YAZARLAR

Peki ya sosyal kalkınma?

Bizim devletimiz, AKP iktidarıyla birlikte daha da görünür hale gelmiş biçimiyle, sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı, sosyal devlet olmak zannetmekte. Oysa sosyal devlet niteliğinin gereği ve sosyal kalkınmanın aracı olarak yapılması gereken dezavantajlı grupların topluma uyum ve katılımı için kurumsal ve kolaylaştırıcı politika geliştirmekti.

Ekonomik büyümenin 2017'nin ilk çeyreğinde yüzde 5 olarak gerçekleşmesi, ekonomik kalkınmanın sürdürülebilirliği açısından sosyal kalkınma ve insani gelişmişlik düzeyinin yükselmesi ihtiyacını bir kere daha hatırlattı. Boşanmak istediği için öldürülen kadınlardan, cinsel saldırı faillerinin mahkemelerde iyi hal indirimi alabilmesine kadar pek çok sorun, sosyal kalkınma ve insani gelişmişlik düzeyinin yükselmesiyle aşılabilecek nitelikte.

“Yan baktın” kavgalarından trafik terörüne varıncaya kadar utanç ve acı veren tablo, doğrudan sosyal kalkınma ve insani gelişmişlikle ilişkili. Hatta Kürt meselesinde kalıcı çözüme, sosyal barışa ulaşma yönünden de insani gelişmişlik düzeyimizin yükselmesine ihtiyacımız var. Ancak bu alanda tablo vahim…

Ekonomik kalkınmada büyüme hızıyla G20 üst sıralarında yer alsak da insani gelişmişlik endeksinde 188 ülke içinde yazık ki sıramız 71. Cumhuriyet tarihimizin darbe anayasalarındaki ender olumlu yanlardan biri olan “sosyal devlet” ilkesi sayesinde okur-yazarlık, anne-çocuk sağlığı, bebek ölümlerinde azalma gibi alanlarda önemli iyileştirmeler gerçekleştirildi. Ancak genellikle kağıt üzerinde kalması nedeniyle sosyal devlet niteliği, yoksulluk ve gelir dağılımında adaletsizliğin önüne geçemedi. Gerek yoksullar, gerek engelliler gibi çeşitli dezavantajlı kesimlerin sosyal içermesi sağlanarak onurlarıyla yaşayabilmeleri için gerekli iyileştirmeler çok yetersiz kaldı.

Geniş kapsamlı ve bütünlüklü sosyal politikalar oluşturulup kamu harcamaları ve politika seçimlerinin insani kalkınma önceliklerine göre yapılması gerekirdi. Olmadı. Çünkü bizim devletimiz, AKP iktidarıyla birlikte daha da görünür hale gelmiş biçimiyle, sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı, sosyal devlet olmak zannetmekte. Oysa sosyal devlet niteliğinin gereği ve sosyal kalkınmanın aracı olarak yapılması gereken dezavantajlı grupların topluma uyum ve katılımı için kurumsal ve kolaylaştırıcı politika geliştirmekti.

Sosyal kalkınmanın gerçekleşmesi ve insani gelişmişlik düzeyinin yükselmesi için sosyal politika oluşturmak ne kadar gerekliyse o sosyal politikaların oluşturulması ve iyi uygulanması için sosyal hizmet uzmanlarını istihdam etmek de o kadar gerekli. “Sosyal hizmet doğduğu günden bugüne mesleki bir sorumluluk olarak, gereksinim içinde olan bireylerin refah ve iyilik hallerini yakından etkileyen sosyal politikaların oluşturulmasına katkıda bulunmuştur. Sosyal hizmet uzmanları, eğiticilik, organizatörlük, arabuluculuk, savunuculuk gibi rollerinin gereği olarak yardıma muhtaç bireylerin sosyal işlevselliklerini başarıyla yerine getirebilmelerine yönelik mesleki uygulamalarda bulunmaktadırlar.”

Çalışma alan ve yöntemlerine ilişkin alıntıladığım birkaç cümle, şu an içinde bulunduğumuz pek çok sorunla mücadele ederken sosyal hizmet uzmanlarına çok ihtiyacımız olduğunu göstermektedir. Sosyal barış ve çatışma çözümünden, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarıyla mücadeleye uzanan geniş sorun alanlarının her birinde uzmanlıklarına ihtiyacımız olan bir kesim sosyal hizmet mezunları.

Yüksek öğretim sistemi, toplumsal ihtiyaca göre üniversitelerde Sosyal Hizmet bölümlerinin sayısını arttırmış ve ülke genelinde çok sayıda lisans düzeyinde bölüm açmış. Ancak çoğunlukla yapıldığı gibi ifrata dönüşmüş bu durum. Bazı fakültelerin açık öğretim programlarıyla birlikte sosyal hizmetler bölümleri mezun sayısı günümüzde 17 bini bulmakta. Yazık ki TÜİK verilerine göre 2016 yılında Türkiye’de en çok işsizin sosyal hizmet alanında olduğu anlaşılıyor. Zira başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmak üzere kamu kurumları sosyal hizmet mezunlarının uzmanlık alanı olan konumlarda farklı disiplin mezunlarına yer vermekte. ŞÖNİM, sevgi evleri vb. özgün ve uzmanlık gerektiren hizmet alanları olmasına rağmen, konuya bigane kişilerin istihdam edildiğini biliyoruz.

Sosyal hizmetler mezunu gençlerin feryadını aktaran Gizem'in mektubundaki şu satırlar sosyal politika alanındaki sorunu özetleyip yapılması gerekeni işaret ediyor: İzlenen sosyal politikalarda sosyal hizmet mesleğinin çeşitli disiplinler tarafından da yapılabileceğinin düşünülmesi, sosyal hizmetin diğer disiplinler tarafından istila edilmesine neden olmaktadır. Durum böyleyken somut adımların atılması, sosyal hizmete dair istihdam politikalarının gözden geçirilmesi…”

Ailenin korunması ve sosyal yardımlaşmadan öteye geçebilen sosyal politikalar olmayınca; sosyal hizmet uzmanlarının yerini vakıf gönüllüleri alınca; sosyal kalkınmadan söz edilemeyince insani gelişmişlik endeksi sıralamasında 72’den 71’e yükselmeye sevinir haldeyiz...


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.