YAZARLAR

Adalet Yürüyüşü ve tenezzül edilen şeyler

Bunca yıllık iktidardan sonra bile muhalefetin her adımına, demokratik itirazın her biçimine en berbat biçimlerde dil uzatmaya tenezzül ediliyor. Tenezzül... ne kadar da geniş bir söz yelpazesi içinde yer alıyormuş meğer; menzil, nüzul, nevazil, tenzil, tenzilat zül... Daha nasıl esef edilebilir ki bu duruma? Bilcümle komşu ve akraba söz topluluğunu şuraya dizdim. İstediğinizi alın ve onunla esef edin diye.

Sanırım herkes en nihayetinde tenezzül ettiği şey kadardır. Bunu bir kez daha anladık. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun bembeyaz gömleğiyle, kravatsız, ceketsiz başlattığı ve ultra sade bir fotoğraf veren bir adalet yürüyüşüne bile, bunca yıllık iktidardan sonra, yediden yetmişe laf ediyorlar. Sanırım bir tek, “sokağa adım atan dinden çıkar” demedikleri kaldı ki bunu da başka bağlamlarda bin kez söylediler zaten. Oysa bu yürüyüşü çevreleyen her şey öylesine barışçı, alçak gönüllü ve sakin ki insan aslında yüksek perdeli bir belagat eşliğinde biraz daha volüm kazandırılsın istiyor.

Yürüyüşe ancak bir lütuf olarak izin verilmesi ve karalamaların tam hız sürmesi karşısında, İslam tarihinin en önemli olayı “hicret”in de aslında “büyük bir yürüyüş” ve bir hak arayışı olduğunu hatırlatmak Açık Radyo’dan Ömer Madra’ya mı düşmeliydi? Mesela bundan sadece sekiz, dokuz yıl önce “Muhteşem Yürüyüş: Hicret” yazısını yazan Nihat Hatipoğlu neden iki satır laf etmiyor? Elbette hicretle bu yürüyüşün karşılaştırılması asla söz konusu değil. Bu türden izansız benzetmeleri yapan da bizler olmadık hiçbir zaman. Fakat “yürüyüş” eyleminin bizzat kendisi, bir eylem olarak yürüyüş bu kadar ağır biçimde hedef alınırsa, birileri de kalkar size bütün büyük yürüyüşleri ve bunların anlamını görkemli tarihsellikleri içinde hatırlatır.

“Hicret, kaçış değil, yeni zemin yoklamadır. Dini, Mekke’nin dağlarından kurtarıp dünyaya açacak bir yürüyüştür. İnsanı medenileştirmedir. Başka bir bakışla, Medinelileştirmedir, yani şehirlileştirmedir.” Nihat Hatipoğlu’nun, hicretin sadece bir göç olmadığını, küçük kızları diri diri toprağa gömülmekten kurtaran bir şehirlileşme “yürüyüşü” olduğunu söyleyen bu yazısını, AKP’li bir “mümin” neden hatırlatmıyor? Hicretin, mealen söylersem, aynı zamanda dinsel muhalefette temellenen bir itiraz olduğunu anlatıyor bu sözler. Peki öyleyse demokratik protesto hakkı çerçevesindeki bir yürüyüşü terörle eşleştirmek ne oluyor? Bu müptezel popülizmin şu Ramazan gününde cevabını verecek bir Allah’ın kulu bile yok mu o mahallede?

Hicret güzergahını dokuz günde yürüyerek bir belgesel yapan Avni Özgürel de yıllar evvel, “Biz Müslümanlar Peygamber’in hayatındaki hiçbir şeyi deneyimleyemeyebiliriz. Ne vahiy alabiliriz, ne miraca çıkabiliriz, Deneyimleyebileceğimiz tek hadise hicret. O yolu yürüyebiliriz” demiş. Özgürel’in “Hicret Devrimci Bir Hareketti” başlıklı röportajında, aynı güzergahı bugün yeniden yürümeyi, İslam tarihini romantik süslemeler ve efsanelerden arınmış biçimde öğrenme ve tarihsel deneyimle doğrudan ilişki kurma imkanı olarak önerdiği anlaşılıyor.

Bu kadim ve “medeni” itiraz biçimini, başka bir deyişle, her türden muhalefet pratiğinde tarihsel olarak içerilmiş “yürüyüş” eylemini, siyasi iktidar bugün bir terör eylemi olarak etiketlemeye çalışıyor. İslam değerlerini her fırsatta yardıma çağıranların, bir eylem ve itiraz biçimi olarak kitlesel yürüyüş yapmayı doğrudan lanetlemesi ise bu yorumlar ışığında daha bir garip ve ikiyüzlü geliyor insana.

