kî ye?
Öğrendiğimiz kadarıyla ciddi kilo kaybı olan Leyla Güven’in tansiyon düşüklüğü, baş ağrıları, baş dönmesi, ses koku ve ışığa karşı hassasiyet, dikkat dağınıklığı, uyuyamama, mide rahatsızlıkları gibi sorunları artmış durumda. 23 ranzası bulunan ama 28 kişinin kaldığı koğuşun ısınma sorununun Güven açısından ne kadar zorlayıcı olduğunu tahmin etmek mümkün. Fakat belki de Güven açısından şimdilik esas zorlayıcı olan o koşullar değil, sesinin, direnişinin ve mağduriyetinin HDP dışında hiçbir mecrada yankılanmaması.
Evren Balta: Trump teröre karşı küresel savaşı bitiriyor
Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. Evren Balta’ya göre Trump, 2003’te Bush tarafından başlatılan “teröre karşı küresel savaşı” bitirip Amerikan dış politikasını Çin ve Rusya gibi büyük güçlere karşı yeni bir savaşa göre konumlandırıyor. Balta’ya göre herkesin “kemerlerini bağlamasını” gerektiren bu yeni dönem pek çok belirsizlik barındırıyor.
Kürt gibi hissetmek
Ortalama bir ulusalcının ABD’nin Suriye’den çekilmesine sevinmesi antiemperyalist bir hissiyat mıdır? Bu hissiyat her ne ise, ortalama bir solcu aynı hissiyatta olabilir mi? Olabiliyorsa, ortalama bir faşistin Sakarya’daki cinayete verdiği tepkinin ne kadar uzağındadır?
Mutlu Çiviroğlu: Kürtler Amerika’daki sempatiyi diplomatik kazanıma çeviremiyor
Beyaz Saray’daki gelişmeleri yakından takip eden gazeteci-analist Mutlu Çiviroğlu, Washington’da Trump’ı, Suriye’den çekilme kararından vazgeçirmeye yönelik ciddi bir çaba olduğunu aktarıyor. Siyasi ve diplomatik zemini oluşturulmadığı için ABD-Kürt ilişkisinin başından beri pamuk ipliğine bağlı olduğunu söyleyen Çiviroğlu’na göre Kürtler Amerikan kamuoyundaki sempatiyi örgütlü bir lobicilik faaliyetiyle destekleseydi, işin boyutu farklı olabilirdi. Öte yandan Çiviroğlu, Washington’da Trump’ı kararından vazgeçirmek için çok yönlü çabalar olduğunu da aktarıyor.
Demirtaş’ın fotoğrafı
Demirtaş çiftinin birbirini kararlılıkla kolladığını gösteren fotoğraf, hakim ideolojinin Kürt toplumu hakkında yaygınlaştırmaya çalıştığı stereotipi de kırıyor. Üstelik Demirtaş çiftinin güçlü ifadelerinde ve eşit duruşlarında fotoğraflarının çekildiği bilgisinin etkisi yok. Basit gibi görünen fotoğraf karesinin gücü belki de burada yatıyor.
Emel Ataktürk: Yüzleşme davalarında devlet sırrı duvarı aşılamadı
Zorla kaybetme davalarının yakın takipçisi avukat Emel Ataktürk, 1990’lı yıllara ilişkin davaların tek tek beraatle sonuçlandırılmasının siyasi iklimden bağımsız olmadığı görüşünde. Ancak Ataktürk’e göre Türkiye yargısının bu tutumu alması için illa siyasi talimata ihtiyaç yok. Zira 1990’lı yıllarda işlenen hak ihlallerine ilişkin davaların beraatle sonuçlanması, yargıdaki yapının “doğal” sonucu da olabilir.
Çocuk ile şeytan
Çocuğu şeytanla, öcüyle, canavarla korkutmak, vicdanını suçluluk duygusuyla doldurmak, onu otoritenin hudutları içinde tutmanın yolu. Aksi halde devlete, iktidara itaat eden nesil yetiştirmek mümkün olmaz. Fakat DİB başkanının politik hedefleri, ona çocuklarımızı tehdit etme, onları “şeytanla olan ve olmayan” diye bölme, kalplerine korku ve vicdan azabı sokma hakkı vermez!
Gazeteciliği savunmak
Bir gazeteciyi gazeteci olmaktan çıkaran şey anaakımda çalışıp çalışmaması değil, yalan haber yazmasıdır, kendisine söyleneni, gözleriyle gördüklerini, çabalarıyla elde ettiği bilgi ve belgeleri çarpıtmak veya söylenmeyeni söylenmiş gibi yapmaktır. Eline tutuşturulanı sorgulamadan, soruşturmadan yayınlamaktır. Gazeteciyi gazeteci olmaktan çıkaran devlet, patron, örgüt veya cemaatlerin baskısına ister gönüllü ister mecburi, boyun eğerek hakikatleri çarpıtmaktır. Gazeteciyi gazeteci olmaktan çıkaran, merak etmemektir.
Alican Tayla: Sarı Yeleklerinki hor görülmeye isyan
Uzun yıllardır Paris’te yaşayan, Sorbonne Üniversitesi'ne bağlı Inalco Enstitüsü'nde hocalık yapan araştırmacı Alican Tayla, Sarı Yelekler isyanının sadece akaryakıt zammıyla izah edilemeyeceğini düşünüyor. Araba alacak kadar üstte ama akaryakıt zammı yüzünden o arabaya mazot alamayacak kadar da altta olan Sarı Yeleklerin, Macron iktidarının yoksulları hor gören tutumuna isyan ettiğini söyleyen Tayla’ya göre bu hareketin merkezi taşra, örgütlenme alanı da sosyal medya.
Kara-kuru gazetecilik tarifi
Olağan koşullarda, anaakımdan olsun veya olmasın her gazete, haber metnini aynı ajanstan bile almış olsa, kendi politikasına göre başlıklandırır; gazeteci argosuyla “habere takla attırır.” Fakat bir de Türkiye’deki gibi olağanüstü koşullar var. Sansür, otosansür, gazeteciler üzerindeki baskıların boyutları, medyadaki sahiplik yapısının dönüşümü, hegemonyanın yapısı… Bu faktörlerin hiçbiri yokmuş gibi davranarak kara-kuru bir gazetecilik tarifi yapmak masumane bir mesleki tartışma olmaz.
Kerem Altıparmak: AİHM kararına uymamak Avrupa’ya vedadır!
AİHM’de karara bağlanan Selahattin Demirtaş davasının sürdürücülerinden hukukçu Kerem Altıparmak, mahkemenin dokunulmazlıkların kaldırılması sürecini irdeleyip bu konuda bir karara varmamasının iktidara manevra alanı bıraktığını söylüyor. Demirtaş kararının doğru ama eksik olduğunu söyleyen Altıparmak’a göre “AİHM kararına uymuyorum” demek, Avrupa’ya veda anlamına geliyor. Altıparmak, Roboski davasında da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne gitmeyi planladıklarını ifade ediyor.
Gazeteci kimdir?
Garo Paylan: 2019 bütçesinin özeti daha fazla silah, daha az okul
TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında Hulusi Akar’ın Milli Savunma Bakanlığı bütçesinin yüzde 50 artırılması önerisini MHP, CHP ve İYİ Parti’nin az bulduğunu aktaran Garo Paylan: “CHP üyesi ‘sayın paşam bu bütçe size yetmez, artırmamız lazım’ dedi.” 2019 bütçesinin daha fazla silah daha az okul olarak özetlenebileceğini ve muhalefetin önlerine konan bütçenin virgülünü bile değiştiremediğini aktaran Paylan, “Açıkçası bu meclise ayrılan bütçe bile israftır” diyor. Ayrıca Paylan’ın aktardığına göre Meclis’te AKP-İYİ Parti ittifakının olasılıkları konuşuluyor.
Güneş Murat Tezcür: ABD açısından ideal olan, çözüm sürecine dönülmesi
Central Florida Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Güneş Murat Tezcür’e göre Erdoğan’ın tekrar çözüm sürecine dönmesinin siyasi bir nedeni yok. Tezcür’e göre ABD tekrar çözüm sürecine dönülmesini istiyor ama bu konuda Türkiye’yi yönlendirecek bir güce sahip değil. Mevcut dengelerde ABD’nin Suriye’deki Kürtlerle ilişkisine son veremeyeceğini düşünen Tezcür, Türkiye’nin de ABD’ye rağmen Fırat’ın doğusuna girmesi için elinde herhangi bir koz olmadığı görüşünde.
Güneş Murat Tezcür: Seçim sonuçları Trump'ın dış politikasını belirlemez
Yakın zamana kadar kürtaj bu kutuplaşmanın kaynaklarından biriydi. Cumhuriyetçilerin önemli bir kısmı kürtaja karşıydı. Keza bireysel silahlanmanın sınırlandırılması… Amerika’da silah almak çok kolay. Üstelik öyle pompalı tüfek veya tabanca değil, bayağı makineli tüfek alabiliyorsunuz. Demokratların önemli bir kısmı buna karşı çıkarken Cumhuriyetçiler bunun hayatlarının, hatta özgürlüklerinin bir parçası olduğunu söylüyor.
HDP’yi eleştirmenin tam zamanı!
Fikir üreten bir parti eleştirenleri arkasından sürüklerken, fikir üretemeyen bir parti de kendisini eleştirenlerin arkasından sürüklenir ve giderek kendi kusurlarının kaynağı olarak dışarıdan gelen eleştirileri gösterir. Oysa ister hasımdan ister hısımdan gelsin, HDP’nin kendisini eleştirenlerin amaçlarına, kişisel hezeyanlarına, ideolojik maksatlarına vs, değil de bu eleştirilere saha açan eksikliklerine odaklanması anlamlı bir sonuca varmasına yarayabilir.
Selahattin Demirtaş: HDP ile aramda en küçük ideolojik sorun yoktur
Tutukluluğunun ikinci yıl dönümünde sorularımızı yanıtlayan Selahattin Demirtaş’tan hapishaneyi tanımlamasını istedik. Demirtaş’ın bu soruya yanıtı şöyle: “Teke tek dövüşten korkanların bugüne kadarki en namertçe icadıdır hapishane. Ama yine de tarih boyunca hapse atanlar değil, hapisten başı dik çıkanlar yazılmıştır yiğitlik defterine. Bu yönüyle nafile bir icattır hapishane.” Demirtaş’ın partisiyle arasında sorunlar yaşadığına ilişkin iddialara yanıtı ise net: “HDP ile aramda en küçük bir ideolojik, siyasi, çizgisel sorun yoktur. Böyle bir şey olsa, bunu açıkça ifade etmekten çekinmeyeceğimi herkes bilir zaten. Partide yönetim anlayışı, taktik ve siyasi hamleler konusunda bazı yetmezlikler yaşanıyor olduğunu görmek üzüyor beni sadece.”
HDP niye etkili siyaset yapamıyor?
Talan edilmiş bir hayatın zorbalıkla izleneni ve izleyicisi haline getirilmiş Diyarbakırlılar açısından artık HDP’ye sitem edilecek koşullar yok galiba. Sadece yandaşların özgür olduğu, karakola çevrilmiş bir alanda siyaset yapma olanaklarının tükendiğinin ayırdındalar.
Yaşar Yakış: Suudi Arabistan'ın yaptığı yanına kâr kalabilir
Türkiye’nin Ortadoğu’da en uzun süre görev yapmış diplomatı ve AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’a göre Suudi Arabistan yönetimi, Cemal Kaşıkçı cinayetinin sonuçlarına katlanabileceğini önceden hesaplamış olabilir. Türk-Suud ilişkilerinin gelişmesine katkısı nedeniyle Suudi Arabistan tarafından Kral Abdülaziz Nişanı’yla da taltif edilmiş olan Yakış’a göre bu cinayete rağmen Kral Salman, veliaht olarak gösterdiği oğlu bin Salman’ı feda etmemek için elinden gelen her şeyi yapar.
MHP’siz AKP, AKP’siz MHP
Bahçeli başta af tasarısı olmak üzere AKP’yi zorlayıcı şartlarından ödün vermeyeli epey zaman olmuştu ama bugün itibariyle, tabiri caizse sigortayı resmen çekti ve 24 Haziran seçimlerinde zaten epey güç kaybettiği ortaya çıkan AKP’yi yerel seçimler öncesinde müttefiksiz bıraktı. Fakat sigorta çekildiğinde sadece AKP değil MHP de 'karanlıkta' kalabilir.
Andınız
Danıştay kararının uygulanmasıyla birlikte artık “Andımız”, başta Kürtler olmak üzere Türk olmayanlar tarafından eskiye nazaran daha net bir şekilde “Andınız” olarak algılanacak ve ne yazık ki etnik ayrışma derinleşecek. AKP ile MHP’nin küçücük çocuklar, “yeni nesiller” üzerinden yürüttüğü ant kavgasının bedeli de bu olacak.
Hamit Bozarslan: Kaşıkçı Machiavelli’yi okusa, konsolosluğa gitmeyebilirdi
Tarihçi ve siyaset bilimci Prof. Dr. Hamit Bozarslan’a göre Suudi Arabistan, klasik bir patriyarkal sistemden radikal bir milliyetçiliğe geçiyor; içeride ve dışarıda saldırgan bir aktöre dönüşüyor. Bozarslan, İstanbul Başkonsolosluğu'nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın, Machiavelli’nin tembihinin aksine prensle uzaklık ve yakınlık mesafesini çok iyi ayarlayamadığı görüşünde.
Eziğin ırkçılığı
Ezikliğini devletin gücünü arkasına alıp ezilenlere saldırarak telafi etmeye çalışan bu ırkçı güruh, ancak ırkçılık karşıtı dayanışmayla dizginlenebilir. Yoksa bu akım giderek dört bir yanı sarmaya başlar, başlıyor.
Fulya Atacan: Bin Salman'ın 2030 vizyonu bizdeki başkanlık sistemi
Ortadoğu ve Arap coğrafyası üzerine çalışmalarıyla bilinen Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Uzmanı Prof. Dr. Fulya Atacan’a göre Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda kaybedilmesinin arkasında Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın “Vizyon 2030” programına direnç gösterenlere sert bir mesaj var.
