YAZARLAR

Şengal ve Rojava’ya vurmanın anlamı

Saldırılar devam ederse YPG, Rakka periferisindeki güçlerini kuzeye çekmek zorunda kalabilir. Ya da ABD’yle ortaklığın kendilerini koruyamadığını düşünen Kürtler Rakka operasyonundan tamamen çekilebilir. Bu da Türkiye’nin istediği bir sonuç.

Türkiye epey zamandır tehdit ettiği Şengal ve Rojava’daki ‘düşman’ unsurları vurdu. Bir kere ‘düşman’ tanımı yapılmaya görsün gerisi milliyetçi dalga içinde umursanmaz teferruata dönüşüyor.

İnsansız uçakların birkaç bin fitten görüntüleyip F-16’ların vurduğu şey basitçe ‘hedef’tir’. Hedef, hücum ve imha; askerin kilitlendiği şey budur. O hedefin sosyal, siyasal, tarihi ve coğrafi bağlamları askeri pek de ilgilendirmez. Ama siyaset, askerin bağlamlarıyla yetindiğinde bizi kuşatan ya korkunç bir cehalet ya da büyük bir aldatmacadır.

İdeolojimiz ne olursa olsun önce sahanın gerçeklerini görmek durumundayız. Sonra herkes kendi meşrebi ve zaviyesine göre tutumunu ortaya koyar.

AKP yönetiminin “Bitti, bitecek” dediği PKK çizgisindeki Kürt hareketi, içerdeki tekçi ve baskıcı yönelime ilaveten dışarıda hesapsız müdahaleci politikaların katkısıyla şaşırtıcı boyutta siyasi ve coğrafi derinlik kazandı. Yıllardır sınır ötesi harekâtlarla Kandil, Hakurk, Zap, Avaşin, Metina, Haftanin ve Gare dağlarında varlık gösteren PKK’lilerin vurulduğuna dair güvenlikçi politikaları tahkim eden haberlerle yatıp kalkıyoruz. “İnlerinde imha edildiler.” Manşetlerdeki hikâye hep bu. 25 Nisan’da Irak’ta Ezidilerin yaşadığı Şengal ile Suriye’nin kuzeyinde Karaçok’un vurulmasının ardından benzer manşetler atıldı.

Ne var ki hakikat manşetlerin ötesinde. Öcalan’ı rehber edinen Kürt hareketi, müttefikleriyle beraber son birkaç yılda Suriye’nin neredeyse üçte birini kontrol edecek hale geldi. Bu hareket Irak tarafında da Şengal’den Kerkük’e kadar geniş bir alanda çok boyutlu nüfuz sahibi oldu. Kestirmeden söyleyelim: İçeride Kürt sorununun barışçıl çözümü ötelendikçe PKK çizgisindeki örgütler bölgesel ve uluslararası alanda manevra kabiliyeti kazandı. Ve nihayetinde Suriye’nin Kürtleri, Türkiye’nin NATO’daki en önemli müttefiki ABD ile ortak oluverdi. Bunda AKP yönetiminin cehalet ürünü, macerası ve kifayetsiz politikalarının payı büyük.

Suriye yönetimini devirmek için devşirilen örgütler bir noktadan sonra Kürtlerin kazanımlarına son versinler diye Rojava’ya yönlendirildi. YPG Rojava’da IŞİD, Nusra ve Ahrar gibi örgütlerin saldırılarına karşı savunma hattı kurarak sadece Kürtler değil bölgenin diğer halklarından da destek gördü. 2014’ten bu yana da IŞİD ile savaş Rojava’nın aktörlerine sınırları aşan bir meşruiyet alanı açtı. Rojava’daki özerklik projesinin aktörlerinden biri olan Süryani Birlik Partisi’nin başkanı İşo Gweriye’nin bana söylediği basit bir şey var:

“Suriye’nin geri kalanı cehenneme döndüğünde YPG ve Asayiş burada güvenlik ve istikrarı muhafaza etti. Burada yaşayan bütün halklar bunun kıymetini bilir… Halklarımız bunu topraklarımızın işgali, egemenlik haklarının ihlali ve sömürgeci bir hareket olarak görüyor.”

(Tabii ABD’nin IŞİD ile mücadele gerekçesiyle kendi çizmelerine yer açması ve Amerikan ortaklığının Kürtleri nereye götüreceği ayrı bir parantezi gerektiriyor.)

***

Türkiye son 5 yılda IŞİD gibi örgütlerin palazlanmasına yarayan ve Kürtlerin kazanımlarını hedef alan politikalarıyla YPG’yi bertaraf edemediği gibi Kürtlerin Araplar hatta Türkmenlerle kurdukları ortaklıkları büyütmelerine engel olamadı. Diyeceksiniz ki Fırat Kalkanı ile Kürt koridoru önlenmedi mi? Bu bir başarı değil mi? Evet, IŞİD’in çekilmesiyle TSK destekli gruplar El Bab-Cerablus hattına yerleşti ve abartılı/yanıltıcı anlamlar yüklenen ‘Kürt koridoru’ önlendi. Ancak Kürt yoğunluklu yerler bir yana Kürtlerin yerel müttefikleriyle birlikte tuttukları Menbic ve Tel Rıfat gibi bölgelerin statüsünde bir değişiklik olmadı. Halbuki buraların ÖSO’ya devri deklare edilmiş birer hedefti. Nihayetinde Türkiye “Fırat Kalkanı başarıyla tamamlanmıştır” demek durumunda kaldı. Elbette oyun bitmedi. Mesela diğer kantonlardan kopuk olan Afrin üzerindeki baskılar artıyor. Ayrıca TSK’yi Tel Ebyad ve Serekaniye’ye sokarak Kobani ile Cezire kantonları arasındaki bağlantıyı koparma planları yapılıyor.