Muhalefet yollara düşmüş, “adalet” için yürüyorsa, gücünü kuvvetini halktan aldığını her fırsatta haykıran on beş yıllık bir iktidara da azıcık geri durup düşünmek ve o yolu açmak düşerdi. Oysa yine okkalı bir “heyhat!” savurmak gerekiyor burada. Bunca yıllık iktidardan sonra bile muhalefetin her adımına, demokratik itirazın her biçimine en berbat biçimlerde dil uzatmaya tenezzül ediliyor. Tenezzül... ne kadar da geniş bir söz yelpazesi içinde yer alıyormuş meğer; menzil, nüzul, nevazil, tenzil, tenzilat zül... Daha nasıl esef edilebilir ki bu duruma? Bilcümle komşu ve akraba söz topluluğunu şuraya dizdim. İstediğinizi alın ve onunla esef edin diye.

“Yürüyüşü lanetlemek nedir?” diye sorsan, “çünkü bu ülkede daha birinci yılını bile doldurmamış bir darbe girişimi oldu” diye cevap verecekler. Peki bu ülkede korkunç bir darbe girişimi yapıldığının gerçekten farkında mı kendileri? Onun için mi darbeye de, FETÖ örgütlenmesine de her daim ve en açık biçimde karşı olmuş demokrat kesimlere büyük bir hınçla saldırıyorlar? Biz bu darbe girişiminin nasıl bir fırsata dönüştürüldüğünün, bu ülkenin karınca kararınca yaşayan ve kutu içinde yeni bir ayakkabı satın alabilmişse, o kutuya DVD filan doldurarak kitaplığının üzerine yerleştiren, demokrat ve muhalif insanlarının başına gelen zalimliklerin gayet farkındayız. Kandırılmadık, kanmadık, kimseyi de kandırmadık... Onlar da aynı cümleleri bir çırpıda çırpabilirler mi? Buraya sosyal medyanın yazı ergenleri gibi üç adet soru işaretini arka arkaya dizerim de imlam müsaade etmiyor...

YOLLAR YÜRÜMEKLE AŞINMAZ AMA YÜRÜYEREK AŞILIR!

Kasketi ve elinde taşıdığı “adalet” yazılı döviziyle, sabırlı bir yürüyüşü, “olabilir mi böyle bir şey”den daha ağır bir cümle kurmaksızın sürdüren Kılıçdaroğlu’na saldırıyorlar sosyal medyada. “Alayı birden” hem de! Yürüyüşün ve Kılıçdaroğlu’nun sadeliğini vurgulamam, bu eylemi veya liderini hafife aldığımdan değil. Gücünü ve etkisini tam da bu sadelikten alıyor bu yürüyüş. CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun, işler bu noktaya varıncaya dek yaptıklarını ya da yapmadıklarını tartışmak ve eleştirmekten vazgeçmeden destekliyorum bu yürüyüşü. Desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Her şeye rağmen, AKP cenahından gelen canhıraş karalama çabalarına bakarak “ne korku ama” diyemeyiz gibi geliyor bana. Korkudan farklı bir şey var orada. Kendilerine her tür hak gördükleri bir şeyi, muhalefete külliyen haram ilan ettikleri bir adaletsizlik zeminine iniyorlar yine. En iyi bildikleri yere. O zeminle hemzemin oluyorlar. O yüzden tenezzül diyorum buna. Zül de, zulüm de bu tenezzül seviyesinin kapsamında. Tenezzül sözcüğü dünyevi meselelerle ilgili olarak kullanıldığında kendini indirme ve alçalma anlamına geliyor. Sözcüğün alçak gönüllülük gösterme anlamı ise daha çok dini bağlamlarda karşılık bulan bir anlam ki burada bu ikincil anlamı ima etmiyorum.

Yürüyüş sadece onların hakkı sanki. Sokak da sadece onlara güzel! Türkiye halkını yalnızca bu ülke için değil, yeri geldiğinde Suriye ve Mısır için, yeri gelse Katar için sokağa çağıran ya da kesinlikle çağıracak olan, "tepkinizi dünyaya gösterin" diyen ve neredeyse her vesileyle vatandaşını çeşitli yabancı ülke temsilciliklerini protesto için teyakkuzda tutanlar, “adalet sokakta aranmaz” diyor şimdi!

AKP adaleti böyle. Kabul ederseniz. Etmeyenler yürüyor... Yollar yürümekle aşınmaz ama yürüyerek aşılır!


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.