YAZARLAR

Korku gömleğini atmak

Kılıçdaroğlu, “Korku gömleğini attık,” demişti. İnsana hiç yakışmayan bir gömlekti korku. Dar, zevksiz ve gereksizdi. Neyse ki bir noktada çıkarılıp atılabiliyordu. Beraber yürünen yollar kısalıyor, dört tarafı korkularla çevrili ülkemizde umut yine de bir yolunu bulup esiyordu. İşte bu hayattı ve güzeldi. Çok güzeldi.

İnsan, diğer bütün hayvanlardan korkan en korkunç hayvandır.

Yılan, kedi, köpek, örümcek, her nevi böcek fobisi var. Karınca fobisi diye bir şey var yahu. Myrmecophobia adı. Hobi olarak ilginç fobiler geliştirmeye ve bunlara afili isimler vermeye bayılıyoruz.

Yeryüzünü ele geçirmiş, milyon türle paylaştığımız hayatı akıl almaz ölçülerde kendi önceliklerimize göre biçimlendirmiş olmamız kesmiyor bizi. Bodrumumuza iltica etmiş fındık faresinden ödümüz kopuyor. Çığlık çığlığa sandalyelere tırmanıyoruz. Kalemizi savunup işgalciyi kovmak için tuzaklar kurup zehirler koyuyoruz.

İnsanoğlunun evine, arazisine, mahallesine “dadanan” canlılara karşı yaygın tutumu mültecilere karşı yaygın tutumunu andırıyor. Akıl almaz bir bencillikle, dünyayı kendimize ait sanıyoruz. İhtiyacımız olandan çok fazlasını tüketiyor, biriktirip istifliyor, çöpümüzü bile öbür canlılardan esirgiyoruz. Ne işleri var güzelim evlerimizde, doğalarına dönsünler. Dönülecek bir doğa bırakmışız gibi… Elleri ayakları tutuyor, çalışsınlar. Simit satıp onurlu yaşasınlar. Doğurup durmasınlar ayrıca, uçkurlarına hâkim olsunlar. Oh iyi valla, sen doğur at, ben bakayım. Nerden bu yoğurdun bolluğu kedi hanım?

Dünyanın en uzlaşmacı, en yüksek toleranslı, en “aman şimdi tadımız kaçmasın”cı hayvanları kedi ve köpekler. Tarzları farklı olsa da iki tür de çok insan canlısı. Kediler mesela, son zamanlarda okuduğum bir habere göre çiftçilerle falan takılıp kendi kendilerini evcilleştirmişler. Nedense insan türünde bir iyilik görmüş, “bunlarla olur,” demişler. Çektikleri onca eziyete, cefaya rağmen bu tutumları değişmemiş. Olaya hep iyi yanından bakmışlar, “iyi insan da çok,” diye düşünüp kalplerini bozmamışlar. Şöyle bir silkinip dünyayı ele geçirseler insana yatacak yer bırakmayacakları halde, bize ihtiyaçları varmış gibi davranmayı, verdiklerimizle mutlu ve minnettar olmayı sürdürüyorlar.

Salaklıklarından değil bence bu uzlaşmacılıkları. Olayın zekâ ya da akılla bir ilgisi yok yani. Hayatı temel ihtiyaçlar düzeyinde sürdürmeye yetecek sezgi ve içgüdüleri fazlasıyla mevcut. İyi insanı kötü insandan ayırt edebiliyor, tehlikeyi gölgesinden tanıyabiliyorlar. Sadece ego denen büyük hediye ve büyük lanetten yoksunlar. İnsana şiirler yazdıran, dillere destan aşklar yaşatan, köprüler yaptıran, ülkeler zapt ettiren o büyüklük hissinden, ölümsüzlük arayışından, dünyaya kazık çakma arzusundan azadeler. İnsanoğlunun sıradan ağız dalaşlarından korkunç kitlesel cinayetlere uzanan hırsına bakıp sık sık “ne gereği var tüm bunların?” diye düşünüyor olmalılar.

GERİDE KALANLAR…

. .

Sabah kuş sesleriyle uyanılan şirin mi şirin bahçeli evleriyle yazlık siteler, tatili geçirmek için olduğu kadar insana gıcık olmak için de ideal yerler arasında. Tatilcilerin arkalarında bıraktığı kedi-köpekleri görmek yeter. Esnaf lokantalarının önünden geçen başıboş golden'lar, sahil yolunda şaşkın gezinen Saint Bernard'lar, ayrılığın hüznünü atlatamadan korkunç sıcağın kucağına düşmüş Sibirya kurtları tatil yörelerinde sürreel manzaralar yaratıyor. Eskiden tatilcilerin yuvaya döndükleri yaz sonlarında rastlanırdı bu iç paralayan görüntülere. Bu yıl sanki sezon arası terk vakaları da artmış gibi geldi bana. Tüketme budalalığı, hız çılgınlığı buralara da yansımış. Aileler heves edip aldıkları cins hayvanlardan artık daha hızlı sıkılıyorlar. İnsan arada diğer hayvanları da seviyormuş gibi yapıp aslında sadece kendini seven en korkunç hayvandır.

Cins kedi-köpeklerde vaziyet böyleyken sokak hayvanlarının hiç şansı yok. Sabah akşam yenilip içilen, mangalı burnunda yazlık sitelerin bir kısmı içeri kedi girsin istemiyor mesela. Bahçelerde değil site otoparklarında bile kedilere bakılmasından hoşlanmıyorlar. Elbette ki evinde en az iki, sokakta sayısız kedi-köpek besleyen hayvanseverler buralarda da mevcut. Yine de sokak hayvanlarına bu “pis mülteciler/fakirler” tutumu azımsanmayacak yaygınlıkta maalesef.