Barış Atay ve Erkan Baş’ın misyonu
24 Haziran seçimlerinde de HDP, daha önce TİP’i yeniden kurmak için kolları sıvayan Erkan Baş ve Barış Atay’ı, dolayısıyla TİP’i, 53 yıl sonra TBMM’ye taşıdı. Bu, 1970’te TİP’ten gelen karanfile, HDP’den giden iki guldexwîn (Ters Lale) anlamı taşıyordu. Buradan bakıldığında, gerilimlere, ayrışmalara, ihtilaflara rağmen Türkiyeli sosyalistlerle Kürtler arasındaki tarihsel ilişkinin devamlılığı muazzam.
Fatih Mehmet Maçoğlu: Modelimiz Ovacık’la sınırlı kalmayacak
Halka talimat veren değil halkla birlikte çalışan, devrimci bir pratik sergileyen belediyeciliğin üretimi artırdığını söyleyen Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, önümüzdeki yerel seçimlerle birlikte daha fazla belediye kazanıp modellerini başka bölgelere de taşımayı hedeflediklerini söylüyor. İddiaların aksine İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına adaylığının gündemde olmadığını aktaran Maçoğlu, ayrıca HDP’nin yerel seçimlerde kayyım atanan belediyelerden daha fazlasını alacağı görüşünde.
Twitter milletvekilliği
Sanıyorum kimse muhalefet milletvekillerine sadece tweet atsınlar diye oy vermedi. Ama hadi diyelim ki iktidar ellerini-kollarını bağladığı, Meclis’i işlevsizleştirdiği için sadece tweet atabiliyorlar. Bir milletvekili veya siyasetçi, attığı tweetin bir şeye değip değmeyeceğini de mi hesap etmez!
Abdullah Aysu: Kıtlık geliyor ve çare küçük çiftçilik
Tarım dahil tüm üretim alanlarının şirketlere devrinde 12 Eylül darbesinin belirleyici olduğunu söyleyen Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu’ya göre dışa bağımlılığın iflas ettirdiği küçük çiftçinin topraklarına bankalar el koyuyor ve bu toprakları büyük şirketlere satıyor. Büyük şirketler de bu toprakları başkalarına ektirip devletten büyük teşvikler alıyor ve bu teşvikler sayesinde her yıl topraklarını daha da genişletiyor. Tipik bir Gazap Üzümleri hikâyesi aslında. Büyük şirketlerin gıda üzerindeki tekeli bu şekilde kuruluyor. Ama Abdullah Aysu ekliyor: “Bu karamsar tabloya rağmen biz kazanacağız. Çünkü doğa şirketlerden değil, bizden yana.”
Kuralsızlık intiharı
İntihar edenin yasını tuttuğumuz kadar, onun aslında kendisini öldürerek bize kestiği cezayı çekmeye, dolayısıyla kendi yasımızı tutmaya neden meyletmiyoruz? Her ne kadar “ani” değil süreğen bir karışıklığın içinde olsak da, bireyi taşıyacak bir toplumsallığı yitirdiğimizi epeydir gözlemliyoruz. “Ortak düzene” kasteden, dayanışmayı, örgütlülüğü dağıtan bir zor aygıtına boyun eğmek, bireyin olduğu kadar toplumun da yavaş intiharıdır.
Başaran Aksu: Sol açısından Voltran’ı oluşturma zamanı!
Yıllarını işçi örgütlenmesi faaliyetlerine adayan, direnişin olduğu hemen her yere koşturan Umut-Sen Örgütlenme Koordinatörü Başaran Aksu, iktidarın ekonomik krize karşı yaptığı tek hazırlığın emek güçlerini kontrol altına almak olduğunu söylüyor. Aksu’ya göre devlet, patron, sarı sendika, dini cemaatler ve yerel mafyöz gruplar tarafından kuşatılmış işçi sınıfının büyük direnişler sergilemesi çok zor ama imkânsız değil. Aksu’ya göre ekonomik krizin AKP’yi götürmesini beklemek bir yanılgıdan ibaret.
Hainlik sırası
Üçüncü havalimanı direnişine “havalimanındaihaneteylemi” tagıyla yanıt veren patron-iktidar yanlıları farkına varmadan yeni bir karşı cephenin kurulmasına vesile oluyor. Sınıfsal netliği sağlayacak olan, yüzünü maskeleme ihtiyacı görmeyen bu hasımlık iyi vesile. İşçi işçiliğini ve kimliklerini bilmeden patronun patronluğunu ve kimliğini idrak edemez. Ona itiraz edemez. Dolayısıyla ekonomik krizin günden güne derinleştiği bir ortamda en fazla ezilecek, ekmeğine, suyuna göz dikilecek olanlar ya itiraz edecek veya kölelik koşullarına razı kalacak. Haliyle Kürtlerden, sosyalistlerden, “daimi iç düşmanlardan” sonra hainlik yaftasını taşıma sırası insani koşullarda çalışmak isteyen işçilere gelecek. Bu ülkede herkes bir gün hain yaftasını tadacaktır.
Uğur Gürses: Daha krizin başındayız!
Ekonomi yazarı Uğur Gürses’e göre Türkiye, henüz başında olduğumuz ekonomik krizin bir benzerini daha önce yaşamadı. Ekonomik ve politik krizin Türkiye’yi 2023’e taşıyamayacağını ve 2020’de bizi yeni bir erken seçimin beklediğini düşünen Gürses, Türkiye’nin derin bir resesyonla karşı karşıya olduğunun altını çiziyor ve ekliyor: “İnsanlar işsiz kalacak, şirketler batacak ve belki kimse ‘ben batıyorum’ diye bağırmayacak.”
Terörist dede!*
İçeride ve dışarıda sıkışmış olan iktidar, kendisini ayakta tutan milliyetçi-militarist kitlelere “küçük zaferler“ tattırmak, gücünü muhafaza ettiğini göstermek için bula bula Nurettin amcayı mı buldu?
Panahi’nin avukatı Niyaz: Ramin değil İran yönetimi günahkâr
İran İslam Cumhuriyeti’ni yıkmaya teşebbüs iddiasıyla geçtiğimiz yıl tutuklanan ve her an idam edilme riskiyle karşı karşıya bulunan 24 yaşındaki Kürt aktivist Ramin Hüseyin Panahi’nin avukatıyla konuştuk. Geçen her gün idam riskinin arttığını aktaran avukat Hüseyin Ehmedi Niyaz, “Şunu açıklıkla vurgulamalıyım ki, Ramin günahsızdır ama İran yönetimi günahkârdır. Çünkü bu gence atfedilen suça ilişkin hiçbir delil sunabilmiş değiller. Bu dava hukuki değil, siyasidir” diyor. Panahi’nin bir kardeşinin de yıllar önce aynı suçtan idam cezasına çarptırıldığını, ancak altı yıl tutuklu kaldıktan sonra suçsuz bulunarak serbest bırakıldığını aktaran Niyaz’a göre müvekkiline idam cezası verilmesinin sebebi, politik bir aileden geliyor olması.
Osman Kavala’ya sahip çıkmanın anlamı
Bunca yıllık iktidarında vasatı hasada çevirmek dışında “kültürel hegemonya” kuramadığını kendisi de itiraf etmiş olan AKP, en sıradan zengininin bile Kavala’nınkini fersah fersah aşan varlığına rağmen memleket kültürüne iğne ucu kadar katkı yapmadığını da biliyor. Dolayısıyla zenginliğini ülkesindeki kültürel zenginliğe vakfeden bir işinsanına hasetle yaklaşılması şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, destek verdiği bunca kültürel üretimin merkezinde bulunanların korkaklığı, suskunluğu, sessizliği.
Soli Özel: Rahip Brunson gerilimin sebebi değil, simgesi
Erdoğan’ın 10 Ağustos’ta New York Times gazetesinde yayınlanan yazısını yorumlayan uluslararası ilişkiler uzmanı Soli Özel, Türkiye-ABD arasındaki gerilimin kaynağında rahip Brunson’ın olmadığı görüşünde. Özel’e göre gerilimin kökeni çok daha derin ve tarihsel: Soğuk Savaş sonrasında iki ülkenin ortak çıkarları konusunda netlik sağlayamaması, Irak ve Suriye’de Kürtlerin bağımsız devlet kuracağı ve ABD’nin de bunu destekleyeceği yönündeki kaygı ve Türkiye’nin bölgede hegemonik güç olma hırsı.
'Genel Kurul'da kavga edip, kuliste tokalaşmayız'
HDP milletvekilleri Oya Ersoy, Barış Atay ve Erkan Baş, HDP siyasetiyle ilişkilerinin milletvekilliğinden ibaret olmadığının altını çiziyor. Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluş hazırlıklarını sürdüren Atay ve Baş, henüz öngöremedikleri bir aşamadan sonra TİP’e geçecekler. Bu kararlarını seçimler öncesinde HDP yetkilileriyle konuştuklarını aktaran Atay ve Baş, TİP’e geçseler bile HDP’yle ittifaklarının devam edeceğini söylüyor.
Şiddet tekeli bayii
Destici’nin devleti “hukuk dışına çıkmaya” davet etme gerekçesi şu: “Terörle mücadele bir devlet, millet ve ülke meselesidir.” Devlet (şiddet tekeli), millet (şiddet tekelini devreden), ülke (Weber’in tabiriyle “arazi”).
Hasta
Egemene yaslanıp solcuları “hasta” ve “yok” olmakla itham eden zatın kendisi değil, onun teşhisinin teşhisi bizim için kayda değer olabilir. Egemen olmayanı hastalıkla ve “dolayısıyla” yoklukla tarif etmek, güç ve iktidar tapınçlığının utanç vericiliğini gizlemenin bilinen bir dışavurumu.
Ahmet Şık: Ben kimsenin kahramanı değilim
Tutuklu olduğu sırada çıktığı bir duruşmada yaptığı savunma mahkeme başkanı tarafından “siyasi” bulunarak salondan çıkarılan Ahmet Şık, tahliye edildikten sonra siyasete girdi ama bu sefer de TBMM’deki ilk konuşmasında salondan çıkarıldı. Üstelik iki oturuma katılmama cezası da aldı. 23 Temmuz akşamı TBMM’de maruz kaldığı saldırı karşısında sosyal medyada büyük destek gören Şık soruyor: “Ben kimsenin kahramanı değilim. Her şey herkesin gözleri önümde olup biterken, bunlara dair sözümü söylüyorum. Esas soru şu: Sen niye sözünü söylemiyor, sen niye itirazını dile getirmiyor, 'kahraman' olmuyorsun?”
Cilalı OHAL devri
AKP-MHP’in, iktidarı 24 Haziran’da sandıkta değil, 25 Haziran’dan itibaren CHP-İYİ Parti’nin siyaseti sayesinde elde ettiği açıkken, belki de artık İYİ Parti kadar CHP yönetimini ve hatta yeni yönetim namzetlerini de iktidar karşıtı muhalefetin unsuru olarak görmekten vazgeçmeli. Böylece batmaya başlayan sahte muhalefet, hakiki bir muhalefete olan ihtiyacı daha da görünür hale getirebilir.
Metin Günday: Bizdeki sistem Saddam usulü başkanlık
Türkiye’nin önde gelen idare hukukçularından Prof. Dr. Metin Günday yeni rejimin “uyum” adına denge ve denetim mekanizmalarını ortadan kaldırdığını, cumhurbaşkanının hem partili hem de sınırsız yetkilerle donatılmasının Saddam usulü bir başkanlık sistemi olduğunu söylüyor. Günday’a göre hükümetin olmadığı, cumhurbaşkanının da partili olduğu bir sisteme “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denemeyeceğine göre Erdoğan’ın “başkanım diyeceksiniz” hatırlatması doğru.
Saat 12:15 mi?
Gidişatı durdurmak, saati 11:45’te tutmak için büyük bedelleri göze alan muhalifleri, saati 12:15’e ayarlamaya, işin işten geçtiğini kabullenme rahatlığıyla “farklı düşünmeye” davet etmek siyasal sinizme çağrının ötesine geçmez. Halbuki Akçam yanılıyor, iktidar 24 Haziran’da mutlak bir zafer elde etmiş değil.
Filiz Kerestecioğlu: Lamı-cimi yok, Çocuk Bakanlığı kurulmak zorunda!
Çocuk Hakları Bakanlığı önerisiyle gündemde olan HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu’na göre çocuk istismarına karşı önleyici tedbirlerin alınması kadar çocukların güçlendirilmesi de hayati önemde. Ancak iktidarın güçlü, itiraz eden, hakkını arayan değil, biat eden, boyun eğen nesiller yetiştirmek istediği için bu konuda kapsamlı bir politika geliştiremediğini savunan Kerestecioğlu haykırıyor: “Lamı-cimi yok, Çocuk Hakları Bakanlığı kurulmak zorunda!”
Ekip işi
24 Haziran’dan hemen sonra büyük bir tazyikle muhalefeti tehdit etmeye başlayan İçişleri Bakanı’nın kişisel hırslarla bu yola meylettiğini düşünmek muhalefetin hâlâ meseleyi idrak etmekten uzak olduğunu gösteriyor. Oysa İçişleri Bakanı iktidarın yeni yolunun haberciliğini yapıyor. Bu yolun da temel hedefi, orta vadede, ezilen toplumsal kesimleri birbirinden koparmak ve onların sığınağı olabilecek tüm muhalefet odaklarını tamamen tasfiye etmek.
Yürü ya Muharrem
İnce ve diğer muhalefet yöneticileri, topluma öncülük etme sınavındaki başarısızlıklarını AKP-MHP’ye oy verenlere veya destekçilerinin “azlığına” yükledikçe daha hızlı hata yapacak, daha fazla kaybedecekler. 24 Haziran akşamı yapılan hatalar ancak ve ancak “bana yürüyün deyin, beni destekleyin” demek yerine “beraber yürüyelim, birbirimizi destekleyelim” diyerek yüzünü topluma dönen; destek isteyici değil toplum örgütleyici bir siyasete yönelmekle telafi edilebilir.
Ahmet Şık: HDP barajı geçerse Erdoğan seçilemeyecek
Üç gün sonraki seçimlerin herkesin şaşıracağı sürprizlere gebe olduğunu söyleyen HDP İstanbul milletvekili adayı Ahmet Şık’a göre 24 Haziran’ın sloganı şu: Ya oyun ya geleceğin! HDP’nin baraj altında kalmasının, seçimde hile yapıldığının teyidi olacağını söyleyen Şık iddia ediyor: “HDP’nin barajı geçmesi halinde AKP meclis çoğunluğunu kaybedecek, Erdoğan da ikinci tura kalsa bile seçilemeyecek!”
