YAZARLAR

Başlamadan biten görüşme

ABD Başkanı, Pentagon’un (Savunma Bakanlığı) açıklamasını temel alırsak, “Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Kürt unsurlarının IŞİD karşısında Rakka’da kesin bir zafer için gereken biçimde donatılmasına” ziyaretten önce izin verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, ziyareti iptal etmeyerek (veya ötelemeyerek) Beyaz Ev’de Trump’la verilecek fotoğrafın görüşmenin tek, en önemli ve yegane amacı olduğunu ikrar etmiş oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’la 16 Mayıs günü Beyaz Ev’de yapması öngörülen görüşme bu yazı Salı sabahı gönderildiği sırada henüz başlamamıştı. Ancak söz konusu görüşme başlamadan bitti denilebilir. Zira ABD Başkanı, Pentagon’un (Savunma Bakanlığı) açıklamasını temel alırsak, “Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Kürt unsurlarının IŞİD karşısında Rakka’da kesin bir zafer için gereken biçimde donatılmasına” ziyaretten önce izin verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, ziyareti iptal etmeyerek (veya ötelemeyerek) Beyaz Ev’de Trump’la verilecek fotoğrafın görüşmenin tek, en önemli ve yegane amacı olduğunu ikrar etmiş oldu.

Oysa ABD bu açıklamayı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Ev’de ağırlanacağını resmen duyurmasından önce yaparak Türkiye’ye ziyareti öteleme, “şimdilik uygun değil, yakın gelecekte yeniden planlayalım” gibi bir formülle iptal değil öteleme kapısını açık bırakmıştı. Diplomaside, “bazen az iş, çok iştir” (“sometimes to do less is to do more”) denilir. Ankara bunu yapsa ve içine kapansa, yaratacağı gizem haresi, deyim yerindeyse “ekmeği yenecek”, hiçbir somut getirisi olmasa da, Vaşington’u “acaba Türkler neyin peşinde” diye düşündürtecek, belki birkaç aylık bir süre kazanılmış olurdu. Bu tercih edilmedi, “öyle yapılsaydı keşke” de demiyorum, söylem-eylem tutarlılığı bakımından bu yola gidilebilirdi, o zaman seçenekler daha fazla olurdu diyorum. Tercih siyasidir, öyle olması da tabiidir.

Ayrıca, keza söz konusu görüşmenin hemen öncesinde, Rusya Federasyonu (RF) Devlet Başkanı Putin, hem de diğer bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) üyesi ülke Çinli mevkidaşı Xi ile görüşmesinin akabinde “YPG ile çalışmayı sürdüreceklerini Erdoğan’a da söylemiş olduğunu” açıkladı. RF Dışişleri Bakanı Lavrov da ziyaret öncesi Trump tarafından Beyaz Ev’de kabul edildi. O da görüşme sonrasında Vaşington’daki RF Büyükelçiliği’nde yaptığı basın toplantısında*, ABD ile en azından IŞİD ile mücadelenin öncelik olduğu hususunda uzlaştıklarının altını çizdi.

Salonda gelişmeler böyleyken sahada, Erdoğan’ın “Fars milliyetçisi” ve zımnen İran uzantısı olarak nitelediği ancak resmen Irak silahlı kuvvetleri içinde faaliyet gösteren Haşd-ı Şabi milisleri Şengal’in (Sincar) hemen güneyindeki Irak-Suriye sınır geçiş noktalarından lojistik bakımından kritik önemi haiz Baaj’ı IŞİD’den almaya yönelik hamle hazırlığında. Buranın yine Ankara’nın PKK uzantısı olarak nitelediği Ezidi özsavunma gücü YBS mevkilerinin yaklaşık 30 kilometre güneyinde bulunduğunu da belirtelim. Irak ordusu da o arada Musul’dan Telafer’e yeni bir yol açma/yapma çalışmalarına girişti. Sahadan gelen bilgiler, Haşd ve Bağdat’taki (doğru veya yanlış) izlenimin, nüfusunun tamamı Türkmen olan Telafer’deki IŞİD mevcudiyetinin Türkiye destekli olduğu yönünde olduğunu da ekleyelim.

Böylece Ankara, izleyegeldiği Kürt takıntılı ve mezhepçi renk veren Suriye-Irak siyasetiyle, bir yandan Moskova-Vaşington arasında kendine diplomatik alan açmak bir yana, bunları birbirine yapıştırdı. Öte yandan, Şam-Bağdat-Tahran’ı hizalayarak bunları ortak bir eksende buluşturdu. İlaveten, İran’ı Tahran’dan Lübnan’daki Hizbullah’a dek açık tutmayı hayati değerde gördüğü kara köprüsünü kurmak yönünde aceleye sevk etti. Hatta, Amerikalıların deyimiyle “hareket eden parçaların” (“moving parts”) ne denli çok olduğunu göstermek adına, buraya ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un İran nükleer anlaşmaya uyduğu takdirde yaptırımların kalkabileceği açıklamasının da Erdoğan’ın ziyareti öncesine denk geldiğini ekleyelim.

