YAZARLAR

'Halkın Polisi'nin ardından…

Bugün, polis, halkın yanında değil halka karşı. Birilerinin “benim polisim” dediği şey bu. / Haziran'da kaybettiğimiz Sıtkı Öner ise polisin görev tanımının halkı korkutmak değil ona yardım etmek olduğuna karar vererek arkadaşlarıyla birlikte “demokratik ve etkili bir örgüt” olarak tanımladığı Pol-Der’i kurmuştu...

İki hafta önce küçük bir tatil yaptım. Giderken kitaplığımın raflarını karıştırdım, yükte hafif bilgide ağır kitaplar seçtim, yanıma aldım. Bunlardan biri, Sıtkı Öner’in “Pol-Der Anıları”nı anlattığı kitabı Halkın Polisi (İletişim Yayınları, 2003). Öner, Adanalı. 26 yaşında polisliğe adım atmış, kısa bir süre sonra (biraz da başına gelen kimi olaylar üzerine) bu mesleğin handikaplarını düşünmüş ve polisin görev tanımının halkı korkutmak değil ona yardım etmek olduğuna karar vererek arkadaşlarıyla birlikte “demokratik ve etkili bir örgüt” olarak tanımladığı Pol-Der’i kurmuş. İlerleyen yıllarda, Pol-Der’in genel sekreterliğini ve genel başkan vekilliğini üstlenmiş. Kitap, bu süreci ve sonrasını anlatıyor.

Geçtiğimiz haftaki, duvaR yazısında polislerden söz etmiş, darbe zamanlarından Gezi direnişine, 15 – 16 Haziran eylemlerinden son dönemde Yüksel Caddesi’nde yaşananlara kadar pek çok olayda nasıl da kilit bir rol oynadıklarını anlatmıştım. Tatil dönüşü yazdığım yazının devamını bu hafta yazacak, Halkın Polisi'nden söz edecektim, niyetim oydu. Yine bunu yapacağım ama bir farkla: Bu yazı, Sıtkı Öner’in anısına olacak. Çünkü ben kitaba gömülmüşken, dünyayla alakamı kesmişken, satırlarını merakla okuduğum insan bu dünyayı terk etmiş. 7 Haziran’da aramızdan ayrılan Öner, son olarak Ethem Sarısülük’ün vurulduğu gün karşımıza çıkmış, “Güzelim yurdumuzda halkın polisi Pol-Der vardı” yazılı döviziyle saygı duruşunda bulunmuştu. O gün söyledikleri, ‘70’li yıllardaki düşüncesinin izdüşümü; aynı zamanda polisin nasıl değiştiğinin de özeti:

"Biz 1970'li yıllarda kamu güvenliğini sağlarken, siyasal iktidarların emirlerini değil, yasa ve hukukun gerektirdiği ve halkın yararına olan uygulama yapıyorduk. İnsanlara baskı uygulanmasına ve işkence edilmesine karşı çıkıyorduk. Faşistlerin saldırmak istediği mahalleleri, katledilmek istenen insanları koruyorduk. O nedenle de halk tarafından saygı görüyorduk. 12 Eylül'le birlikte işkence ve baskılarla anılan polisin saygınlığı da yok edilmiştir. Şimdi Gezi Parkı'nda başlayan ve yurdumuzun her bir köşesine yayılan eylemler, halkın demokratik taleplerini yansıtmaktadır. Polise düşen bu eylemlerin güvenliğini sağlamaktır. Yoksa, ‘benim polisim’ diyerek polisi emir kulu gibi kullanmak isteyen başbakanın kanunsuz ve hukuksuz emirlerini uygulamak değildir. Genç meslektaşlarımı uyarıyorum. Bugünlerde yaptıklarının hesabını öncelikle kendi vicdanlarına veremeyeceklerdir. Yarın halka uyguladıkları baskı ve gözaltında yaptıkları işkencelerin hesabı sorulduğunda hukuk önünde de zor duruma düşeceklerdir. Onlara emir veren amirler, üst yöneticiler, tüm suçları bu genç meslektaşlarımızın üzerine yıktıklarında hiç şaşırmasınlar. Geçmişte de bu oyunlar çokça oynanmıştır. O nedenle genç meslektaşlarımız vicdanlarının sesini ve hukukun üstünlüğünü dikkate alsınlar. Burada vurulan Ethem Sarısülük gibi yiğit bir genci, işçiyi öldürmek polise halkın nefretinden başka ne kazandırmıştır? Halkın karşısında değil, halkın ve haklının yanında yer alsınlar genç meslektaşlarım."