Demirtaş’ın on dakikası
TRT yayınındaki tavrıyla, 24 Haziran’da “bir şekilde” iktidarı tekrar ele geçirebilse bile AKP ve kol kola girdiği “eski ekibin” nasıl bir dirençle karşılaştığını göstermiş olan Demirtaş, bir yanıyla da muhalefeti, mirasının gücünü hatırlayarak özgüvenli davranmaya çağırdı. Zalimin zulmü karşısında mağduriyet söylemine tenezzül etmediği gibi gülüşünden de taviz vermedi.
Başak Demirtaş: Korkudan idam bile diyorlar
Başak Demirtaş’ın eşi cezaevinden, tabiri caizse hücresindeki ketıldan cumhurbaşkanlığı adaylığına hazırlanıyor. Kendisi de öğretmenlik, annelik ve Diyarbakır-Edirne yollarından bulduğu fırsatı eşi Selahattin Demirtaş’ın kampanyasına destek atarak değerlendiriyor. Aktif siyasete girmeyi hiçbir zaman düşünmediğini söyleyen Demirtaş, eşinin kampanyasına verdiği desteğin ise ailevi değil, politik bir sorumluluk olduğunu söylüyor…
Muharrem İnce’nin Diyarbakır imtihanı
İnce’nin Kürtler kadar Türklere de Diyarbakır’dan barışı vaat etmesi, olası savaş politikalarına karşı Türkiye’yi yaşanılabilir kılacak yeni bir politik hat sunması tarihi önemde görünüyor.
Erkan Baş: Türkiye büyük bir kurtuluşa doğru gidiyor
Türkiye Komünist Partisi eski başkanı, Türkiye İşçi Partisi Kurucular Kurulu Üyesi ve HDP İstanbul milletvekili adayı Erkan Baş, HDP’nin Kürt halkı adına Türkiye’ye el uzattığını ve bu eli havada bırakmamanın devrimci bir sorumluluk olduğunu söylüyor. “Müzik değişti, dansın da değişmesi lazım” diyen Baş’a göre Türkiye sosyalist hareketleri içinde örgütsel çıkarlarını işçi ve emekçi kesimlerin karşısına koyan çizgi yenildi ve sosyalistler açısından yeni bir doğuş süreci başladı.
Erdoğan Diyarbakır’da konuşuyor, kronoloji akıyor
Erdoğan, Diyarbakır’da konuşuyor, “Kürt sorununu bitirmeyi başardık” diyor. 4 Kasım 2016’da Diyarbakır’daki evinden gözaltına alınan ve “seni başkan yaptırmayacağız” diyen Selahattin Demirtaş dahil binlerce HDP’li, milyonlarca Türkiyeli, zihinlerindeki bu kronolojiyle Erdoğan’ı televizyondan izliyor.
Çiğdem Toker: Gazetecilik, 'ne yapayım, ekmek parası' dediğiniz yerde biter
Araştırmacılığıyla Türkiye’de artık eşine pek rastlanmayan gazetecilerinden biri olan Çiğdem Toker, kamu kaynaklarının yandaş firmalara nasıl aktarıldığını sorguladığı için korkunç bir yargı kıskacında. Aynı grubun iki şirketi tarafından toplam 3 milyon TL’lik tazminat talebiyle dava edilen Toker, bu davalar üzerinden kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığını sorgulayan tüm gazetecilere gözdağı verilmek istendiğini söylüyor ve ekliyor: “Eğer basın hâlâ aktif bir şekilde ekonomiyi takip edebilseydi, bu davalar bu kadar kolay açılamazdı.”
Erdoğan neden Akşener’e 'eyy' demiyor?
Erdoğan neden bunu yapmıyor? Dahası, Devlet Bahçeli, kendi tabanını emen İYİ Parti’ye neden “eyy” demiyor? Neden bu partiyi, Akşener’in iddia ettiği gibi yok sayıyorlar?
Korkut Boratav: İktidara kim gelirse gelsin IMF’ye gitmek zorunda
Prof. Dr. Korkut Boratav’a göre AKP, dünya finans sisteminin temel doktrini haline gelen “2001 kurallarını” 2013 yılına kadar sürdürdü. Türkiye’yi ithalata ve dış sermaye girişine bağımlı hale getiren, sıkı faiz-serbest döviz politikasına dayalı bu doktrini yıllarca sürdüren AKP ve Erdoğan’ın başta inşaat olmak üzere iktidarının taşıyıcısı olan sektörlere ucuz kredi pompalamak için savaş açtığını, Erdoğan’ın faiz karşıtlığının buna dayandığını söyleyen Boratav’a göre karşımızda finansal kriz ve bir yıllık ağır bir bunalım dönemi var.
7/24 HDP
Böylesi bir dönemde kendisi aday gösterilmediği için küsüp geri çekilecek, destekçilerini geri çekecek yahut çalışmalardan uzak duracak olanlar, baskı döneminde görünmezlik iksiri içenlerle aynı noktaya sürüklenmiş, böylesi tarihi bir dönemin aktörü olmaktan da “istifa” etmiş, milletvekilliğini sadece bir kariyer basamağı olarak gördüklerini tescil ettirmiş olacaklar. Oysa aslında zulmün bu kadar yaygın, 7 Haziran ruhunu 24’ünde yeniden diriltmenin hayati önemde olduğu bir dönemde bırakın “aday gösterilmeme” küskünlüğünü, bunun bahsini yapmak bile utanç verici olur.
Abdüllatif Şener: Devlet Erdoğan’sız bir seçeneği hasretle bekliyor
CHP’de siyasete girmeye hazırlanan AKP’nin kurucularından Abdüllatif Şener’e göre Erdoğan iktidarda kalmak için her şeyi yapabilir. Erdoğan’ın seçimi kaybedeceğini anladığı an muhalefet içindeki ayrışma üzerinden yeni pazarlıklara yöneleceğini söyleyen Şener, Devlet Bahçeli’nin af çıkışını da bu çerçevede değerlendiriyor.
'Yine gitmeyecekler' duygusu
Muhalefetin önündeki esas sınav, AKP’nin gideceğine inanmaya hazır kitlelerin bu inancını güçlendirip güçlendiremeyeceği. İktidarı avuçlarının üzerinde yükselten milyonlara, iktidarı değiştirmek için avuçlarını çekmelerinin yeterli olduğunu hatırlatmak, ellerini çektiklerinde yere düşecek iktidarın ayaklarına zarar vermeyeceğine ikna etmek; muhalefetin bütün meselesi bu aslında.
Demirtaş: Erdoğan onurlu çekilmenin altyapısını hazırlıyor
Tayyip Erdoğan’ın sosyal medyada milyonlarca “T A M A M” mesajıyla yanıtlanan “Millet tamam derse çekiliriz” sözünü değerlendiren hapisteki cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’a göre Erdoğan geri çekilmenin sosyo-psikolojik altyapısını hazırlıyor. HDP’nin barajı geçmesi halinde AKP’ye “güle güle” denilebileceğini ifade eden Demirtaş, “HDP baraj altında kalırsa, AKP hiç de hak etmediği en az 70 milletvekilliğinin üstüne konacak” diyor ve ekliyor: “Bu sadece HDP’nin sorunu değildir. Biz baraj altında kalsak da mücadelemizden bir tek geri adım atmayız, teslim olmayız, zorbalığa da yenilmeyiz. Parlamento dışında demokratik siyasi mücadelemizi aynen sürdürürüz. Ama Parlamento çoğunluğunu bedavadan ele geçirmiş AKP'ye karşı ne yapacaklarını biraz da Millet İttifakı düşünsün.”
CHP eleştirisini mahfuz tutmak
Tam da Erdoğan-Bahçeli’nin arzuladığı bir biçimde CHP’ye yönelik eleştirilerin dozajını artırmanın, muhalefet cephesindeki motivasyonu kırmanın uzun vadede negatif etkilerini hesaplamamak, eleştiri performansı sergilemenin cazibesine kapılmak ancak vahşet politikalarından azade kalmış olanların sığınacağı bir kolaylık olabilir. CHP’ye oy vermeyi düşünen demokratların tercihlerini HDP’den yana yapması ne kadar tarihsel sorumluluksa, HDP’lilerin de bunun kapısını aralayacak bir söylem tutturması en az o düzeyde tarihsel bir sorumluluk gibi görünüyor.
Gül'ün dikeni
Gül’ün aday olmamasının Erdoğan’dan ziyade muhalefete katkısı olduğunu söylemek mümkün. Yıllardır Erdoğan iktidarı altında ezilenlerin, onunla aynı ideolojiye sahip bir aktörün “şefkatli sözlerine” muhtaç olmadığını göstermesi hem hatırlatıcı/öğretici bir deneyim hem de safların netleşmesi açısından önemli bir fırsat oldu. Hakiki mücadelenin kapısı bir kez daha aralandı.
Sezai Temelli: Maçı almak için hakemi de yenmeliyiz
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turuna muhalefet partilerinin kendi adaylarıyla girmesinin, muhalefetin azami sınırlarını göstermesi açısından önemli olduğunu söyleyen HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, CHP, İYİ Parti ve Saadet’in kendileriyle herhangi bir temas kurmadığını söylüyor. Temelli’nin aktardığına göre ikinci turda sandığa gitmemek, boykot seçeneğine başvurmak güçlü adayın lehine olacağı için HDP kendi seçmenini böylesi bir tercihe zorlamayacak.
CHP-İYİ ittifakının muhtemel etkileri
Ne AKP, ne CHP ne de İYİ Parti Kürtlerden ve sol, sosyalist kesimlerden oy istiyor. Bu, 24 Haziran sonrası kurulacak yeni iktidarın Kürtler açısından nasıl bir karakter taşıyacağının işaretlerini verdiği kadar sola ve HDP’ye de yeni bir sıçrama alanı yaratıyor aslında.
Ayşe Öğretmen: Yaşadıklarımı resmetsem tuvale siyahı fırlatırım
8 Ocak 2016 akşamı telefonla katıldığı Beyaz Show programında ölümlere karşı duyarlılık isteyen resim öğretmeni Ayşe Çelik, olağanüstü bir gelişme olmazsa bugün (Cuma), altı aylık bebeği Deran’la birlikte hapse girecek. Ayşe Öğretmen propaganda yapmadığını, yaşananların tanığı olarak konuştuğunu söylüyor ve ekliyor: “Ben sadece insanların yüreğine seslenmek istedim. Sosyal medyada veya televizyonlarda gördüklerimden etkilenip de konuşmuş değildim. Bizzat olayların içinde yaşamış biri olarak konuştum o akşam.”
Hayasız taraftarlık
TSK ve cihatçıların Efrîn’i ele geçirdiği gün yüzünü öte yana dönen, ama ABD’nin saldırısını “Haydutlar sahnede” manşetiyle karşılayan “hakiki” anti-emperyalistlerin tutarsızlığını tartışmak, ABD’nin saldırısına tepki gösteren “komünistlerin” Efrîn'in ele geçirildiği 18 Mart günü belediye zammını protesto etmekle meşgul olduğunu hatırlatmak durumundayız. Zira “talihi” ezilenlerden yana çevirmek için hayalı bir taraftarlığa, tutarlılığa ihtiyaç varken bundan geri durmak sadece muktedirin işine yarar.
Erhan Keleşoğlu: Mevcut durum I. Dünya Savaşı öncesini andırıyor
Ortadoğu uzmanı, akademisyen Erhan Keleşoğlu’na göre tarafların “temkinli” yaklaşımına karşın küresel kapitalist güçlerin kaynak arayışı ve yeni paylaşım mücadelesi üçüncü bir dünya savaşına yol açabilir. Keleşoğlu, Rusya’nın Suriye’de eskaza bir ABD uçağını düşürmesinin 1914'te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Arşidük Ferdinand'ın Saraybosna’da öldürülmesinin I. Dünya Savaşı’nı tetiklemesi gibi bir etki yaratabileceği görüşünde.
Biz sizi çok sevdik Aydın Doğan!
Ne etkileyici uğurlama ama! Zaman zaman hükümetlerle ihtilaf yaşasa da devletle, Türkçülükle hiçbir zaman hilafa düşmeyen, hakkını arayan gazetecileri kapı önüne koyan, komik telifler vererek yazarları sömürmesiyle nam salan, siyaset haberlerini belirlenmiş santimlik hesaplamalara göre veren ve nihayet kendi tabiriyle “gemiyi limana sağlam ulaştıran” Aydın Doğan’ın arkasından dökülen gözyaşları neredeyse İkitelli’de sel olup akacaktı.
Güneş Tezcür: ABD’nin Suriye politikasını Trump’ın tweetleri belirlemiyor
ABD’nin kısa vadede Suriye’den çıkmasının söz konusu olmadığını düşünen Central Florida Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Güneş Murat Tezcür’e göre IŞİD’in tamamen ortadan kalktığı düşünülür, Türkiye İran karşıtı politika açısından vazgeçilmez hale gelir ve uzun vadede Suriye’de ortaya çıkacak temsiliyet sorununu gidermek için Fırat’ın doğusunda Sünni Arapların etkin hale gelmesi ihtiyacı hasıl olursa Amerika’nın Kürtler aleyhine bir politika gütmesi söz konusu olabilir.
Freudyen sürçmelerin peşine düşmek
İktidar cephesinden gelen “Freudyen dil sürçmeleri” mahiyetindeki birtakım uygulamaların peşine düşüp muhalefeti günü kurtarıcı bu tür skandallarla geçirmek yerine, arzulanan alternatif toplumsallığın inşasının peşine düşmemek, tarihsel fırsatın veya son şansın ıskalanmasına sebep olabilir.
İrfan Değirmenci: Kovulduğumda sessiz kalan gazeteciler bugün tazminatlarını hesaplıyor
16 Nisan referandumunda “Hayır” oyu kullanacağını açıkladığı için kendisini işten atan Doğan Medya’nın satılışını değerlendiren gazeteci İrfan Değirmenci, “insanlar yıllardır boşuna 'kurtuluş yok tek başına' diye bağırmıyor. Atıldığımda benden bir destek mesajı esirgeyen meslektaşlarım, bugün tazminatlarını hesaplama derdine düşmüş durumda” diyor.
Kılıçdaroğlu muhalefetine muhalefetin muhalefeti
Hükümet “çözüm” dediğinde çözüm, “savaş” dediğinde “savaş” diyen Doğan Medya dramatik çöküşten kurtulamadı. Bu çöküş Kılıçdaroğlu için önemli bir alamet. Aslında çok alametler belirdi ama, Doğan Medya’nın çöküşü, mevcut süreçten “uyumlu muhalefetle” çıkmaya çalışan Kılıçdaroğlu için en taze, en çıplak alamet.