Yetmezmiş gibi, eril şiddetin de mağdurları arasında sokak hayvanları. Özellikle büyük şehirlerde kedi-köpeğe tecavüz vakaları düşünülürse kadına, çocuğa, mülteciye, LGBTİ bireylere ve en nihayet el kadar hayvanlara uzanan tüm bu şiddetin nasıl da aynı yerden beslendiği apaçık ortada. İnsan, koşullar açısından dezavantajlı durumda yakaladığı her canlıya tecavüz edebilen en korkunç hayvandır.

Hâl böyleyken, insan, yine de hayvanlardan korkmayı becerebilen hayvan işte, bu da ayrı bir mağdur olma yeteneği.

KORKU BULAŞICIDIR

. .

Sahilden, kaldığım siteye doğru yürüyordum. Ege’nin cömert ve ‘demokrat’ bitki örtüsü… Boynu bükük günebakanlar, koruk vermiş asmalar, pembe ve turuncunun envai tonunda çiçekler arasında bir kaktüse ya da sade bir gece elbisesine takılmış göz alıcı takı misali tüm bahçeye imzasını atmış devasa bir bitkiye rastlamanın muzipliği… Yürüyüş, sıcağa rağmen güzeldi. Birden arkamda konuşan çifte kulak kesildim. Yol üzerindeki saldırgan bir köpekten bahsediyorlardı.

Kedileri aşkla, köpekleri de genel olarak severim. Sadece yıllardır tam atamadığım bir “ıssız yolda aniden koşarak gelen iri sokak köpeği” fobim var. “Saldırıyor mu?” diye sordum. “Siz de mi korkuyorsunuz?” diye gözleri parladı müstakbel yol arkadaşımın. Korku, eşlikçi sever.

Arkadaşından ayrıldı, beraber yürürken anlattı. Mahallenin en agresif köpeğiymiş, emektar diye atmıyorlarmış. Gerçekleri konuklardan gizliyorlarmış ama geçen sene iki kişiye saldırmış bu vahşi köpek. Öğle sıcağında yürüyüş yolu bomboştu, hafif bir ürperti kapladı içimi. Korku bulaşıcıdır.

Tam biz ondan bahsederken iri kahverengi köpek heyula gibi karşımıza dikilmez mi! Bu ürkütücüydü çünkü günlerdir her saatte yalnız yürüdüğüm bu yolda bir kez bile rastlamamıştım bu köpeğe. Korku davetkârdır.

Birbirimizi teskin ederek yürürken köpek de daireler çizerek peşimizden geliyordu. Yol arkadaşım insanın korkunca bir koku salgıladığı yollu çok bilinen bilgiyi korkusundan habire tekrarlıyordu. Temkinli adımlarla yürürken karşımıza altmışlı yaşlarda, köpekli bir kadın çıktı. “Korkuyor musunuz ayol?” dedi, “korkmayın, korkunca insan adrenalin salgılar, köpek de kokusunu alır hemen.” Evet.

Toplumca çok bilinen bilgileri karşımızdaki hayatında ilk kez duyuyormuş, böyle bir ihtimal varmış gibi hevesle telaffuz etmeye bayılırız. Bir de biz söylemek isteriz. (“Sen onu bir de benim elimden ye!”) Köpekli hanım bize eşlik ederken yolumuza çıkan kasketli bir amca da halimizde bir gariplik olduğunu anlayıp durdu. Eşlik etmeyi teklif edecek sandım. Gülerek, “korkmayın yahu… Köpek korkunun kokusunu alır!” dedi ve gitti. Hep takip mesafesinde kalan iri kahverengi köpek de bir ara durup, “Korkunuzun kokusunu alıyorum ondan peşinizi bırakmıyorum,” diyecek sandım ama olay o raddeye gelmedi, neyse.

Yol arkadaşım bir noktada ayrıldı. İkimiz kalınca köpekli hanım da, “saldırı maldırı hikâye, iyi bir köpektir bu, uyduruyorlar…Gel oğlum!” diye bizimkini de peşine katarak gitti. O daha köşeyi dönmeden köpek geri dönüp peşime düştü. Korktuğumu belli etmemeye çalışarak, tek tek basıp bade süzerek kaldığım sitenin dış kapısına kadar geldim. Baktım, köşede durmuş beni izliyor. İçeri girip parmaklıklı kapıyı kapattıktan sonra idrak ettim bir anda: Beni takip etmiyordu, bana eşlik ediyordu! Bir nedenden tedirgin ve burada yabancı olduğumu hissetmiş, gideceğim yere güven içinde vardığımdan emin olmak istemişti. Ay canım benim ya. Bunu anladığım anda korkum yerini suçlulukla karışık bir gülme hissine bıraktı.

TATLI TATLI BİR UMUT ESİYOR

Bahçede kendimi sandalyeye attım, su şırıltıları eşliğinde sosyal medyada haberlere baktım. Adalet mitinginde yürüyen milyonların haberi akşam serinliği gibi çarptı yüzüme.

Kılıçdaroğlu, “Korku gömleğini attık,” demişti.

İnsana hiç yakışmayan bir gömlekti korku. Dar, zevksiz ve gereksizdi. Neyse ki bir noktada çıkarılıp atılabiliyordu. Beraber yürünen yollar kısalıyor, dört tarafı korkularla çevrili ülkemizde umut yine de bir yolunu bulup esiyordu. İşte bu hayattı ve güzeldi. Çok güzeldi.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.