YAZARLAR

Hay bin sinek

Amazon’da seyahat, daha çok, iki yakayı bile görmediğin ve toprak kahverengisi renginde bir suda geçer aslında. Bazen uzun kumsallar görürsün, çok uzun ve o kadar geniştir ki Amazon, üstünde gittiğin yerin okyanus değil nehir olduğuna kendini zor ikna edersin.

Manaus’u ilk ‘Mister No’da okumuştum. Amazon kıyısında bir şehirdi. Mister No pırpır uçağı ile maceralara dalıyordu. Çizgi romandı ama delikanlıydı Mister No, en azından Ankaralı Turgut kadar. Tommiks, Tombraks gibi iktidar yalakası değildi yani. Kızılderilileri öldürmüyordu mesela. Sonra solcu olduk, anladım ki küçük burjuva maceraperestiymiş! Sonra dediğime bakmayın, arada pek zaman yok aslında. Fena bir şey değil ama bence küçük bir uçakta pilot olmak. Küçük burjuva olmak da fena değil. Devrimlerde çok payı var. Biraz fazla mütevazı ve mahcup. Yok Mister No değil, küçük burjuvalar öyle. Kendilerini hep, büyük burjuva, aristokrat ya da proleter diye anlatırlar. Kimlik sorunları var yani… Kimin yok ki?

Tekne limana giriyordu. Üç gündür Amazon’daydık. Sağından solundan hamaklar sarkan irice bir balıkçı teknesiydi. Dalgalandığı zaman hamaktan uzanıp güverteye kusabiliyordun. Amazon deyince, sürekli başınızın üstünü kaplayan sarmaşıklar, kocaman yapraklar, birbirine karışmış dallar, bunların arasında zıplayan maymunlar, yeşilin ortasında giden bir yolculuk  sanmayın ve akşamları yemekte pirana balığı yemiyorduk. Onlar da bizi yemeğe kalkmadı hiç. Belki karşılıklı vahşi etçiller anlaşması bu. –Bu pirana korkusu da tam bir batılı bakışı. Suya giriyorsunuz ve piranalar sizi iskeletinize kadar parçalıyor. Girme birader. Yani dünyanın balta girmemiş ormanlarında, üç karış bir yerde yaşayan balıklara da müsaade et, suya düşeni yesin. Bu da gerçek değil ya neyse ve kendin, milyonlarca insanı öldürüyorsun ve daha da fazla hayvanı ve ağaçları, cemi cümle dünyayı…–

Amazon’da seyahat, daha çok, iki yakayı bile görmediğin ve toprak kahverengisi renginde bir suda geçer aslında. Bazen uzun kumsallar görürsün, çok uzun ve o kadar geniştir ki Amazon, üstünde gittiğin yerin okyanus değil nehir olduğuna kendini zor ikna edersin. Bir arkadaşıma zorla Amazon suyu içirmiştim bunu göstermek için. Biraz toprak tadı var sadece ve kesinlikle tuzsuz. Ancak öyle inandı arkadaşım ama yine de biraz tuz tadı var, dedi. İdrardır o, dedim…

Kocaman gemiler vardı limanda. Gemici barları, akşamdan kalanlar, yeni içmeye başlayanlar ve hiç ara vermeyenler, birkaç kadın hatta, yük taşıyan hamallar şöyle arkası iki bisiklet tekerlekli, kocaman kasasında daha kocaman muz hevenkleri taşıyanlar, sokakta yatanlar ama São Paulo’dan çok daha az, hepsini, her şeyi kaplayan, havada asılı duran koca bir nem bulutu ve bir sürü şey daha… Üstü sinek kaplı cibinlikten ancak bu kadar görünüyordu. Sinekler hep maceraların romantik kısmını ısırır zaten…

Mister No beklese, karşılasa bari. En azından pervanesinde serinlerdi insan. Beni bu kitaplar mahvetti. Hukuk fakültesindeydik. Benim gibi, 16 yaşında cezaevine giren bir kız arkadaş anlatıyordu. ‘Baba’yı okudum, mafya olmaya karar verdim. Kendime mahalleden arkadaşlar devşirmeye başladım. Mafya olacaktık.  Çok heyecanlıydı. Sonra ‘Darağacında Üç Fidan’ı- okudum…’

Benimkilerse Jules Verne ve Che Guevara…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...