Cuma Çiçek: Türkiye’nin geleceği Kürt dalgasına bağlı
Akademisyen Cuma Çiçek’e göre Türkiye’deki kutuplaşma ideolojik temelli görünse de, arkasında ciddi bir paylaşım mücadelesi yatıyor. Devletin üç temel krizle karşı karşıya olduğunu düşünen Çiçek, bu üç krizi şöyle özetliyor: Kemalistlerin egemenliklerini yitirişi, 15 Temmuz’la birlikte İslamcı cenahtaki yarılma ve Irak, Suriye ile Türkiye’de yükselen Kürt dalgası. Çiçek’e göre Türkiye’nin geleceğini, yükselen Kürt dalgasına vereceği yanıt belirleyecek.
Âlemin enayisi Kürtler mi?
Kürtler, “‘uygar dünyayı’ tehdit eden IŞİD’i bertaraf etmek niye bize düşsün” sorgulaması yapmaya da; “Batı, emperyalist emellerinin yan etkisi olan bu vebayı sıkıysa kendisi temizlesin” demeye de başlarlarsa kimse şaşırmasın. Kürtlerin hiçbir hakkı yoksa bile “uygar dünyanın” bir parçası olduklarını ama bu âlemin “enayisi” olmadıklarını göstermeye hakkı var.
İlhan Cihaner: Seçim güvenliği olmazsa boykotu tartışmalıyız
İlhan Cihaner’e göre 2019 seçim kampanyasının bir unsuru olan Efrîn savaşı, içerideki OHAL’i de besliyor. AKP’nin OHAL’i kaldırıp OHAL’den daha baskıcı koşullarla yola devam edebileceğini düşünen Cihaner’e göre seçim boykotu tartışmasını başlatmak ve adil-güvenli olmayan seçimleri reddetmek gerekiyor. Parti yönetiminin politikalarını eleştiren Cihaner, “CHP şu an sahip çıktığı devletin, kurduğu devlet olduğunu zannediyor” diyor.
Çocuk öldü, 'arkadaşlar inceliyor'
Daha kaç patlayıcının Yüksekova’nın veya sokağa çıkma yasağı uygulanmış bölgelerin sokaklarında, boş alanlarında, bahçelerde kurbanını beklediği, bunların kaç gün veya kaç yıl sonra yeni canlar alacağı tamamen “şansa” kalmış. Zira devletin aygıtları bu malzemeleri bir türlü “bulamıyor”, sorumlular sorumluluk üstlenmiyor.
Hamit Bozarslan: Türkiye toplumu çöküyor
Tarih ve siyaset bilimci Prof. Dr. Hamit Bozarslan’a göre hemen her gün tarihi olaylar yaşayan bir toplumun kolektif bir bellek kurması, dolayısıyla toplum olarak kalması mümkün değil. Türkiye toplumunun çökmeye başladığını söyleyen Bozarslan’a göre Türkiye’de devletin rasyonalitesi tamamen imha edildiği için ülkeyi çalkantılı bir gelecek bekliyor.
Düşünün Ahmet Hakanlar, düşünün
Programınızda saz çalıp türkü söyleyen Selahattin Demirtaş’ın nasıl ve neden hapse atıldığı, hakkında 142 yıl ceza istendiği halde neden sözünden sakınmadığı üzerine düşünün. Tahir Elçi’nin sizin programınızda söyledikleri üzerine başlatılan linç kampanyasını müteakip katledilişini, konuğunuzun ifade hürriyetini bile savunmaktan aciz oluşunuzu düşünün.
Ahmet Yıldırım: HDP barışçıl politikalarının kefaretini ödüyor
Cumhurbaşkanına hakaret davası yüzünden milletvekilliği düşürülen HDP Muş “eski” milletvekili Doç. Dr. Ahmet Yıldırım, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a yönelik benzer sözlerden yargılanıp beraat aldığını hatırlatıyor. HDP ayrılıkçı bir siyaset yapsaydı bunun iktidarın hoşuna gideceğini söyleyen Yıldırım’a göre, partisi barışçıl politikalarının bedelini ödüyor.
Melda Onur: Aladağ yangını politik bir davadır
Bugün 5'inci duruşması yapılacak olan, 11’i çocuk 12 kişinin hayatını kaybettiği Aladağ yurt yangınıyla ilgili davayı başından itibaren titizlikle takip eden Sosyal Haklar Derneği’nin Başkanı Melda Onur’a göre mağdurların hak arayışında bulunduğu tüm davalar gibi Aladağ davası da politiktir. Onur’a göre Aladağ örneğinde olduğu gibi çeşitli cemaatlerin ihlal ve ihmallerinin gözardı edilmesi, gizlenmeye çalışılması da davanın diğer politik yönü.
'LGBTİ'ler yasak konunca varlığından vazgeçmez!'
Kaos GL 2017 Medya İzleme Raporu yazarı Yıldız Tar, 2015 yılından bu yana LGBTİ’lere yönelik nefret ve ayrımcı söylemde ciddi bir artış olduğunu ve medyanın da bu söylemin taşıyıcılığını yaptığını söylüyor. Tar’a göre LGBTİ örgütlenme ve etkinliklerine konan yasaklar saldırı riskini artırsa da toplumdaki dönüşüm umut verici.
Yerli ve milli sol
Savaş karşıtı olmanın bedelleri ağırken Murat Belge’ye “oh” veya “yuh” çekmenin bir bedeli yok. Belge’ye edilen lafların çeyreğini savaş yanlılarına edenler kendilerini cezaevinde bulurken kafasını başka bir yöne çevirenler için konforlu bir ortam var: Hem solcu, hem “yerli ve milli”, “ülkeyi terk etmeyecek kadar bu topraklara sevdalı” görünebiliyor hem de iktidarın hışmına uğramıyorsunuz! Ne âlâ sol!
Fikret İlkiz: Deniz Yücel kararı sevindirici ama endişe uyandırıcı
Avukat Fikret İlkiz’e göre gazeteci Deniz Yücel’in tahliye edilmesi sevindirici olduğu kadar hukuk sistemine ilişkin de endişe uyandırıcı bir noktaya işaret ediyor. İlkiz’e göre Almanya’nın “endişeleri” olmasa, Yücel’in tutukluluğu uzardı. “Hukuk yalnız bırakılmadığı, kendi ayakları üzerinde durmadığı, bağımsızlığını ve tarafsızlığını korumadığı takdirde bu tür gelişmeler olağandır” diyen İlkiz, yaşanan gelişmenin hukuk sistemindeki bozukluğu ortaya koyduğunu söylüyor ve ekliyor: “Artık kimse ‘Türkiye’de yargı bağımsızdır’ cümlesine inanmıyor.”
Selin yıkamadığı ağaç
HDP'nin 5 Haziran 2015’deki Diyarbakır mitingine yönelik bombalı saldırı sırasında iki bacağını kaybeden yönetmen ve senarist Lisa Çalan’ın robotik bacaklarıyla yürüyerek ve 10 Ekim 2015’te kongre salonunun hemen önünde gerçekleşen katliamda yakınlarını yitirenlerin karanfillerle kongreye gelmesi, en fazla katılımın yakılıp yıkılmış Cizre ve Şırnak'tan gerçekleşmesi, otuz bini aşkın insanın kongre salonunu hıncahınç doldurması Demirtaş'ı doğruluyordu: “Seldeki ağaç yıkılmadı.”
Kutuplaşma tüm siyasetçilerin işini kolaylaştırır
Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci ve Doç. Dr. Emre Erdoğan’ın yaptığı “Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları” araştırmasına göre, Türkiye'de herkes kendi mağduriyet öyküsü üzerinden bir kimlik oluştururken 'kendi öteki'sini de yaratıyor. Türkiye'deki kutuplaşmanın önüne siyasetçilerin geçmesini beklememek gerektiğini söyleyen Erdoğan ve Uyan Semerci, ötekileştirmenin üstesinden gelmenin en önemli yolunun farklılıkların birbiriyle temasından geçtiğini düşünüyor.
Savaşın esirleri
Bir senarist, baba karakterine bebeği biberonla tehdit ettirirken nasıl oluyor da yönetmen, yapımcı, setteki kameraman yahut oyuncular “yahu bir dakika, biz ne yapıyoruz böyle!” diye itiraz etmiyor? Ya ekmeğini yitirmekten korktukları, ya bebeğe böylesi bir “şantajı” olağan karşıladıkları, yahut bu türden sahnelerin diziyi daha fazla izlettireceğini düşünüp “erken finalden”, dolayısıyla işsizlikten kurtulacaklarını zannettikleri, belki de artık yeni düzenin böyle olduğunu kabullendikleri için.
Mehmet Bayrak: Afrin'e Kürtdağlıların Mutalebatı'ndan bakalım
Kürt tarihi ile ilgili yaptığı sayısız çalışmayla tanınan Türkolog ve Kürdolog Mehmet Bayrak, Efrîn Harekatı'nın mazisinin 1922'de Kürtdağlıları Mutalebatı'nın Ankara tarafından kabul edilmeyişine kadar gittiğini düşünüyor. Bayrak'a göre ÖSO ve Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin Efrin'e yerleştirilmesi, oradaki Kürt-Arap barışının arasına da saplanmış bir hançer olur.
Afrin zsmnkymlf
Eleştirel düşüncenin “vatan hainliğiyle”, “terör propagandasıyla” yaftalandığı ve kovuşturulduğu bu dönemde, savaş karşıtlarının düşüncelerini neredeyse ancak şöyle “ifade” edebildiklerini geleceğe not düşmek gerekiyor.
Savaş karşıtlığı yasağı
İktidarın hassasiyetine bakılırsa, Efrîn “savaşının” nasıl yürütüleceğinden ziyade nasıl gösterileceği, Efrîn’de ele geçirilecek mevziler kadar ülke içinde kazanılacak mevziler de hayati. Savaşın silahlı boyutu Efrîn’de, psikolojik boyutu ise ülke içinde yürütülürken, milliyetçi-İslamcı koalisyonun şimdiden toplumda milliyetçi-militarist damarı besleyerek geniş kesimleri “esas duruşa” geçirdiğini söylemek mümkün.
Bülent Şık: Gıda güvenliğine yönelik en büyük tehdit savaştır
“Soframıza gelen ette, savaş mağduru milyonlarca insanın kan ve gözyaşı var” diyen gıda mühendisi Dr. Bülent Şık’a göre Türkiye’de Kürt sorunu demokratik yollardan çözülmediği sürece gıda güvenliği de sağlanamaz.
Leyla Zana’nın yemini
“Türk” sözcüğünü “Türkiye” diyerek okuyan, ufacık bir müdahaleyle 24 yıl önceyi hatırlatan Zana’nın “yeminini” Baykal geçersiz saydı. MHP ve AKP kürsülerinden homurdanmalar yükselse de 1991’deki linç havasından eser yoktu. Çünkü artık ne Zana 24 yıl önceki gibi güvercin tedirginliğindeydi ne de karşısındakiler şahin gücündeydi. Devletin dönemeyeceği bir yemini varsa, Zana’nın da dönemeyeceği bir yemini vardı.
Barış Ünlü: Kürtler ırkçı olamaz çünkü ırkçılık bir sistemdir
Irkçılığın tarihsel, toplumsal ve kurumsal bir sistem olduğunu söyleyen araştırmacı Barış Ünlü’ye göre Türkiye’de bir Kürt’ün veya Ermeni’nin ırkçı olması mümkün değil, çünkü ırkçılık bir sistemdir. Türkiye’deki toplumsal, siyasal, iktisadi sistemin Abdülhamit döneminde tesis edilen Müslümanlık Sözleşmesi ve Mustafa Kemal tarafından oluşturulan Türklük Sözleşmesi üzerinden varlığını sürdürdüğünü söyleyen Ünlü’yle büyük tartışma yaratacağı anlaşılan “Türklük Sözleşmesi” kitabını konuştuk.
Demirtaş nereye gidiyor?
Telafisi zor olan esas hata, verilmiş ve kabul edilmiş bir kararın altını doldurmaktan, bundan sonraki mücadele hattını güçlendirmekten geri durmak, “küsmek” veya bu karar yüzünden umutsuzluğa kapılmaktır. Fakat seçmenin küskünlüğe, umutsuzluğa kapılmasını engelleyip yeniden kazanılmasını sağlamak için de HDP ve Demirtaş’ın bu kararı ikna edici bir biçimde izah etmesi hayati önem taşıyor.
Derya Bengi: Tarihin çöplüğünde ne cevherler var!
Gazeteci Derya Bengi’nin 1950’li yıllar Türkiyesi’nin “sazlı-cazlı” sözlüğünün devamı geldi! Bu sefer 1960’lı yıllar Türkiye’sinin kültürel hayatını mercek altına alan Bengi, klasik bir tarih yazımının çok ötesine geçerek bizi 60’lı yılların ara sokaklarında enfes bir yolculuğa çıkarıyor. Tarihçilerin çoğunlukla gözardı ettiği 1960’lardaki gündelik hayat kültürünü okuyucunun önüne seren Bengi, bugünden o günlere baktırırken, o günlerden de bugüne baktırmayı başarıyor.
2018’de sen olsan bari!
Toplumun yüzde 50’sinin kesin, geri kalanının da önemli bir bölümünün muhalefet potansiyeli taşıdığı bu karanlık dönemde muhalefet, korkakların yönetimine teslim edilmesin bari! Esaret mevcutken, cesaret kaybolmasın bari. Ezcümle, 2018’e popüler şarkının sözlerinden uyarlamayla girelim bari: “Olan olmuş zaten -yanımızda- sen olsan bari!”
Yandaşın yasak elması
Yandaş gazetecinin haline bakınca, yargı, hapis, sürgün ve sansür kıskacına rağmen eleştirel gazetecilerin çok daha ‘iyi durumda’ olmadığını kim söyleyebilir?
Garo Paylan: Yeni Türk gladyosu suikastlar için devrede!
HDP milletvekili Garo Paylan, Avrupa’ya göç etmiş Türkiyeli muhaliflere yönelik suikast planlarının arkasında yeni Türkiye Gladio’sunun olduğunu ileri sürüyor. Paylan’a göre Hrant Dink cinayetindekine benzer bir organizasyon hem güvenlikçi politikaları tahkim etmek hem de yeni bir kaos ve darbe planı yapmak için harekete geçti. Ona göre bu gidişat durdurulmazsa, halı hepimizin altından kayar.
