YAZARLAR

Anneler Günü’nü nasıl kutlayacaksınız?

Bir yanda samimiyetten yoksun Anneler Günü reklamları çıkarken, öbür yanda Gülmen ve Özakça’nın haberleri çıkıyor. O haberlerdeki fotoğraflara iyi bakın. Anneleri orada.

nuriyegulmen Gülmen ve Özakça'nın anneleri geçen hafta çocukları için TBMM'ye gitmişti.

Anneler Günü, diğer tüm “zorlama” günler gibi, her yıl bir kez gelip çatıyor. Bu yıl da geldi. Geleceğini, birkaç haftadır reklamlarla bangır bangır duyurduğu için, kendisinden habersiz olmamız mümkün değil.

Annesini kaybetmiş çocukların, çocuklarını kaybetmiş annelerin, çocukları (gözlerinin önünde) adım adım ölüme gidenlerin, anne olmayı isteyen ama olamayanların, anne olmak zorunda bırakılanların, annesinden ayrı olanların da haberi var.

Onların haberi var ama kapitalizmin, duyarlı düşüncelerle uğraşacak vakti, vicdanın sesine kulak verecek hali yok. Onun kulakları, sadece para sesini duyabiliyor. Bu nedenle Anneler Günü, tüm yurtta ve dış temsilciliklerde kutlanacak.

Her yerde karşımıza çıkan özel indirimler, kampanyalar ve reklamlar, bu kutlamaların habercisi.

Markaların, Anneler Günü’nü kutlamasını anlıyorum. “Özel gün” demek, marka imajını parlatma, tüketiciye şirin görünme fırsatı demek çünkü. Bebek ayağı öpülen, torun haberi verilen, nostalji esintili, yer yer dudak titreten, sonlara doğru sağanak gözyaşı yağdıran reklam filmleri bu işe yarıyor işte.

Ne dediğini ve nerede duracağını bilmeyen Anneler Günü reklamları var bir de.

Bu tarz reklamlara göre “anne”, devamlı olarak pişiren, temizleyen ve süslenen bir varlık. Bu pişirme, temizleme ve süslenme işini de tabii ki, evlat sevgisi sebebiyle yapıyor. Evlatların bu sevgiye karşılık verebilmek için, annelerine pişirme, temizleme ve süslenme işlerini kolaylaştıracak hediyeler almaları gerekiyor. Çünkü reklamların (her anlamda) biçtiği “anne” rolü, bunu gerektiriyor.

Elektrikli çay makinesi alın, çay yapsın. Fırın alın, kek yapsın. Tencere takımı alın, yemek yapsın. Mor tencere takımı alın, yemek yaparken zevk alsın. Mutfağına televizyon alın, yemek yaparken aldığı zevk iyice artsın. Mutfak robotu alın, sağlıklı sebze makarnası (bunun ne olduğunu bilmiyorum) yapsın.

Ayçiçek yağı alın, çocukken sevdiğiniz şekilde börek kızartsın. Sopası koltuğun altına girebilen elektrikli süpürge alın, temizlik yaparken rahat etsin. Ütü alın, kırışıkları buharlaştırsın. Derin dondurucu alın, her şeyi dondursun. Sonra bütün dondurduklarını, sevgisinin sıcaklığıyla çözdürsün.

Annenize, onu sevdiğinizi söylemenin yüzlerce yolu var gördüğünüz gibi. Peki, “en güzeli” nedir? Cevap, pırlanta. Annenize olan aşkınızı ifade etmek isterseniz, tektaş yüzük de alabilirsiniz. Bu aralar, yüzde 40 indirimle 8990 lira. (Şanslısınız çünkü Anneler Günü’nden önce, 15 bin liraymış.)

Evet, iş çığırından bu kadar çıkmış durumda. Ortalık, duygu sömürüsü, samimiyetsizlik, görgüsüzlük ve utanç dolu. Belki, bu tarz hediyeler bekleyen anneler vardır. Bilmiyorum.

Bu Anneler Günü’nde, bütün bunlardan çok daha büyük, çok daha gerçek ve paha biçilmez bir hediye bekleyen iki anne biliyorum ama: Cemile Gülmen ve Sultan Özakça.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın anneleri. Onların istediği tek şey, 67 gündür açlık grevinde olan çocuklarının hayatı. Birilerinin, çocuklarının sesini duyması. Tek bir söz, tek bir adım bekliyorlar.

Bir yanda samimiyetten yoksun Anneler Günü reklamları çıkarken, öbür yanda Gülmen ve Özakça’nın haberleri çıkıyor. O haberlerdeki fotoğraflara iyi bakın. Anneleri orada.

O iki annenin acı, gurur, endişe ve sevginin birbirine karıştığı bakışları, kalbinizi delmiyor mu? Dimdik duruşları, dizlerinizin bağını çözmüyor mu? Onları görmezden gelmek mümkün mü artık? Seslerini duymuyor musunuz? Peki, bu seslerle uyuyabilmek mümkün mü artık?

Bugün, Anneler Günü’nü anlamlı hale getirin. Bu annelere, dünyanın en güzel hediyesini verin. İki insanın hayatı, iki dudağınızın arasında duruyor. Kayıp gitmesine izin vermeyin.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.