YAZARLAR

Onur açlığı

Tanık olan eğer bir parça insanlıktan nasibini almışsa, onu da için için yiyip bitiren bir eylemdir açlık grevi. Yediğiniz lokma, içtiğiniz yudum an gelir zehir zıkkım olur. Onuruna kastedilen insanın varlığı pahasına girdiği mücadeledir o eylem. Hepimiz içindir. Bu zamanlarımızın bedendeki ifadesidir.

Soyut kavram denen şeylerin bir kısmı hayat kadar gerçek, hayat kadar elzemdir. İnsan onuru onun başında geliyor. İnsanın şu hayatta özgürlük ve adalet adına talep ettiklerinin kısa adıdır onur. Kendi olarak, eksilmeden yaşıyor hissetmenin özüdür.

Aylardır OHAL koşulları gerekçe gösterilerek yapılan keyfi ev baskını, göz altı ve tutuklamaların kıskacında yaşıyoruz. Cuma geceleri çoğumuz için çılgın hafta sonlarının değil, yeni Kanun Hükmünde Kararnamelerin arz-ı endam edişinin simgesi. Kanunun hükmünün olmadığı bir düzende, işte o ‘düzenlemeler’le kapatılmadık dernek, medya kuruluşu, işinden atılmayan, ihraç edilmeyen kamu çalışanı, öğretmen, akademisyen, gazeteci kalmadı.

İş bazılarımız için sadece para değil. Haksızca ihraç edilmek sadece işinden olmak değil. O haksızlıkta insanın canına, hayatta inandığı temel değerlere, bulduğu yaşama anlamına dokunan bir şeyler var.

Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça altmış günü aşkın süredir açlık grevinde. Gözümüzün önünde erirken büyüyorlar. O eylem öncesinde Ankara’nın orta yerinde açığa alınışlarını, ihraç edilişlerini, anlamdan edilişlerini protesto ettiler aylarca. Ekmeklerini ve insanca yaşama haklarını talep ettiler diye her seferinde bir kez ve bir kez daha gözaltına alındılar, işkenceyle tartaklandılar. Her seferinde yeniden aynı gülümseyişle ve iradeyle direniş mahaline geri döndüler.

Tanık olan eğer bir parça insanlıktan nasibini almışsa, onu da için için yiyip bitiren bir eylemdir açlık grevi. Yediğiniz lokma, içtiğiniz yudum an gelir zehir zıkkım olur. Onuruna kastedilen insanın varlığı pahasına girdiği mücadeledir o eylem. Hepimiz içindir. Bu zamanlarımızın bedendeki ifadesidir.

"BİR PARÇA KEMİĞİNİ...'

Benzer bir mücadeleyi yaşlı bir baba, çok ağır bir şey uğruna Dersim’deki Seyit Rıza Meydanı’nda veriyor. Kemal Gün, Dersim’e yönelik bombardımanda yaşamını yitiren 28 yaşındaki oğlu Murat Gün’ün cenazesini almak için yetmiş günü aşkın süredir açlık grevinde. O babanın hepimize hepimizin onuru adına dediğidir: “Çökme de olabilir, kilo da kaybedebilirim. Sonunda hayatımı dahi kaybetsem bırakıp gitmeyeceğim. Bir parça kemiğini dahi alsam gelirim. Ben iradem ve gururumla dururum.”

Şakran Cezaevi’nde başlayıp dalgalar halinde yayılan açlık grevleri de siyasi mahkûmların onur haykırışıydı. Kimse tarafından verilmediği için kimselerce alınamayacak olan tek şeyin talebiydi.

Yoksun kalabileceğimiz çok şey var. Onur ve adalet o listede değil. Onur açlığı yaşıyoruz. Çocukların, gençlerin hayatı polis infazlarıyla karartılırken, Silopi’de Muhammet ve Furkan kardeşler gece vakti eve dalan panzerle ne olduğunu bile anlamadan katledilirken, siyasi irade ve insan hakkı hapishanelerde rehin tutulurken, ölümler bile yalanla, iftirayla katli vacip noktasını getirilirken, elbette en büyük açlık hep ve sadece onuradır.

Tıpkı Turgut Uyar’ın dediği gibidir:

Gülü çiğdemi filan bırak

Sardunyayı karidesi filan bırak

Acıyı ve ölümleri bırak

Oy pusulalarını ve seçimleri bırak

Evet

Seçimleri özellikle bırak

Çünkü açlık çoğunluktadır

Biz ne seçimler gördük, sarkaç gibi savrulduğumuz. OHAL altında seçili irade tutsakken, hukuksuzluk gündelik hayat pratiği olmuşken yine de tutunduğumuz dalı gördük. Çünkü onura açlık dinmez. Onu kimse vermez. Sen de el koymalarına müsaade edemezsin. O da giderse yaşıyor sayılmayacağın için.

Artık her şeyi yaşadık

Ve birlikte düşündük

Ve düşündük ki her şey cehennem

Bir bakışta

Ve cehennem

Başarılmamış bir savaştır

Dünyanın ortasında kullanılmamış bir su

Cehennem, insanın kendi ciğeri

At sırtında taşınan ölü

Kundağa girmeyen bebe

Karanlıklarda açan çiçeklerin

Bir insanın ölümüne dönüşü

Bir insan ölümü olmaya

Çünkü açlık çoğunluktadır

Senden menkul olmadığında dünya, hiçbir acı korunaklılık yaratacak denli uzağına düşmediğinde, anlayacaksın mesafelerin hükümsüz olduğunu. Kurtarılmış değil emekle yaratılmış küçük cennet parçaları olduğunu çölde vaha niyetine. Suyu sonuna kadar helaldir içmeye.

- İşte o zaman diyorum ki -

Gelişin şen olsun senin

Her şey esirgesin seni

Çünkü açlık çoğunluktadır

Ve ezecektir gücüyle dünyayı

- İkimize bir aşk elbette yetmez

Türlü şeylerin savunulduğu -

Diriliğe eşitliğe tokluğa

Artık ayıp olan tokluğa

Çünkü açlık çoğunluktadır

Açlık.

O onur açlığı doyuracak hepimizi. İçimizde uğuldayan boşluğu göstererek başlayacak işe.

Gerisi mi? Yaşayıp göreceğiz işte.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.