Necmettin Salaz: Kürdistan’daki gösterilerin arkasında halkın açlığı var
Kürdistan hükümetine yönelik kitlesel gösterilerin gerçekleştirildiği Süleymaniye’de bulunan gazeteci Necmettin Salaz, protestoların tüm bölgeye yayıldığını söylüyor. Salaz’a göre Peşmerge’nin sert müdahalesi, protestoların seyrini değiştirebilir. Protestoların gerisinde bölge devletlerinden ziyade halkın canına tak eden yoksulluk ve Kerkük gibi bölgelerin Bağdat’a teslim edilmesine duyulan öfkenin yattığını söyleyen Salaz önemli bir tehlikeye işaret ediyor: Göstericilerin silaha sarılması…
Kürt diye bir şey yok, Kürdistan diye bir yer yok!
Ahmet Kaya kalp krizinden ölmedi. Kalbinde taşıdığı yer yüzünden öldürüldü. Ama o yer hâlâ var... Ahmet Kaya öldürüldü ama kalbi atıyor. Osman Baydemir cezalandırıldı, ama kalbi atıyor. Yeryüzünde onurunu koruduğu için ölenlerin kalbi atıyor.
Onur Hamzaoğlu: Önceliğimiz hükümet değil iktidar değişikliği
2019 öncesinde ortak bir mücadele birliği tesis edilmesi için yeni yapılara değil, bu yapıların oluşturduğu birleşik bir mücadeleye ihtiyaç olduğunu ifade eden HDK Eş Sözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, kapitalizmin içinde bulunduğu krizin ezilenler için iktidar değişikliğine olanak sağladığı görüşünde. Ancak Hamzaoğlu’na göre bu hedefe odaklanılabilmesi için öncelikle alt kimliklerin sorunlarına çözüm getirmek gerekiyor.
Başkasının açlığına alışmak
Direnen insan asla acınacak hale düşmez. Esas acınacak halde olan seyirci kalanlardır. Gülmen ve Özakça’ların direnişine seyirci kalan hepimiz acınacak haldeyiz. Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı’nı karakola çeviren iktidarın hali ise ayrı bahis.
Nuriye Gülmen: 10 yıl sonra nerede olacağımı çok merak ediyorum
Sağlık sorunlarından ziyade direnişlerinin konuşulmasını istediğini söyleyen Nuriye Gülmen’e göre açlık grevinin kendisi politikken, bunu sağlık sorunlarına indirgemek motivasyonlarını negatif etkiliyor. Gülmen, “Yaşamı bu kadar iliklerimde hissettiğim bir dönem olmadı” diyor ve ekliyor: “Benliğime, kendime olan saygıma çok değer verdiğim için AKP’ye bana bunu yapamayacağını söylüyorum. Çünkü benim yaşamım çok değerli, çünkü ben çok değerliyim, kendime çok saygı duyuyorum. Bu saygıyı yitirmek istemiyorum.”
Selma Gürkan: CHP, HDP ve sosyalistler ortaklaşmalı
EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, işçi sınıfının AKP’yi sorgulamaya başladığını fakat alternatifsiz olduğu için iktidarla bağını koparmadığını söylüyor. AKP iktidarının sonunun, işçi sınıfının ekonomik-sosyal talepleriyle demokrasi güçlerinin siyasal hedeflerinin ortaklaşmasıyla gelebileceğini söyleyen Gürkan’a göre, ABD’nin hesaplaşması AKP’yi yıpratmaz.
Bak işte yaklaşıyor fırtına
Seçim sathı mailine girilmiş durumda ve AKP açısından fırtına yaklaşıyor. Bu fırtınayı sol, sosyalist, demokrat güçler lehine kullanıp kullanamamak, tüm ezilenlerin kaderini belirleyecek... Demirtaş eş başkanlığı bırakmak istese bile HDP’nin onu bırakmaması önümüzdeki dönem hazırlığının kaçınılmazı gibi görünüyor.
Özgür Orhangazi: Zarrab’ın itiraflarının bedelini halk ödeyecek
Zarrab’ın itiraflarının ucu nereye dayanacak, kısa süre içinde göreceğiz. Peki bu adam nasıl bir çark yaratmış? İktidar neden ABD’deki yargılamayı yüreği ağzında izliyor? İktidardakilerin yakınlarının Offshore diyarlarında ne işi var? Türkiye ekonomisi nereye gidiyor? Aynı gemide miyiz? Öyleyse neden kaderimiz aynı değil? Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Özgür Orhangazi’ye kulak kesilelim…
Tahir Elçi’yle karşılaştığımız yokuş
Yokuş aşağı inen Tahir Elçi gözlerini kısmış, yola değil arkadaşının yüzüne bakıyor, merakla dinliyordu onu... O gün onu durdurup sırtımdaki çocukla tanıştırmamış, “nasıl olsa daha uygun bir zamanda karşılaşırız” diye düşünüp yanından geçmiş olduğum için her zaman hayıflanacağım.
Volkan Günel: AKP Zarrab davasını kasten büyütüyor olabilir!
Uluslararası hukuk üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Doç. Dr. Reşat Volkan Günel’le Amerikan hukuku, uluslararası hukuk kaideleri ve Zarrab davasını ve AKP’nin bu davadaki pozisyonunun temellerini konuştuk. Günel, "Zarrab ABD’ye hiç gitmese, hakkında bir soruşturma belki yine yapılabilir ama teslim olmadığı sürece olası bir cezanın infazı mümkün olmazdı," diye konuştu.
Afgan çocuğun ölümü
1989 tarihinde Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin BM Genel Kurulu’nda oybirliğiyle kabul edilmesi üzerine 20 Kasım ‘Çocuk Hakları Günü” olarak ilan edildi. Türkiye bu sözleşmeye 1995 yılından beri taraf. Bu taraflılığın sadece kâğıt üzerinde olduğunu, bu ülkede çocuklara yönelik uygulamalardan dolayı hepimiz çok iyi biliyoruz. Ama bilmediğimiz sayısız, kimsesiz çocuk hikâyesi de var. Bunlardan biri de Lütfillah Tacik’inki.
Gülsüm Kav: Kadınlar için 6284 bir şifre
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav’a göre erkekler giderek daha fazla “canavarca hisle” kadın öldürüyor. Buna karşın şiddet gören kadınların yalnızca yüzde 11’inin hak arama yöntemlerine başvurabildiğini söyleyen Kav, kadınların yeni bir şiddet dalgasıyla karşı karşıya olduğunu belirtiyor. Üstelik iktidar, kadınların mevcut kazanımlarına da göz dikmiş durumda. Faili meçhul kadın cinayetlerinin arttığını söyleyen Kav, çözümü kadınların muhtemel şiddet dalgasına karşı güçlerini gösterebilecekleri yeni ve ortak örgütlenme biçimleri şeklinde ifade ediyor.
Yemezler (mi acaba?)
İşte AKP açısından esas kritik olan nokta bu. Başta da söylediğimiz gibi AKP’nin “Kemalist açılımı”, Batı nazarında tüketilen ılımlı İslam projesinin ikamesi gibi görünüyor. Böylece AKP, ABD ve Avrupa’ya, tam da Çavdar’ın 5 yıl önce öngördüğü şeyi söylüyor aslında: “Kemalist mirasa sahip çıktım. Laikliğin ve İslâm’ın birbirlerini acıtan sivri uçlarını törpüleyip onları uyumlulaştırdım. Hadi şimdi hep beraber aydınlık yarınlara.”
Yalçın Karatepe: 2001 krizini yaşamayacağız ama haşlanacağız
İktisatçı Prof. Dr. Yalçın Karatepe’ye göre Türkiye 2001’dekine benzer bir krizi asla yaşamayacak. Çünkü 2001 krizine gelirken öncesinde belirlenmiş ve ilan edilen bir döviz kuru politikası olduğu halde biriken enerji bir anda patladı. Şimdi ise döviz kurundaki belirsizlik yüzünden zaten her gün krizler yaşanıyor ve belli aralıklarla “enerji boşalıyor”, yavaş yavaş kaynayan suda haşlanan kurbağa misali toplumdaki sıçrama refleksi ortaya çıkmıyor. Karatepe’ye göre insanların bu gidişata karşı ses çıkarmamasının temel nedenlerinden biri de uygulanan vergi politikası, emek gücünün bertaraf edilmesi ve muhalefetin “kolay muhalefet” yolunu bulmuş olması.
Hatamla sev beni
AKP kendi günahlarını, “yeni bir sayfa açmak için” itiraf etmeye, topluma “hatamla sev beni” demeye başlamışken etkili bir muhalefet-muhasebe yapılmaması, sadece o günahların yapanın yanına kâr kalmasıyla sonuçlanmaz, aynı zamanda daha ağır yeni bedellere de kapıyı aralar.
Mehmet Ö. Alkan: AKP’nin oyu artarsa hilafet kurumu gündeme gelebilir
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Tayyip Erdoğan “2023 kutlamalarına başlıyoruz” diyerek Cumhuriyet’in ilanının 100. yıldönümünün startını verdi. Oysa 2023’ten önce Türkiye’nin önünde başka bir 100. yıl daha var: Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919’un yüzüncü yılında cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Siyaset bilimci ve tarihçi Mehmet Ö. Alkan’a göre AKP de 19 Mayıs’ın yüzüncü yıldönümünde esen rüzgârdan pay almak için “Kemalist bir açılım” yapabilir. Alkan’a göre AKP oylarını daha fazla artırırsa, hilafet kurumu da gündeme gelebilir.
Barzani giderken ne götürüyor?
Barzani, kendi halkında bağımsızlık arzusu görmese, bu tarihi sınavı popülizminin, gücüne güç katma taktiğinin bir parçası haline getiremezdi. Keza Kürtlerin de Bağdat’tan sıdkı sıyrılmasa, bağımsızlık referandumunda en azından sandığa gitmezlerdi. Sonuç itibariyle, Barzani Kürtlerin rüyasını suistimal etti ama bu, Kürtlerin rüyasını haksız kılmaz.
Ertuğrul Kürkçü: Sovyetler Birliği yıkılmasa Marx yanılmış olurdu
Dünya ve Türkiye’deki sosyalizm mücadelesinin meraklıları için başucu kaynaklardan biri olan Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nin genel yayın yönetmenliğini de yapmış olan Ertuğrul Kürkçü’ye göre reel sosyalizmin çöküşü ve Çin’in kapitalizme savruluşu, tüm dünyaya yayılacak yeni devrim imkânlarını da beraberinde getirmiş olabilir. Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümü vesilesiyle konuştuğumuz Kürkçü’ye göre Sovyetlerin dış politikası, devrimlerin yayılmasını engelledi!
Suç uydurma suçunun suç olmaktan çıkması
Kanunsuz ceza olmadığı gibi kanunsuz devlet de olmaz. Önüne gelenin “çimlere basmak yasaktır”, “köpekle girmek yasaktır”, “çöp dökmek yasaktır” gibi tabelalar koyması gibi dayanaksız, kanunsuz yasaklarla toplumsal nizam sağlanamaz.
Veli Saçılık: Nuriye’nin görüntüsü infial yaratabilir
İyi haber Veli Saçılık’la yaptığımız bu söyleşinin çözgüsünü bitirip giriş yazısını yazdığım sırada geldi: 23 Mayıs’tan beri tutuklu olan öğretmen Semih Özakça için açlık grevinin 226’ncı gününde elektronik kelepçe takılma şartıyla tahliye kararı verildi. Ne var ki Özakça’yla beraber tutuklanmış ve sağlık durumu yoğun bakıma alınmasını gerektirecek kadar ağırlaşmış olan öğretim görevlisi Nuriye Gülmen için aynı karar verilmedi. Gülmen’in tutukluluk hali devam ediyor. Saçılık’a göre açlık grevinden kaynaklı görüntüsünün infial yaratmasından çekinildiği için Gülmen tahliye edilmedi.
Necmettin Salaz: Kerkük’ü bırakma kararı Süleymaniye’de alındı
Süleymaniye’de yaşayan gazeteci-yazar Necmettin Salaz’a göre Haşdi Şabi örgütünün Kerkük’e girmesinden bir gün önce, 15 Ekim’de Süleymaniye’de gerçekleştirilen ve Kürdistan Başkanı Mesud Barzani ile Irak Cumhurbaşkanı Fuad Mahsum’un da katıldığı toplantıda şehrin teslimatı kararlaştırıldı ama bu karar halka ilan edilmedi.
Cinsiyet bazlı iç savaş
Fakat etnik bazlı yıkıcı bir iç savaşa “geçilmemesi” başka türden bir iç savaş yaşanmadığı anlamına gelmez. Türkiye’de Kürt hareketine karşı yürütülen savaşın dışında bir savaş yaşanıyor. Üstelik bu savaşın iki tarafı yok. Bu, tek taraflı bir istila, kırım ve kıyım savaşı. Failler koca, sevgili, ağabey vs, maskesi takan büyük bir suç şebekesinin, ataerkilliğin üyesi.
Türkan Elçi: Altta irin birikmişti, Tahir iğne batırdı
Geçtiğimiz gün Taksim’deki metro istasyonundan geçerken karşı taraftan telaşla yürüyen güleç bir kadın içtenlikli bir selam verdi ve “derse yetişmem lazım” diyerek uzaklaştı. Kendisiyle iki gün önce, Kadıköy’de oturup uzun uzadıya sohbet ettiğimiz bu güçlü kadın, Türkiye’nin gözleri önünde acımasız bir lince maruz bırakıldıktan kısa süre sonra katledilen yılmaz bir hukukçunun eşi, hukuk fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi Türkan Elçi’ydi.
İşkence reklamı
Şimdinin işkencecileri yaptıklarının gizlenmesini değil, bilinmesini istiyor, bunun için gayret sarfediyor. Çünkü işkence yaparak lehlerinde bir kamuoyu oluşturmaya, insanları dehşete sürükleyerek yanlarına çekmeye, güçlerine güç katmaya çalışıyorlar. Bir ülkede işkence “reklâm malzemesi” haline gelmişse, toplum işkenceye boyun eğmiş demektir.