Yakın zamanda gösterilen, Emrah Serbes’in romanından uyarlanan Behzat Ç, “halkın polisi”nin günümüze yansıması aslında. Tek fark var: Bugün onu kabul edecek, onun gibi düşünenleri aynı çatı altında toplayacak bir örgüt yok. Polisin hangi aşamalardan geçerek bugüne geldiğini kitabında uzun uzun anlatıyor Öner. Bir dönem MHP kadrolaşmasının yarattığı gerginliği ve sonrasında onların yanında yer alan aşırı dinci polislerin ortaya çıkışını anlattığı bölümler, enteresan bilgilerle dolu. 1976 yılında, askerliğini yapmamış İmam-Hatip mezunlarına polislik yolunun açılması, bu anlamda bir kırılma noktası. Pol-Der’in (biraz da buna refleksle) ortaya çıkışı da bu döneme rastlıyor.

Sıtkı Öner, bir süre önce kurulan ancak işlevsizleştirilen Polis Derneği’nin küçük bir müdahaleyle Pol-Der’e dönüşmesini, “bekçiden emniyet müdürüne kadar bütün emniyet görevlilerine açık olan, Türkiye’nin polis tarihindeki ilk demokratik hareket” olarak tanımlıyor. Yazık ki, aynı zamanda son hareket bu. Rüya kısa sürmüş, dernek ortadan kaldırılmış. Asıl enteresan olan, Pol-Der’in, 1977 yılında iktidara gelen Bülent Ecevit’in çabalarıyla kapatılmış olması. Kitabın 5. bölümünün başlığı şaşırtıcı değil: “Pol-Der üzerindeki baskılar ve CHP iktidarının yarattığı hayal kırıklığı” Bugün iktidarda değiller ama hayal kırıklığı konusunda geçmişi aratmıyorlar.

Halkın Polisi, bir dönem yaşanan rüyayı anlatmaya muktedir bir kitap. Küçücük: 136 sayfa. İçindeki bilgileri sorarsanız, dünyaya değer. Kitabı okurken sürekli kafamı kaldırıp içindekileri heyecanla Göksu’ya anlatmam ve onun aynı heyecanla bana karşılık vermesi, içindekilerin ne denli değerli ve kimi zaman şaşırtıcı olduğunun göstergesi. Memleket tarihinin “aydınlık” noktalarından birini öğrenmek isterseniz, bu kitabı bulup sayfalarını çevirmeniz yeterli. Yazı, şu ana kadar şarkısız aktı, az sonra bir-iki şarkı adı zikredeceğim ama öncesinde, Sıtkı Öner’in, bütün kitaplarını Ankara Nâzım Hikmet Kültür Derneği Dikmen Kütüphanesi’ne bağışladığı bilgisini vereyim. Öldükten sonra da alkışlanacak şık hareketler yapmayı ihmal etmiyor.

