YAZARLAR

Yalancının mumu ne zamana kadar yanacak?

Siz hiç "yalan haber" diye bir şey duydunuz mu? Algı yöneticisi, yönetici yancısı, yancı habercisi garipliklerle karşılaşıyor musunuz bazen? Karşılaşmıyorsunuzdur çünkü yalan haber diye bir şey yok. Ben de hiç karşılaşmadım ama bunlarla ilgili bir film izledim, oradan biliyorum.

Yıllar önce, bir özel üniversitede konuk hoca olarak ders veriyordum. Dersler bitti, sınav zamanı geldi. Bir öğrenci sınava girmedi. Teslim etmesi gereken ödevlerin hiçbirini de teslim etmemişti. Kalacaktı yani.

Bir gün, okulda karşıma çıktı. Çok üzgün ve yorgun görünüyordu. Gözleri dolu doluydu. “Ne oldu sana yahu?” dedim. Derin bir nefes aldı. Cebinden, özenle katlanmış, çeyrek sayfa bir vefat ilanı çıkardı. Bana uzattı.

"Bu benim babam..." dedi sesi titreyerek. "Üç hafta önce, aniden kaybettik babamı. Ondan kalan tek şey, işte bu vefat ilanı."

Çok üzülmüştüm. Defalarca özür diledi, zamanımı almak istemediğini ama sınava bu yüzden giremediğini, ödevlerini bu yüzden yapamadığını, burslu olduğunu, herhangi bir dersten kalırsa, bursunun kesileceğini, maddi durumlarının hiç iyi olmadığını ve okulu bırakmak zorunda kalacağını tane tane anlattı.

Diğer hocalarla da konuşmuş, ailesine bakabilmek için, iş bulacakmış, hem çalışıp hem okuyacakmış. Mutlaka (ama mutlaka) okulu bitirmek istiyormuş.

"Beni bırakmayın hocam, ne gerekiyorsa yaparım!" dedi.

"Sen hiç merak etme. Hallederiz" dedim. Bir sürü de teselli cümlesi kurdum. Çocuk, sınava girmemişti ama ödev mödev verip dersten kalmamasını sağlayabilirdim. Evet, yapabilirdim.

Harap ve bitap bir şekilde, dekana gittim. "Bir öğrenci var. Babasını kaybetmiş..." diye başladım. Dekan gülmeye başladı. Ben konuştukça, o gülüyordu. Çocuğun babası ölmüştü, o gülüyordu. Eğitim sistemimiz, vicdanımız, insanlığımız nereye gidiyordu?

Kahkahaların arasında, pat diye çocuğun adını söyledi. "Onun babası, her sene ölüyor yahu! Ben de seni akıllı bilirdim. Nasıl yedin bu yalanı?"

İşte o an, yıkıldım ve insanlığa olan inancım, gözlerimden akan yaşlarla birlikte süzülmeye başladı... demek isterdim ama öyle olmadı. Ben de güldüm. O sırada oturmuyor olsaydım, çocuğu ayakta alkışlardım.

Yalanını, afiyetle yemiştim.

Beni böyle hunharca kandıran ve babasını her sene öldüren bu öğrenci, dersten kaldı. (İçten içe onu bırakmak istemiyordum aslında. Derste, yaratıcı yazarlık anlatıyordum ve bu insan, hem yaratıcılık hem de yazarlık konusunda ne kadar başarılı olduğunu kanıtlamıştı. Neyse.)

Her zaman, bu kadar mükemmel bir senaryo ve oyunculukla taçlandırılmasa da yalan, hayatımızın bir parçası. Renk renk, boyut boyut yalan var hayatımızda. Beyaz, gri, siyah, kapkara, küçük, büyük, dev yalanlar.

"Hayır hayatım, bu elbise seni şişman göstermiyor!", "Param var, merak etme", "Boş ver, o kaybetti", "Ben de şimdi seni arayacaktım", "Aaa hediyeni çok beğendim" , "Bebeğiniz ne kadar da tatlı" , "Televizyonda sadece belgesel izlerim" , "Hatırlamaz olur muyum? Tabii ki, hatırlıyorum" , "Eline sağlık, çok güzel olmuş" , "Onun da çok selamı var" gibi cümleleri hiç söylememiş ya da duymamış olan var mıdır?

Böyle kibarlık olsun diye, kalp kırmamak için, teselli etmek amacıyla söylenen masum yalanlar oluyor arada.

Karşımızdakine "Evet, bu elbise seni şişman gösteriyor çünkü zaten şişmansın. Elbise ne yapsın?" ya da "Hediyen iğrenç. Umarım değiştirme kartı vardır içinde" demekten daha iyi değil mi?

Hepimiz söylüyoruz. Söylemiyor muyuz? Peki, tek suçlu biz miyiz acaba? Yalan, karşıda ona inanmayan olsa, hâlâ "yalan" olur mu? Kimseler inanmasa, inanmaya bu kadar gönüllü olmasa, yalanın hükmü kalır mı? (Bu tarz soruları, daha önce birçok insan sormuş. Benim gibi insanlar değil hem de. Filozoflar, uzmanlar; akıllı insanlar. Dolayısıyla benim cevap vermem doğru olmaz.)

Bir de siyah yalanlar var. Karalayan, aldatan, üzen, karanlık, kötülük dolu, vicdansız, pis yalanlar. Neyse ki, bu tarz yalanlardan söyleyen kimse yok dünyada. Bu yalanları, sadece filmlerden ve kitaplardan biliyoruz.

Yalan mı? Bu dünyada kim "Ben çok fena yalanlar söylüyorum. Yalanlarımla insanların hayatını karartıyorum. Çıkarım için insanları, memleketi, her şeyi satıyorum" diyor mesela? Hiç kimse. Herkes "dürüst satıcı" çünkü.

Peki, siz hiç "yalan haber" diye bir şey duydunuz mu? Algı yöneticisi, yönetici yancısı, yancı habercisi garipliklerle karşılaşıyor musunuz bazen?

Karşılaşmıyorsunuzdur çünkü yalan haber diye bir şey yok. Ben de hiç karşılaşmadım ama bunlarla ilgili bir film izledim, oradan biliyorum.

Filmde, düzenli olarak yalan haber yapan medya kuruluşları vardı. Kimisi canavarlardan korktuğu için, kimisi oturduğu koltuk altından kaymasın diye, kimisi de ona dokunmayan yılanı bin yaşatma arzusuyla yapıyordu bu işi.

Sonra bunların yalan dolan haberleri, insanların özgürlüklerini elinden aldı. İtibarsızlaştırmalar, onurla oynamalar, iftiralar, hedef göstermeler, hakaretler, kin ve nefrete teşvikler, birçok kişiyi perişan etti.

Filmin sonunda, yalan haber yapanlar cezasını buldu ve mutlu son... Olmadı.

Bu, öyle sıradan bir film değil çünkü. Kötülerin cezasını bulduğu, sonunda iyilerin kazandığı filmlerden değil. Bu film, "Mevzuatımızda, yalan haber yapılmasını doğrudan suç olarak kabul eden bir düzenleme söz konusu değildir" diye bitti.

Gelen tepkilere bakılırsa, filmin devamı da çekilecek gibi görünüyor. Çekildiğinde, hep yaptığımız gibi, izleriz değil mi? Sessizce. Hiç gürültü yapmadan.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.