Necmettin Salaz: Talabani’siz Kürdistan’ı zor günler bekliyor
Celâl Talabani’nin bugün defnedileceği Süleymaniye’de yaşayan gazeteci Necmettin Salaz, Kürdistan’ın bağımsızlık ilanı karşısında İran, Irak ve Türkiye, ilan edilmemiş bir Bağdat Paktı’nı yeniden canlandırdı. Salaz’a göre gidişat, güçlü savaş ihtimalini barındırıyor.
Umut Kozay’ı kim öldürdü?
Yüksekova’daki sıradan sonbahar gününü bir aile için kıyamet günü yapan olay, videonun son üç saniyesine denk geliyor. 44. saniyede küçücük çocukların bir anda toz bulutunun içinde kaybolduğunu görüyoruz. O üç saniye içinde Umut gidiyor, kayıt bitiyor. Sonrası yok.
Alper Taş: Kürdün devlet özlemini anlamamak abestir
Sovyet devriminin yüzüncü yıldönümüne günler kala, devrimin önderi Lenin, Kürdistan referandumuyla birlikte ulusların kaderlerini tayin hakkına dair tezi üzerinden gündemimize tekrar girdi. ÖDP Başkanlar Konseyi üyesi Alper Taş’a göre 25 Eylül’de Kürdistan’da gerçekleştirilen bağımsızlık referandumuna karşı çıkmak, Lenin’in teziyle çelişildiği anlamına gelmez. Taş’a göre sosyalistler Kürtlerin bağımsızlık isteklerine saygı duymalı ama Irak’ta bir arada yaşamı savunmalı.
Türklük Sözleşmesi
Kürdistan’ın kurulması neden Ortadoğu’da yeni bir savaşa sebebiyet veriyormuş? Böylesi bir savaş tehdidi karşısında ezilen Kürtlerin mi ezmek isteyen Arapların mı hassasiyetlerini gözeteceksiniz? Bağımsızlaşmak isteyen Kürtlerin mi, “ya benimsin ya kara toprağın” diyen Bağdat’ın mı yanında duracaksınız?
Mesut Yeğen: Referandumdan vazgeçmek Barzani’nin sonu olur
Prof. Dr. Mesut Yeğen’e göre Türkiye bağımsız Kürdistan’la ilişkilerini iyi tutarsa, Türkiyeli Kürtleri İstanbul’a daha fazla bağlayabilir. Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözmeye mecali olmadığı için Kürdistan’ın bağımsızlığını bir güvenlik sorunu olarak algıladığını düşünen Yeğen’e göre ABD ve Rusya referanduma karşı çıksa da bağımsız bir Kürdistan’ı bölge devletlerine “yedirmez.”
Muhayyel Türkiye burada medfundur
Kürtlerin artık söyleyecek sözü kalmadı. Kürtleri az-biraz tanıyanlar bilir ki, Hatun Tuğluk’u defnedildiği topraktan çıkarıp Dersim toprağına götürmeleri, sırtı pışpışlanmış bir avuç ağzı salyalıya boyun eğdiklerinden değil, bunca vahşete seyirci kalanlara da devlete de keskin bir mesaj vermek istemelerindendi.
Korkut Boratav: Hakiki cumhuriyetçiysen, Kürt hareketiyle çözüm ararsın
AKP’nin de-facto bir İslamcı rejim inşa etmeyi ve cumhurbaşkanlığına süresiz dokunulmazlık kazandırmayı öncelik edindiğini söyleyen Prof. Korkut Boratav’a göre AKP ile Fethullahçılar çatışmasalar, önlerini kimse alamazdı. Öte yandan Boratav’a göre mevcut gidişata karşı durabilecek toplumsal ve siyasal güçler ortak bir cephe oluşturamaz ama ortak bir muhalefet inşa edebilir. Boratav, laik-demokrat Kürt hareketiyle “aydınlanmacı Kemalistler” ve bunun ortasında kalan muhaliflerin tek seçeneğinin de ortak muhalefette olduğu görüşünde.
Demirtaş’ın Seher’i
Seher’deki 12 öyküde Demirtaş, yeni kuşak edebiyatçıların çoğuna taş çıkartacak bir anlatı gücünü yakaladığı gibi, edebiyat dünyasına da güçlü bir giriş yapıyor. Özellikle siyasi baskıların yoğunlaşmasıyla birlikte “ağlak” edebiyatın revaçta olduğu, edebi metni duygusal çöküntü diliyle güçlendirmeye çalışan genç kalemlerin ortalıkta dolandığı bir dönemde Demirtaş, öykülerinde popüler anlatı diline keskin bir eleştiri de getiriyor aslında.
Eren Keskin: Yurtdışına gitmek yerine hapse gireceğim
1990’lı yıllarda iki defa silahlı saldırıya maruz kalan, sırf Kürdistan sözcüğünü kullandı diye hapse atılan, çok sayıda arkadaşını faili meçhul cinayetlere kurban veren, işkence, taciz, tecavüz davalarına giren bir insan hakları savunucusunun, o yılları şimdiye tercih edeceği kimin aklına gelirdi? Akla gelmeyen başa geliyor. Avukat Eren Keskin, 1990’ların tüm karanlığına rağmen şu an yaşananlardan daha iyi olduğunu söylüyor ve bu söylediğine kendisi de şaşırıyor!
SİHA
Yeni Türkiye’nin JİTEM’i SİHA değil de nedir? SİHA’ların JİTEM’den tek farkı, faili peşinen ve profesyonel bir biçimde meçhulleştirilmiş olmasıdır. Peki devlet bu profesyonel akla nerede kavuştu? Elbette Roboski’de!
Esra Özakça: Taş bile hava koşullarının değişimine direniyor
30 Ağustos tarihi itibariyle açlık grevinin 100'üncü gününe giren öğretmen Esra Özakça, eşi Semih Özakça ve eğitimci Nuriye Gülmen’in serbest bırakılması ve işlerine iade edilmesi halinde grevi bırakacağını söylüyor. Özakça, kızı “yanlışlıkla” ihraç edilip KHK’yla tekrar işe iade edilen AKP Antalya Milletvekili Hüseyin Samani’nin “itibar” vurgusuna da tepkili: “İhraç edilen yüzbinlerin itibarı yok mu?”
CHP’nin pekmezi
CHP’nin hâlâ iktidarın hassasiyetleriyle muhalefet yapılamayacağını anlamamış olması tuhaf. AKP’nin “hassas” bölgelerine dokunmaktan sakınarak yürütülecek muhalefeti Erdoğan bile partisi içindeki dengeleri korumak ve partiyi güçlendirmek için yaratabilir.
Ahmet Murat Aytaç: Çoğunluğu milli irade değil siyasi irade belirler
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Murat Aytaç’a göre Türkiye’nin modernleşme tarihi aynı zaman olağanüstü hâl tarihidir. Bu topraklarda olağan halin istisna, olağanüstü halin ise kural olduğunu söyleyen Aytaç, AKP’nin her şeyi değiştirir gibi görünürken, “görünmez devlete” dokunmadığını, dokunamadığını düşünüyor. Aytaç’a göre milli irade ve çoğunluk denen şey de iktidarın kontrolündeki seçim yöntemleriyle belirleniyor, inşa ediliyor.
Kürdistan ne zaman?
Bağımsız bir Kürdistan’ın, Kürtleri “dış tehditlerle” karşı karşıya bırakacağına dair korku isyanları hiçbir zaman dizginlemedi ama bağımsız Kürdistan, Kürtlerin zihninde hep “korkutucu hülya” olarak kaldı. Ancak artık o “dış tehdit” aktörleri kendi aralarında tarihte benzeri görülmemiş ihtilaflar içinde.
Merdijana Sadoviç: Bosna'da savaş bitti ama barış gelmedi
1992'de başlayıp 1995'te biten Bosna İç Savaşı çoğunluğu Müslüman Boşnak olmak üzere yüz binlerce insanın hayatına mal oldu. Sovyetler'in dağılmasıyla birlikte Balkanlar'da yaşanan yeni ulus devlet krizinin maliyetini Balkan halkları ödemeye devam ediyor. Srebrenitsa Soykırımı'nın 22'nci yıl dönümü vesilesiyle Merdijana Sadoviç ile konuştuk. Sadoviç'e göre soykırımla yüzleşmeden Bosna'ya barış gelmeyecek.
Fatih Akın Kürt olsaydı
Bir film eleştirmeninin henüz senaryosu bile yazılmamış bir filmi eleştirmesiyle Ahmet Şık’ın yayınlanmamış kitabından dolayı mahkûm edilmesi arasında zerre fark yok. Ahmet Şık’ın başına getirilenlerden alışkın olduğumuz için kimse çıkıp “yahu bir film eleştirmeni olarak nasıl oluyor da henüz görmediğin, konusunu bile bilmediğin bir film üzerinden yönetmeni eleştiriyorsun” demeye bile gerek duymadı. Oysa meselenin düğüm noktalarından biri bu. Cüneyt Cebenoyan çekilmemiş bir film üzerinden yönetmeni “eleştirebiliyorsa” Akın’ın o konuda film çekmesine kategorik olarak karşı demektir.
Prof. Yaman Akdeniz: Arınç bizim için ‘birkaç pornocu yürüdü’ demişti
Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz, İnternet’e erişim engellerinin önünü açan 2007 tarihli kanuna karşı o zaman yaptıkları protesto gösterileri yüzünden “pornocu” olarak yaftalandıklarını hatırlatıyor. Akdeniz’e göre İnternet sansürü konusunda Türkiye, dünyadaki en otoriter rejimlerin bile ilerisinde.
Direniş ayağınıza geldi, neredeydiniz?
HDP kimseyi 40 derece sıcağın altında saatlerce yürümeye de davet etmedi. Direnişi, adalet talebini ayaklarına kadar getirdi. Direniş ayağınıza kadar geldiği halde ayak sürüyorsanız, direnişe niyetiniz, HDP’ye eleştiri hakkınız var mıdır?
Prof. Cihangir İslam: AK Parti'de İslâmcı yok
İktidarın mütedeyyin muhaliflerinden Cihangir İslam, mütedeyyinlere karşı bir öfke biriktiğini kabul ediyor fakat “bunlar kötü şeyler yapıyor, o halde İslâm kötüdür” gibi bir çıkarımın da son derece anlamsız olacağını vurguluyor. "AK Parti’de İslâmcı yok" diyen İslam ekliyor, "Göreceksiniz, bu sözüme de bir itiraz gelmeyecek..."
Demirtaş ne yapmaya çalışıyor?
Türkiye’de barışı kurmanın, bunun “projesini”, “çerçevesini” çizmenin bedeli iktidarın baskılarına maruz kalmaktan ibaret değil. Anlaşılıyor ki, barışı kurma mücadelesini teslimiyetçilikle, uzlaşmacılıkla veya rol çalmakla itham edenler de var.
Cevat Geray: İstanbul’u bekleyen kaostur
Türkiye’nin en önemli kent bilimcisi Prof. Dr. Cevat Geray, dengeli ve eşitlikçi bir kalkınma modeli uygulanmadığı için 20 milyona yakın insanın İstanbul’a yığıldığını, bunun da yaşanan felaketlerin tetikleyicisi olduğunu söylüyor. Her şeyin halkın kentine sahip çıkmasına bağlı olduğunu söyleyen Geray’a göre 2009’da İstanbul’daki Ayamama Deresi taşkını önemli bir uyarıydı ama o uyarı da dikkate alınmadı.
Skandalizasyon
Düne kadar olağan olan her şey skandalize ediliyor. İktidar ve yandaş medya toplumu ve muhaliflerini “Yenikonuş” kodlarıyla konuşmaya, o çerçevenin dışında düşünmemeye zorlarken, sıradanı sıradışı, sıradışıyı sıradanlaştırıyor.
Andrew Gardner: Türkiye böyle devam ederse geri dönüş çok zor olacak
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner, 5 Temmuz’da Büyükada'da insan hakları savunucularına yönelik gerçekleşen operasyonla birlikte Türkiye’nin dünya çapında saygınlık kaybettiğini söyledi. Gardner, Af Örgütü’nün başta Türkiye Şubesi Direktörü İdil Eser olmak üzere insan hakları savunucularının tutuklanmasına karşı dünya çapında büyük bir kampanya başlatacağını ifade etti.
AKP ve baş edilebilir düşmanları
Türkiye’de iktidarın haklı çıkmak için dayandığı son “hile” tam da bu: Toplumsal, siyasal, hukuksal, ekonomik, her türlü meseleyi kişiselleştirmek. Demirtaş’la, Kılıçdaroğlu’yla, onlarla izah edilemecek olanları da “üst akıl” denen “kişiyle” ilişkilendirmek ama “tartışmayı” haksız uygulamalara asla getirmemek.
Böyle bir şey olabilirmiş!
Kılıçdaroğlu’nun Maltepe’de ilan ettiği 10 madde kendisi açısından da bir taahhütname olarak kabul edilmeli. Zaten gerek Kürt hareketi gerekse demokratik sol muhalefet ve Maltepe’de buluşan milyonlar, Kılıçdaroğlu’nun kendi ağzından telaffuz ettiği 10 maddenin izini sürüp sürmediğinin sıkı denetleyicisi olacak.
Cem Terzi: Tarihteki ilk hekim 'ah' diyene ilk koşandır
9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin en değerli cerrahlarından Prof. Dr. Cem Terzi, 11 akademisyenle birlikte geçtiğimiz hafta açığa alındı. 15 Temmuz gecesi darbecileri protesto etmek için de sokağa çıkmış olan insan hakları savunucusu Terzi, “insanlar ölüyorsa, risk almak görevdir” diyor.
Kalanın talanı
Kayyım uygulaması doğrudan Kemalistlerden devşirilmiş bir yöntem. Tek partili dönemde CHP Sinop Milletvekili olan Cevdet Kerim İncedayı’nın Şubat 1949 tarihli konuşmasını hatırlayalım: “Doğu vilayetlerinde millet cahildir. Okuyup yazma bilmemektedirler. Türkçe konuşamamaktadırlar. O ahaliyi gezerken mektep talebelerinin tercümanlığıyla zorlukla anlaşabildim. Seçim günlerinde buralarda jandarma vasıtası ile tedbir almazsak, o cahil halk reylerini Haso’ya veya Memo’ya verirler. Kimsenin buna vicdanı el vermez.”
