YAZARLAR

Tekil, topyekûn

Figen Yüksekdağ, ilk kez mahkeme karşısındaydı. Bazen böyle işte. Karşınızda tekil bir insan görürsünüz, öyle görmek, yalnızlaştırmak işinize gelir. Oysa topyekûn bir iradenin cisimleşmiş halidir o insan. Tahammülfersa gücünü nezdinizde, bu doğal gerçekten alır.

Kaç yazdır havadan fazlası kavuruyor buraları. Kaç kıştır havadan fazlasının dondurduğu gibi.

4 Kasım 2016 tarihinde gözaltına alınarak tutuklanan, milletvekilliği ile HDP üyeliği düşürülen, “örgüt üyesi olmak”, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet etmek”, “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek” ve “suç işlemeye tahrik etmek” iddialarıyla 30 yıldan 83 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Figen Yüksekdağ, ilk kez mahkeme karşısındaydı. Dava öncesinde avukatları taşıyan otobüslerin, özel araçların bağlandığını gördü bu gözler. Korku ve nefret bu kadar billur, bu kadar aşikârdı.

Elbet işe yaramadı. Sevgi romantik bir duygu değil ki, en güçlü politik eylem. Kesinleşmiş hapis cezasıyla vekilliği ve parti üyeliği kağıt üzerinde düşürülen Figen Yüksekdağ, kadınların, halkların Eş Genel Başkanı olarak oradaydı işte. Alkışlar ve ‘Jin, jiyan, azadi’ (Kadın, yaşam, özgürlük) sloganları arasında Işıl ışıl ve dimdik. Tam korkulduğu ve nefret edildiği üzere.

‘ZOR BİR SORU’

Kimlik tespiti sırasında Mahkeme Başkanı’nın “Ne iş yapıyorsunuz?” sorusu üzerine Yüksekdağ gülümseyerek “Zor bir soru” cevabını verdi. Mahkeme Başkanı, “işsiz” diyerek tutanağa geçirdi.

Sözüne, eylemine ket vurulmaya çalışılan bir irade sahibinin silindir gibi irade ezmeye çalışanlara karşılığıdır bu. Bazılarının işi meslek değildir zira, tutkudur, adanmışlıktır; eşit, özgür, insan onuruna yaraşır bir inadın ta kendisidir.

Daha neler olmadı ki?.. Anayasa Mahkemesi önünde HDP heyetinin açıklamasını, avukatların, yabancı heyetlerin katılımını engelleme çabaları. Avukatların taleplerini değerlendiren mahkeme heyeti, “örgüt suçlarında” 3 avukat sınırlaması olduğunu ancak dosyada başka suçlamalar da olduğu için avukat sınırlanmasının uygulanmamasına karar verdi. Resmi karşılık da budur işte. Değişmeyen gerçekse Figen Yüksekdağ’ın üzerine atılı suçlar üzerinden savunma değil, mücadele ettiği değerler için tarihi açıklamalar yapan bu toprakların ilk kadın eş başkanı olduğudur.

“Bugünkü yargılamanın siyasi ve tarihsel anlamda yargılama olmadığını net biçimde görürüz. Yaşananlar siyasi bir taarruzdur” tespitiyle başlar bu konuşma. “Türkiye’de bu faciayı sadece ben yaşamıyorum. Ülke sınırları içinde soluk alan her bir yurttaş yaşıyor. Bu facia onlara yaşatılıyor” kapsayıcılığıyla çoğalır.

Bazen böyle işte. Karşınızda tekil bir insan görürsünüz, öyle görmek, yalnızlaştırmak işinize gelir. Oysa topyekûn bir iradenin cisimleşmiş halidir o insan. Tahammülfersa gücünü nezdinizde, bu doğal gerçekten alır.