Vaşington ziyaretine geri dönersek, Erdoğan G-20 Zirvesi’ne katılmak üzere Çin’e giderken Trump görüşmesinin “nokta mesabesinde” olacağını söyledi. Çin dönüşünde de soruya cevaben yaklaşımını açarak “Bu iş çok uzadı. Artık daha fazla uzatmaya tahammülümüz yok. (...) Şimdi de nihai görüşmeyi biz yapacağız. Sonra da nihai kararımızı vereceğiz.” dedi. Cumhurbaşkanı’nın söz konusu ifadelerinden anlayacağımız Ankara’nın, “Fırat Kalkanı 2.0” ve/veya Şengal/Karaçok hava bombardımanları benzeri tek yanlı askeri girişimlerde bulunma inisiyatifini, Moskova ve Vaşington IŞİD’le mücadele önceliğinde anlaşsa da, senaryoya uymayı reddederek masada tutmak istediği. Diplomatik açıdan bu siyasetini de Suriye/Irak’ta coğrafi konumu ve (İncirlik dahil, belki başta) NATO müttefikliği ile İran’a karşı bölgesel denge unsuru oluşturma potansiyelinin vazgeçilmezliğine dayandırdığını varsaymak mümkün. Biz görmek istemesek de, o NATO müttefikliğinin içeriğini de herhalde hem Demokratik hem Cumhuriyetçi kanatlardan (şimdilik) 62 Kongre üyesinin imzasıyla Başkan Trump’a sunulan ve ülkemizin demokrasi açığını ağır ifadelerle anımsatan mektup dolduruyor.

Ancak beldeki silah bir kere çekilir. Sürekli el bele gidip, masada oturulmaya devam ettikçe öngörülebilirlik dolayısıyla itibar yitimi kaçınılmazdır. Hele tek atımlık barutunuz varsa. Ne ki, Tillerson’un yukarıda kısaca değindiğim açıklaması, Vaşington’un İran’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, “ılımlı” ya da “birlikte çalışılabilir” diyelim, Ruhani’ye yatırım yaptığını düşündürüyor. Sahada ise, biz Kürt saplantımız merceğinden yakın çevremize bakaduralım, ABD Ortadoğu stratejisi, (Robert Kaplan’ın naçizane okunmasını önerdiğim son denemesinde ifade ettiği gibi) alan denetiminden (“domain control”), hasım güçleri alana sokmamaya (“domain denial”) evriliyor. Suriye haritasına bakarsak Mümbiç’e ilaveten Fırat’ı takip ederek Irak-Suriye sınırına dayandığımız hatla, Suriye-Türkiye sınırı arasında kalan alanın değeri bu.

Hariciye katipliğinden gelmek, üslubu hantallaştırıyor farkındayım. Hariciyede yoğrulduğumuz sansasyondan uzak durmak kültürü, bizde anlaşılan biçimiyle medya yorumculuğuyla da belki çelişiyor. O zaman buraya kadar okuduysanız sonucu renklendirmek adına dilerseniz sözü yine futbol analojisine bağlayalım. Oyuncu havuzu kısıtlı takım, büyük takıma karşı adam adama oynayabilir. Bunun için çok koşmak, çok koşmaya da hazır ve istekli olmak zorunda. Elinizde bir Griezmann bir de Godin gibi bir altın kafa varsa hele, golü bulmayı da düşünebilirsiniz. Ama Şampiyonlar Ligi’nde Atletico, Real’e üçüncü kez kaybetti. Diğer bir deyişle, sıklet farkı yine sırıttı. Kaldı ki bırakın Godin gibi kafa vuracak stoperi, sizin takımda çalım çalım gidip taça çıkan bal yapmayan arı modeli şark topçusu profili hakim. Futboldan farklı olarak ise diplomaside, maça çıkmak zorunluluğunu ortadan kaldıracak zemini yaratmak ve bunu sürdürülebilir tutmak da bir seçenek hatta belki başlıca erdem. Şimdi burun kıvırılan Cumhuriyet hariciyesi geleneği de esasen bize bunu öğretiyor.

*Ülkesinde hür medya baskısı olduğu iddia edilemeyecek Rusya Dışişleri Bakanı’nın “bile” Vaşington’daki temaslarının ardından oradaki Büyükelçiliklerinde geniş katılımlı bir basın toplantısı yaptığını ve Büyükelçilik binasındaki salonun büyüklüğünü dikkatinize getirmek istedim.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.