Ahmet Türk: Kılıçdaroğlu Kürtlerin katılımından endişe etmemeli
Duayen Kürt siyasetçisi Ahmet Türk, AKP’nin Kılıçdaroğlu’nu Kürtlerle yürümemeye zorladığı görüşünde. Türk’e göre Kılıçdaroğlu eğer herkes için adalet istiyorsa, adalet isteyen herkesi bu yürüyüşün ev sahibi yapmalı. Türk, Temmuz ayı başında bir grup HDP’liyle birlikte Kılıçdaroğlu’nu ziyaret edeceğini ve sağlığı el verdiği ölçüde yürüyeceğini açıkladı.
Ne istiyoruz? Adalet! Vermeyecekler!
Gülmen ve Özakça’nın önündeki en büyük zorluk, adil bir düzenden yoksun olduğu için adil bireyler ortaya çıkaramamış olan bir coğrafyada, insanların böylesi bir sınavdan başarılı çıkıp çıkmayacağını çok dar bir zaman içinde sınıyor olmaları. Zaman sadece Gülmen ve Özakça için değil, asıl bizler için daralıyor!
Mithat Sancar: Kılıçdaroğlu etkisiz final yaparsa sonuçları ağır olur
HDP milletvekili Mithat Sancar, Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü’nün tutuklu HDP milletvekillerinin de adalet talebini kapsamaması halinde etkili olamayacağı görüşünde. Yürüyüşü büyük bir imkân olarak değerlendiren Sancar, HDP’nin önümüzdeki günlerde Kılıçdaroğlu’na destek ziyaretinde bulunabileceğini açıkladı.
Silsile yolu
Kılıçdaroğlu, dokunulmazlıklar konusundaki tutumu dolayısıyla borçlandığı HDP’ye de yeni bir yol açmış durumda. Maltepe Cezaevi’nin kapısına vardığında HDP milletvekilleri Kılıçdaroğlu’ndan bayrağı devralıp Selahattin Demirtaş’ın tutulduğu Edirne’ye doğru yürüyüşe geçerse, işte o zaman yeni bir siyaset yolu açılmış olacak.
Yaşar Yakış: Gelecekte Kürdistan’ın kurulacağı hesap edilmeli
Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’a göre Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin Ortadoğu’daki tüm çıkmazlarını açabilecek esas yol. Dolayısıyla ona göre Suriyeli Kürtlerle anlaşılmalı ve Dolmabahçe masasına geri dönülmeli. Ayrıca Ortadoğu’da en uzun süre görev yapmış Türk diplomatı olan Yakış, kurucusu olduğu AKP’yi Arap politikası konusunda uyarıyor: “Arap’ın Arap’a yaptığı unutulur ama Türk’ün Arap’a yaptığı unutulmaz.”
Adam ve madam
“Felaket”, “kaos” zamanları, erkeklerin erkekliklerini kanıtlamaları için zorlu birer sınav/fırsat. Korkağın cesareti, onu erkeklik, adamlık mertebesine taşımanın, “ayakta tutmanın” tek yolu. O yola girildikten sonra da “eğilmek” veya Arda Turan’ın tabiriyle “pişman olmak”, “dönmek”, “kıvırmak” olmaz! Hem de, yine Arda Turan’ın tabiriyle, “bedeli ne olursa olsun!”
Veli Ağbaba: Yetmez ama evetçilerle helalleşmek lazım
CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’ya göre AKP, Türkiye’ye “İhvan kültürünü” yerleştirmeye çalışıyor. “Hayır” diyen kesimlerin 2019’daki başkanlık seçimleri öncesinde ortaklaşarak tek bir aday çıkarabileceğini söyleyen Ağbaba, 15 Temmuz darbe girişimine giden yolun 12 Eylül 2010 referandumuyla açıldığını ileri sürdü.
Demirtaş’ı hapisten çıkarmak
Göründüğü kadarıyla Demirtaş’ı fiziken hapisten çıkarmak devletin elindeyse, siyaseten “hapisten çıkarmak” da hareketinin elinde. HDP, son iki yıldaki tüm baskılara rağmen herhangi bir kopuş yaşamamayı başardığı gibi eş başkanının iktidarı korkutan liderliğini dört duvarın arasından çıkarmayı başarabilirse, milliyetçilik yarıştıranların karşısına kendi “öyküsünü” çok daha etkili bir biçimde koyabilir.
Özakça: Elinde idam ipi olan öğretmenler değildik
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “terör örgütü mensubu” ilan ettiği Nuriye Gülmen ve Semih Özakça 11 gündür cezaevinde. Kendisi de KHK’yla ihraç edilmiş olan öğretmen Esra Özakça’nın Soylu’ya yanıtı şöyle: “Biz gerçekten olduğumuz yerlerde memnuniyetle çalıştık. Dayak atan öğretmen olmadık. Elinde idam ipi olan, taciz-tecavüz eden öğretmenler değildik. Bizim nasıl insanlar, öğretmenler olduğumuzu öğrencilerimize ve velilerine sorsunlar.”
'Kürdistan' dışında her şey
Ezilenler lehine kurulan dil, ezenler lehine kurulan dile göre çok daha zorludur. Bu dili kurmak iki uçurum arasına gerilmiş ip üzerinde yürümek gibidir. En ufak bir “hata” sizin gerçekten de ezilen veya ezilenden yana olup olmadığınızı ele verir.
İhsan Eliaçık: Erdoğan’ın yeni asabiyet çabası tutmayacak
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başlattığı İbn Haldun-Auguste Comte tartışması, İbn Haldun’un devletin yaratıcı motivasyonu olarak kabul ettiği “asabiyet” kavramını ve yine İbn Haldun’un devlete biçtiği ömrü, o ömrün sonlandırıcısı olan alametleri tartışma fırsatı verdi. Anti-Kapitalist Müslüman İhsan Eliaçık’a göre Erdoğan eski asabiyeti tekrarlıyor ve yeni bir asabiyet kurulmaması halinde bu devletin varlığını daha fazla sürdürmesi mümkün görünmüyor.
Dilenmek serbest direnmek yasak
Başkasından ekmek dilenmekle, kendi ekmeğini talep etmek arasında çok radikal bir fark var. Bu ülkede ekmek için dilenmek serbest ama ekmek için direnmek yasak.
Yüksel Taşkın: 'AKP Mübarek'in partisine dönüştü'
Prof. Dr. Yüksel Taşkın, Erdoğan’ın tekrar genel başkanı olacağı AKP kongresinin, parti açısından sonun başlangıcı olduğu görüşünde. Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı rejimlerin yolsuzluk ve hataya meyilli olduğunu söyleyen Taşkın’a göre bu sistem muhaliflerini tasfiye ederken yeni muhalifler yaratmaktan kurtulamayacak.
Güneş Murat Tezcür: Erdoğan'ın ABD ziyareti dipnottan öteye gitmedi
Tezcür'e göre AKP'nin Amerika ile tekrar müttefik olmasının tek yolu, IŞİD'den sonra sıranın İran'a gelmesi. Türkiye'nin radikal bir anti İran politikası benimsemesi halinde Amerika ile ilişkilerin tekrar düzelebileceğini ifade eden Tezcür, kısa vadede yeni bir çözüm sürecini ise muhtemel görmüyor.
Evlilik programlarının gerçek yüzü
Evlilik programlarının kaldırılmak istenmesinin esas sebebi, burada kadınların seçilen değil seçen olması. Eğer bu programların “gerçek hayatla” alâkasının olmayan bir yanı varsa, o da budur.
Ayşen Uysal: Erdoğan ve Kılıçdaroğlu'nun sokağa bakışı aynı
Prof. Dr. Ayşen Uysal’a göre polis göstericiye düşman gözüyle bakarken göstericinin de polis algısı benzer bir biçimde dönüşüyor. Bunun çok ciddi sonuçlar yaratabileceğini söyleyen Uysal, AKP’nin sokak siyasetini de muhalefetin elinden almak için sistematik bir çalışma içinde olduğu görüşünde. Uysal’a göre “mahalle bekçisi” projesi de bu çalışmanın bir ürünü…
Durum acil ve hayati!
Gülmen ve Özakça hızla kilo kaybediyor, sağlık sorunları derinleşiyor. Belki de bir daha telafisi olmayacak sağlık sorunlarının baş göstermesi an meselesi.
İlhan Cihaner: Gezi’deki dinamizmi bir kez daha küstürdük
16 Nisan referandum sonuçlarıyla ilgili tartışmalar sonlanmamışken Deniz Baykal ve Fikri Sağlar’ın çıkışıyla bu sefer CHP içi sorunlar ana gündem haline geldi. Parti yönetiminin 16 Nisan sonrası tutumuna dair CHP içinde birbirinden farklı tepkiler gelse de, sürecin iyi yönetilemediğine dair genel bir kanaat var. İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner de bu kanaati taşıyanlardan biri. Ona göre CHP ne Gezi ne de 16 Nisan sonrasını iyi değerlendirebildi.
Türkiye’den kaçma duygusu
İktidarın baskıcı uygulamalarından rahatsız olan milyonlarca insan ülkeyi terk etmek üzere henüz Avrupa kapılarına dayanmamış olsa da buradaki yerleşiklik duygusunu hızla yitiriyor ve tıpkı Kreuzberg’deki solcu bakkal gibi kendini “askıda” hissediyor.
Elifcan Karacan: Almanya'da Türkiye, Suriye'den farklı görünmüyor
Türkiye’den farklı zamanlarda ve farklı nedenlerle Almanya’ya göç etmiş gruplar arasındaki ilişkiyi araştıran Dr. Elifcan Karacan’ın Berlin’de kapısını çaldık. Doktora tezi “Remembering the 1980 Turkish Military Coup d’Etat” (Türkiye’deki 1980 Askeri Darbesini Hatırlamak) ismiyle kitaplaştırılan Karacan, "Ahmet Şık’ın son duruşması sırasında havaya kaldırdığı yumruğun temsil ettiği öfke, milyonlarca insanda gizli. Ama o yumruğu havaya kaldıracak ortam henüz yok. O yumruklar bir gün havaya kalkacak" diye konuştu.
Kürt payı
İktidar oy çalıyor, hak çalıyor, hukuk çalıyor. Buna mukabil habis bir ur gibi demokratik muhalefetin içine sızmaya çalışan, Türkçü-İslamcı iktidarla dildaş, ama onun elindeki iktidarı ele geçirme gayesinde olan güruh da hakikat hırsızlığına yelteniyor.
Murat Belge: Sonuç Hayır cephesi açısından müthiştir!
Murat Belge 16 Nisan’ın ardından iktidar cephesinde oluşan yarıkları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bundan sonra nasıl bir yol seçeceğini ve Erdoğan hakkındaki geçmiş yanılgılarını anlattı. Belge’ye göre 16 Nisan, Hayır cephesi açısından yeni bir siyaset alanı açarken, yer çekimi artık Erdoğan’ın aleyhine işleyecek.
Eren Erdem: Üsküdar’ı Kürt oylarını manipüle ederek geçtiler
CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, 16 Nisan’ın sonucunu belirleyen mühürsüz pusulalarla ilgili çok çarpıcı bir iddia dillendiriyor. Erdem’e göre eğer ezici bir Hayır çıksaydı, AKP, mühürsüz pusulaları referandumun iptal edilmesinin gerekçesi olarak kullanacaktı!
Üsküdar’dan sonra
16 Nisan’ı dışarıya karşı cengin başlangıcı olarak tasarlayanlar hezimeti yaşadılar. Peki bu cengi şimdi içeriye karşı mı yapacaklar? Erdoğan’ın daha ilk açıklamasında idam vaadinde bulunması, iktidarın genel yaklaşımı bunu gösteriyor da. O halde Hayır cephesinin Hayır cephesinin varlığını sürdürmesinin birinci yolu başta Kürtler ve CHP tabanının yan yana gelmesinden geçiyor. Ama bu iş Kılıçdaroğlu gibi aktörlere bırakılırsa, sayfanın esas kapanışı 2019 olacağa benziyor.
Osman Baydemir: 'Hayır' demek onuruna sahip çıkmaktır
Kürtler referandumda nasıl bir pozisyon alacak? HDP, 7 Haziran’dan bu yana devam eden baskılardan nasıl etkilendi? Evet veya Hayır çıkması halinde iktidarın Kürt sorununa yaklaşımı nasıl olacak? HDP, “Evet” ihtimaline hazırlıklı mı? Referandum sath-ı mailinde hapishanelerde neler oluyor? Yanıtlar için HDP sözcüsü ve Şanlıurfa milletvekili Osman Baydemir’in kapısını çaldık…
Evetçi Kürtler
Şu an iktidarın, başta Demirtaş olmak üzere suskunluk sarmalını büyük bir cesaretle yaranları derdest etmesinin sebebi, ezilenleri sahipsizlik ve yalnızlık duygusuna hapsetmektir. Yalnızlar sessiz, kahir ekseriyeti de “uyumludur"... Peki Nate Shaw gibi yaşamak isteyenleri “Tercihleriyle” baş başa mı bırakmalı?
Ali Bayramoğlu: Narsistik bir otoriter popülizmin tarifi
Uzun bir süre AKP’yle yakın temas kurmuş olan Ali Bayramoğlu’yla AKP’nin yıllara dayanan dönüşümünü, muhafazakâr kesim içindeki çatışmanın temellerini, “AKP öyküsünü”, İslam ile demokrasi arasındaki ilişkiyi ve 15 Temmuz sonrası TSK’yı konuştuk…
Hükümet bisküvisi
Ülker, yayınladığı reklamdan, siyasi iktidardan gelen tepkiler üzerine geri adım atmış ve reklamındaki başarı bu yüzden aleyhine dönmüş olsa da, aslında ilk başta hedeflemiş olabileceği kitleye erişmiş de olabilir... Ne de olsa Ülker her zaman olduğu gibi şimdi de 'Hükümet Bisküvisi' üretmeye devam ediyor.
Murat Gezici: ‘Hayır’ın kaderi oy kullanmayanların elinde
Gezici Araştırma Şirketi Başkanı Murat Gezici, son dönemde yaptıkları 14 araştırmaya dayanarak, referandumdan “Hayır” çıkacağını söylüyor. Tabii bir şartla; sandığa katılım oranı artarsa! Gazete Duvar'a röportaj veren Gezici'ye göre, bu referandumda kilit rolü, sandığa gitmeyecek yüzde 17’lik seçmen kitlesi oluşturuyor. Gezici'nin yaptığı bir diğer çarpıcı tespitse, bu yüzde 17’lik seçmenin yüzde 75’ini 'Hayırcı' ve çoğunlukla CHP’li kitle oluşturuyor.
Kemal Kurkut kimdir?