Gerisi bir durum tespitidir. Sözü özü bir olanların yapabileceği kadar sarih: “Bakın, Türkiye’nin ana muhalefet partisi kendisini günlerdir yola vurmuş, adalet için yürüyor. İkinci büyük partisinin eş genel başkanı da mahkeme salonunda yargılanıyor. Geriye kalıyor tek bir parti, tek bir adam. O ‘tek, tek’ diye saydıkları kavramlara da zarar veriyorlar. Vatana, millete, bu ülkenin her bir insanına her gün zarar veriyorlar. Bugün Türkiye, bir ara rejimle yönetiliyor. Bir darbe girişimiyle karşılaştık. O gün darbe başarılı olsaydı, ben bugün iktidar milletvekilleriyle yargılanıyor olacaktım. Darbe çok şükür püskürtüldü, ben yine yargılanıyorum.”

ZULMÜN GÖZÜNÜN İÇİNE BAKMAK

“Ben bugün buraya gelmek istedim, çünkü zulmün gözünün içine bakmak istedim. Biz zulmün gözünün içine bakmaktan hiç korkmadık. Esasen bize bu zulmü yaşatanlar, bizim gözümüzün içine bakamıyorlar. Bizim gözümüzün içine bakamadıkları için, bizi mahkeme salonlarında cezalandırmak istiyorlar. Bizim karşımız çıkamadıkları için, bizim karşımıza sizleri çıkarıyorlar. Ben bu ülkede bir kadın olarak hep mücadele ettim ve zulmün her türlüsünü gördüm, daha fazlasını da görebilirim sorun değil. 100 yıl ceza isteniyor, emin olun birkaç ömrüm daha olsa aynı şeyleri yeniden yaparım, yeter ki bir asra değecek bir davamız olsun. Bizim bir asra değecek davamız var; o da barış ve demokrasi davası.”

Gerisi biraz da o topyekûn denen şeyi neyi kapsamalı, onun dersidir: “Binlerce arkadaşımız gözaltına alındı tutuklandı. Sadece biz tutuklandıktan sonra partimin 500 üye ve yöneticisi tutuklandı. Enis Berberoğlu ile birlikte tutuklu milletvekili sayısı 12… Davalar açılabilir, yargılamalar yapılabilir. Milletvekilliği bittikten sonra, yasama süreci kapandıktan sonra hüküm uygulanır, ardından hükmün uygulanması ertelenir. Bizlerin tutuklanması ile beraber artık bu içtihat kaldırıldı. Nasıl yapıldı? Meclis’teki haksız çoğunluk kullanılarak Anayasa devrildi. Bakın, bu yanlışı yapan partilerden biri kendisini yollara vurmuş adalet arıyor…”

Eleştirel her duruşun terörizmle, barış talebinin vatan hainliğiyle eşleştirildiği bir düzende “Siz demediniz mi Meclis’te siyaset yapın. E geldik, buyurun” diyen Figen Yüksekdağ’ın sesi tekil ve topyekûndür işte. Meclis kürsüsünde de alanlarda da aynı.

Nuriye Özmen ve Semih Özakça hayatları pahasına işlerini, insan onuruna saygıyı talep ederken, Veli Saçılık devlet eliyle kopartılmış kolu, gözaltılarda kırılan omzu, polis aracı içerisinde Acun Karadağ ve Yüksel Caddesi’nden yükselen sesi devam ettirenlerle birlikte gazla işkence edilirken, tekil ve topyekûndur bir talep. Hepimiz içindir.

Zira Figen Yüksekdağ’ın dediği gibidir faşizmin sonu ve hayatın çarkı: “Türkiye’de gerçek anlamda demokrasi tesis edilmezse kimse için adalet olmayacak. Bugün bizleri adaletsizlikle karşı karşıya bırakanlar adalet arayacaklar.”

Suriyeli göçmenlere ve Adalet Yürüyüşü’ne katılanlara dönük linç kampanyalarının gösterdiği o dehşet tehlike son uyarıdır aslında. Kirleniyoruz, çürüyoruz git gide. Gelgelelim hayatın akışı kötülüğün sonsuzluğuna izin vermez. Devran döner, adalet herkese lazım olur yine.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.