Polis denince akla gelen ilk şarkıyla mevzuyu açayım: “Polis Haydar”. ‘70’li yıllarda grubu Dadaşlar’la yaptığı sağlam Anadolu-pop düzenlemelerinden tanıdığımız Ersen, 12 Eylül sonrasında darbenin dümen suyuna girdi ve darbecileri sevindirecek şarkılar yaptı. “Polis Haydar”, bunlardan biri. Aslında, “halkın polisi”ni anlatıyor Ersen. Pol-Der’in asli görevlerinden biri, “belinde tabancası, elinde copuyla dışarıdan belki bazılarına çok kudretliymiş gibi görünen polis memurlarının içinde bulunduğu acz duygularının dile gelmesini” sağlamak. Ersen’in çizdiği, çok da acz içinde bir memurun resmi değil ama “halka yardım eden polis” algısını güçlendirecek bir resim. Şarkının fenalığı, sevilmesine sebep. Bildiğim/gördüğüm kadarıyla Ersen bu şarkıyı 12 Eylül’ün resmî resepsiyonlarında söyledi ve sonrasında paşaların elini öptü. “Halkın” sanatçısıyken iktidara yanaşmanın ne olduğunu gösterdi bize –ki son dönemde bunun örnekleri artıyor.

Bir şeylere dokunmadan külliyata bakmayı sürdüreyim… Emel Yalçın’ın “Polis” adlı şarkısı, Esen Şeyda’nın seslendirdiği “Aşk Polisi” ve bir 45’lik plakta karşımıza çıkan Yıldız Tezcan türküsü “Aşkın Polisleri”nin polislikle alakası yok ama Hilmi Şahballı’nın “Polislerimiz’ adlı şarkısı, doğrudan bu meslekle alakalı. Şahballı, “Türkiye’nin polisleri”ni anlatırken “görevine demez hayır / yansa bile cayır cayır” ifadesini kullanıyor. Ozan Nihat, “Türk Polisleri” adlı şarkısında, “Adaletin gücü / Devletin gücü / Cefakar vefakar / Türk polisleri”nden söz ediyor –ki Pol-Der’in karşı çıktığı noktalardan biri de bu: Devletin polisi olmaz, polis her zaman (hatta gerektiğinde devlete karşı) halkın yanındadır.

Ozan Nihat, “huzurun güvenin tek sigortası” diyor ama onun anladığı “huzur ve güven” ile bizim algıladığımız aynı değil. Kenan Evren ve arkadaşlarının yarattığı, şimdiki iktidarın çok sevdiği “huzur ve güven ortamı” biraz da devlet güdümündeki polisler sayesinde ortaya çıktı. Geçtiğimiz hafta yazının başlığında kullandığım Mozaik şarkısı dizesi, o günlerin özeti: “Polis kimlik sorar”. Şimdi de bunu yapıyor polis. Geçtiğimiz gün İstanbul’dan Ankara’ya gelirken otobüsümüz (birbirinden en fazla 500 m. uzaklıkta) üç ayrı polis kontrol noktasında durduruldu ve her seferinde kimlikler toplandı, GBT sonrası bize teslim edildi.

Bugün, polis, halkın yanında değil halka karşı. Birilerinin “benim polisim” dediği şey bu. Nitekim, yakın dönemde bir Ankaralı Turgut şarkısına da başlık oldu bu: “Polis içimizden gelen bir kişi / Yardım isteyene koşmaktır işi / Ver eşkâli ara 155’i / Anında yetişir benim polisim // Polis senin abin, karakol evin / Çekinmeden çık gel dinlerim derdin / Bura benim değil, senin, milletin / Gücü sizden alır benim polisim…”

Yazıyı bitirmeden bir Musa Has şarkısının adını külliyata ekleyeyim: “Polis Bizim Dostumuz”. Ali Ercan şarkısı “Güzel Kızlar Polis Olmuş”u ise görmezden gelmek en iyisi. 7 Haziran’da kaybettiğimiz “halkın polisi” Sıtkı Öner’in anısı önünde saygıyla eğilirken Behzat Ç. bir yana, şu dünyada sevdiğim tek polisin Sting’li şahane üçlü The Police olduğunu söyleyeyim. Ne yalan söyleyeyim, gayrısı beni korkutuyor.


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.