Her Kürdün devletle davası birbiriyle kesişir. 33 Kurşun’un hikâyesi Ahmed Arif’le, Arif’inki Ejder Demir’le, Ejder’inki Evrim Alataş’la, Evrim’inki Fidel’le, Kemal’le, Kemal’inki 10 Ekim katliamıyla kesişiyor.
Selin Sayek Böke: Yeni bir hikâye yazmamız lazım
CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke’den Kürt sorunundan Suriyeli mültecilere, TSK’nın Suriye’deki varlığından Irak Kürtlerinin bağımsızlık ilanı ihtimaline, CHP’nin sağa kaydığına dair eleştirilerden ekonomideki gidişata kadar akıllardaki tüm soruların yanıtlarını almaya çalıştık…
'Dünya gördü, bizi boğazladılar'
Ahmed Arif’in büstünü yıkan zihniyet, Gülmen’i Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı’nın önünden alıp karakola tıktığında bu hafızayı yok edebileceğini zannediyorsa, on yıllardır toprağa kökünü salmış kelâma baksınlar.
İlhan Uzgel: AKP, AB’den alabileceğini aldı
KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. İlhan Uzgel'le Türkiye'nin dış politikasını konuştuk. Uzgel, "AKP, AB’den alabileceğini almış durumda. AKP, askeri vesayetten kurtulmak için tıpkı Gülen cemaatini kullandığı gibi AB’yi de kullandı" dedi.
Seçilmiş düşman
Almanya ve Hollanda’yla gerçekleştirilen krizin “öngörülmüş” olduğu çok açık. Keza önümüzdeki günlerde Avusturya’yla sırf “Viyana kapıları” söylemini diriltmek için benzer bir krizin yaşanması şaşırtıcı olmaz.
'AKP’nin 'millet' dediği, halkın yarıdan bir fazlasıdır!'
KHK ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ihraç edilen Doç. Dr. Murat Sevinç, "Türkiye’nin Anayasa İmtihanı/ Cumhurbaşkanlığı-Başkanlık Tartışması" isimli yeni kitabında, Türk sağının 1950’lerden itibaren başlayan “kayıtsız-şartsız” yönetme hülyasının arkaplanını, AKP’nin önerisiyle mukayese ederek analiz ediyor.
Şu 'paçavra' meselesi
Tarihin cilvesine bakın ki, Kürt karşıtı söylem üzerinden bazı İslamcı-Türkçü kesimlerde hem “evet” hem de “hayır” blokçukları oluşmuş vaziyette.
HDP’nin sol yanı
7 Haziran’ın hemen ardından HDP’nin başarı öyküsünü yere göğe sığdıramayanların bir kısmının 1 Kasım’daki “yenilgiden” sonra tüm faturayı HDP’ye ve onun “sol yanına” çıkarması dostane bir eleştiri değil, iktidarın 7 Haziran sonrası büyük planını görünmez kılma çabasıdır da.
Kürt sorununun çözümü evette mi hayırda mı?
Referandumun sonucu ne olursa olsun Türkiye Nisan ayından sonra çok daha derinleşmiş bir Kürt sorunuyla karşı karşıya kalacak. Anti-Kürtlük üzerinden oluşmuş İslamcı-milliyetçi iktidar koalisyonunun referandumdan başarılı çıkması halinde Nisan’dan sonra Kürt sorununu yeni ve belki de çok daha derin bir savaş dalgasıyla “kapatmaya” girişmesi şaşırtıcı olmaz.
Kuyu
Yavru köpeğe “Kuyu” ismi verilmesi, hepimizin ortak itirafı aslında. O köpek artık bu ülkenin vaziyetini adında taşıyor. Fakat onun kuyudan çıkması için günler ve geceler boyu dilek tutanlar aynı dileği kendileri ve “başkaları” için de tutmalı, hepimizi kör kuyulara mahkum edenlere karşı ses çıkarmalı. Ses çıkaran olmazsa, kuyudan çıkış da yok. Kuyu kurtuldu. Sıra bizde.
Akademisyenlerin tarihe geçen 'hikâyesi'
Sevilay Çelenk, “Hikâyelerle Direnmek” konulu dersine Robert Fulford’un “Anlatının Gücü” kitabından söz ederek başlıyor ve şu an hepimizin içinde bulunduğu karanlığa göndermelerle sürdürüyor konuşmasını: “İnsan hikâye yapan bir varlık. Herhalde en ayırt edici karakteri bu."
Cübbe, postal ve İbiş
Cübbelerin ayaklar altına alındığı, Korkut Boratav gibi bir hocanın bile engellendiği, Baskın Oran gibi bir hocanın iteklendiği o günü ve Ankara Üniversitesi’ne yönelik bu saldırganlığı aynı okuldan mezun olan vali yardımcıları, başbakan yardımcıları nasıl izledi, hangi vali yardımcısı kendi okuluna ve hocalarına bu operasyonun yöneticiliğini yaptı, bilmiyoruz. Ama görüştüğüm tüm hocaların en büyük tepkisi, “meslektaşları” olan rektör Erkan İbiş’ti.
Yüzüncü maymun
‘Hayır’ı büyütmenin tek yolu şu an ‘evet’ diyenleri yollarından döndürmek. O halde ‘evetçileri’ karşıdaki mutlak cephe olarak görmek değil, siyasetin yapılacağı bir alan olarak değerlendirmek ve aslında ‘dur’ deme cesaretini oraya da bulaştırmak gerekiyor. Unutmayalım ki ‘100. Maymun’ kumlu patatesleri yiyenlerin içinden çıktı.
İradenin idaresi, idarenin iradesi
Şu sıralar HDP milletvekillerine yönelik artan gözaltı operasyonlarının esas muhatabının bu siyasetçilerden cesaret alarak siyasi bir pozisyon belirleyen milyonlarca seçmenin iradesi olduğu söylenebilir. İktidar, HDP tabanının iradesini kırarak referandum sürecini kendisi lehine idare edebilecek mi, bunu kestirmek zor. Ama bu yolu epey zorlayacağı da açık.
Althusser’in baltası, Derrida’nın intiharı, Nietzche’nin kırbacı
Türkiye’de hakikati dillendirenlere (kim olursa olsun) sürgün, hapis, ölüm tehditleri reva görülüyor. Fakat hakikati dillendirmenin bedelini göze alamayıp bunca yalanın içinde yaşamaya rıza gösterenler Derrida’nın intihar ettiğine, Althusser’in karısını baltayla öldürdüğüne, Nietzche’nin ömrünü tımarhanede geçirip orada öldüğüne inanmakla da yakayı kurtaramayacaktır.
‘İtinayla vururum’ siyaseti
Sözümona ezilmişliklerinin acısını büyük bir hasetle çıkarmak için 'devletleri' kimi düşman belliyorsa o düşmanlığa kılıf uydurmaya dünden hevesli İslâmcı yazar-çizer kesimi, örneğin küçük bir kız çocuğuna yapılan alçaltıcı davranışa ses etmeyip 'terör', 'iç düşman', 'Batının maşası', 'Haçlı ittifakı' teorilerine kuvvet verdikçe, bu günahta pay sahibi oldukları gerçeğini mi gizleyebilecekler?
Şiddet ve düşman bolluğu
Daha önce de yazdığımız gibi, Türkiye zor günlerden geçmiyor, zor günlere giriyor. Ve bu zorlu günlerden bir daha asla çıkmayacağımız hissine kapılmaya zorlanıyoruz.
2016’ya asılı kalmak
Şu sıralar Türkçü-İslamcı hegemonya CHP’yi kendi tabanının talep ve beklentilerini bile sahiplenmeyecek kadar teslim almış durumda. Günlerdir yılbaşını kutlayacak olanlara yönelik tehditlere karşı CHP’nin parti olarak gerçekleştirdiği hiçbir etkinlik olmadı. Bu açıdan CHP’nin laik-demokrat tabanının epeydir partisiz, örgütsüz ve dolayısıyla sahipsiz olduğu söylenebilir.
Vahşeti 'fav'lamak
Arkaik gibi görünen vahşet uygulamalarını, 500 yıl sonra, yanıbaşımızda, seyrediyoruz. Vahşetin yıldırıcı gücü bizi artık evimizde, bilgisayar veya telefon ekranımıza yansıyan videolar veya fotoğraflar üzerinden teslim alıyor.
Daha fazla öldüren mi kazanacak bu savaşı?
80 milyonun 1 milyonu, her türlü organize güçle (devlet, örgüt, parti, STK vs.) organik bir ilişkiyi baştan reddedip iradesinden ödün vermeyecek bir barış gücü oluştursa, belki de vaat edilen ama eninde sonunda duvara çarpacağı aşikar olan 'hızlı tren' durdurulabilir. Durdurulamasa da yavaşlatılabilir.
İntikamın intikamının intikamı
Savaş dışındaki her seçeneği elinin tersiyle itenler istiyorlar ki, intikamların intikamı alınsın diye daha fazla beden düşsün yere. Barış isteyenlere yüksek perdeden yapılan tehditler, herkesi bu tuzağa düşürme gayesinin ötesi değil.
Yangın merdiveninin kilidi
Sadece cemaatlere bağlı okul veya yurtlardaki çocuk ölümleri değil, eğitim sistemine bağlı bütün kurumlarda müfredatından kıyafetine, yemek saatlerinden “disiplinine”, yangınından kazasına ve hatta binanın yapısına, bulunduğu bölgeye kadar her şey ideolojiktir. Süleymancılara ait yurttaki yangın merdiveninin kilidi bu ideolojinin billurlaşmış sembolüdür sadece.
Kürt Ahmet Türk
İşte Ahmet Türk’ün bavulunda devletin ezberine, gazabının hudutlarına, dilinin kodlarına dair ziyadesiyle malumat var ama tüm bu gazapla baş etmenin sabır bilgisi de var.
Evlilik, tecavüz ve rıza
AKP ve destekçilerinin zihniyetine göre 'küçüğün rızası' varsa, 'evlenmesinde' herhangi bir beis olmamalı. Üstelik evlilik varsa, tecavüz zaten yoktur! Bu savunmanın İslam literatüründeki bazı yaklaşımlarla ne kadar örtüştüğü bizi ilgilendirmez. Çünkü henüz şeriat düzenine geçmiş değiliz.
Millet ve cellat
Bu topraklarda herkes şunu biliyor ki, idam cezası, dönemin 'ruhuna' göre uygulanan bir ceza. Bugünün idamlığı yarının kahramanı, dünün kahramanı bugünün idamlığı olabiliyor.
Demirtaş’ın uzun yolu
Şahsi olarak da çok az insanın kaldırabileceği bir basınçla karşı karşıya olduğu halde cesaretinden taviz vermeyen, Türkiye’nin sürüklendiği korkunç geleceği öngörüp tek çıkış yolu olarak cesareti ve demokrasi mücadelesini gören ve gösteren Demirtaş’ın tavrının sahiplenme oranı Türkiye’nin geleceğine yön verecek.
İki karede Cumhuriyet tarihi
Direnenlerin mirası selden sonra yeni bir hayatı kurmaya yetecek düzeyde cevheri barındıracak mı, şimdilik meçhul. Fakat geleceğe sadece direnenlerin kalacağına kuşku yok. Geleceğe dair umut, geçmişin yarattığı karamsarlık kadar uzun sürebilirse, bu ülke için hâlâ ufuk var demektir.
Ben bürodayım sevgili okuyucu, peki sen neredesin?
İçinden geçtiğimiz günlerde Oğuz Atay’ın sorusu yazar açısından belki de hiç olmadığı kadar anlam kazanıyor: “Ben buradayım sevgili okuyucu, peki ya sen neredesin?” Okurun yanıtını duyar gibiyim: “Ben eylemdeyim ey yazar, peki sen niye bürodasın?”
Bir fotoğraf, bir video, iki anne ve kabarık bir arşiv
Utanıyorum ama gazeteciyim
Anaakım medyanın istisnasız tümü doğrudan iktidarın kontrolü altındayken neden 'kısmî' bir kitleye hakikatleri eriştirebilen televizyon kanalları kapatılıyor? Büyük olasılıkla bunun tek bir nedeni var: Soru.
OHAL sürsün, Türkiye büyüsün!
Dikkaten kaçmıyordur, pek çok insan işler çığrından çıkınca 'siyasete' ara verdi! Çoğu 'başka alanlara' 'kaydı.' Bu tür bireysel 'kayışlar' için hâlâ zaman var zaten. Fakat bir süre sonra kayış koptuğunda, 'yeni ilgi alanınız' sizi 'siyasetten' kurtaramayacak. Yani cezaevinde olmayan, kendini özgür sanmasın.
Metin Çulhaoğlu’nun 'bağımsız aydını' nerede?
“Şu Nuray Mert hadisesi” başlıklı yazımızda işaret ettiğimiz “Türk aydınıyla” alakası olmayan bir zümre bu. Yine, zannediyorum Çulhaoğlu’nun “aydın” dediğini biz “entelektüel” olarak okursak, belki bir yere varabiliriz.
Allah yolunda, millet adına, saldır kadına
Şu Nuray Mert hadisesi
Eğer arzuladığınız bir demokratik ülke varsa, o zaman devletin anti-Kürt siyasetinden türettiği otoriter rejime itiraz etmek kişisel meselenizdir. Dolayısıyla bir mücadeleyi kendiniz için verirsiniz, Kürtler için değil.
Biz bir aileyiz!
Ulvi havalimanı projesinin “aile içindeki” bir vahşetin üzerinden yükseldiği bilgisi hâlâ “tatsızlık” yaratabilir. Fakat gidişat böyle devam ederse, ortada vahşet ve onun bilgisinin “içeride” tutulmaya çalışıldığı bir kötülükler ittifakı olan “aile” bile kalmayacak.
Yeni bir lider doğuyor: Kemal Kılıçdaroğlu!
İniş için alçalmaya başlıyoruz
Devlet ve onun zor aygıtları ancak karşı-hegemonyayı mutlak bir biçimde bertaraf ettiğinde durabilir. Fakat bunun için daha çok acıya tanıklık etmemiz kuvvetle muhtemel.
Yenikapı: CHP için sonun başlangıcı
AKP, Türkçü-İslamcı motivasyonla, kendisine oy vermeyen yüzde 50’nin bir kısmını daha yavaş yavaş arkasına alıp hegemonyasını tesis edebildiğinde mevcut haliyle CHP diye bir aktör kalmamış olacak.