Şengal ve Karaçok’a saldırılardan hemen önce hükümet medyasına sızdırılan bir senaryo vardı. Buna göre TSK, Tel Ebyad’a girecek, YPG’yi temizleyip bölgeyi ÖSO unsurlarına bırakacak ve ‘göçe zorlanmış’ halkı yeniden iskan edecek. Bu senaryoları kim yazıyor bilmiyorum ama ciddi bilgi hataları ve ağır maniplasyon içeriyor. IŞİD sonrası Tel Ebyad’da Arap, Kürt ve Türkmenler ortak yönetim kurdu. Çatışmalar sırasında evlerini terk edenler de geri döndü. Az da olsa dönemeyen varsa, iyi bakın, aman sebebi IŞİD’le bağlantıları olmasın!

Ayrıca Tel Ebyad sanıldığı gibi Arapların bir Türk müdahalesini kucaklayacağı bir yer değil. Buranın Arapları geleneksel olarak Suriye devletinden yana bir siyasi tutuma sahip. Kürtlerle ittifaklarını kolaylaştıran da Rojava’da denenen savunma ve ortaklığa dayalı strateji oldu. Bu stratejiden sapma olmadıkça Kürtlerle ortaklıkları devam edecektir.

Bakmayın onlarca aşiret temsilcisinin Urfa’da toplanıp ‘Fırat-Cezire Kurtuluş Ordusu’ adıyla alternatif güç oluşturacaklarına dair haberlere. Türkiye’nin yönlendirmesiyle bu tür ordular daha önce defalarca ilan edildi, lakin kimse Fırat’a yürüyen birlerce asker görmedi! Beri tarafta Türkiye’nin Körfez’deki ortaklarıyla birlikte bir zamanlar Suriye yönetimine karşı mobilize etmeye çalıştığı birçok aşiret de Haseke’den Şedadi ve Rakka’ya kadar geniş bir alanda Suriye Demokratik Güçleri’ne savaşçı verdi. Bu mobilizasyonun tersine dönmesi ve Kürtleri dışlaması da mevcut veriler ışığında zor.

***

Doğrudan ya da vekiller üzerinden yapılan müdahalelerden sonuç alınamadığını pekâlâ Ankara’daki siyasi irade de görüyor olmalı. Peki, niye bu ısrar? Operasyonlardan murat edilen ne?

Önce şunun altını çizmeli: Kürtlerin statü kazanması söz konusu olunca Türkiye’de devlet, hükümet ve (önemli ölçüde) muhalefet bölünme sendromuyla ortak paydada buluşuyor. Bu duyarlılığın düzeyi, Kürtler üzerindeki baskıların sorgusuz sualsiz sürdürülmesine imkân veriyor. Bu bakımdan Rojava’ya yönelik operasyonları Türkiye’nin genel Kürt politikasının devamı olarak görmek lazım.

Güncel hesaplara gelince; Türkiye, ABD’nin Kürtlerle kurduğu ortaklığı büyük bir açmaz olarak görüyor. Hükümet Fırat Kalkanı’yla Kürtleri oyundan düşürüp Rakka’ya ABD ile birlikte gitmeyi umuyordu ama olmadı. Muhtemelen Rojava’ya yönelik saldırıların asıl hedefinde bu ortaklığı bitirmek var. Ankara, Donald Trump’ın Suriye politikasını henüz şekillendirememiş olmasını fırsat bilerek ABD’ye “PKK mi, Türkiye mi” diye seçenek dayatıyor. ABD, SDG formülüyle PKK ile YPG’yi ayrı tutma taktiğiyle baskıyı savuşturdu.

Ancak saldırılar devam ederse YPG, Rakka periferisindeki güçlerini kuzeye çekmek zorunda kalabilir. Ya da ABD’yle ortaklığın kendilerini koruyamadığını düşünen Kürtler Rakka operasyonundan tamamen çekilebilir. Bu da Türkiye’nin istediği bir sonuç. YPG kaynaklarından edindiğim izlenime göre Kürtler kuzeyde çok zorlanmadıkları sürece Rakka operasyonunda kalmaktan yana.

Bu hesaba göre Rakka operasyonu zayıflarsa ABD, Kürtlerle ortaklığı yeniden gözden geçirir ve Türkiye’nin sunduğu alternatifi kabul eder. Bu hamlelerin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Washington seyahatinden önce gerçekleşmesi tesadüf değil. “Daha bu başlangıç” denilmesi operasyonun bir kararlılık gösterisi ve Trump’ı etkileme çabası olduğu izlenimi veriyor. Daha önceki yazılarımda defalarca vurguladığım gibi ABD’nin Suriye’de fazla seçeneği yok. Kürtleri feda etmesi ciddi bir alternatife bağlı. O yüzden Trump tüccar mantığıyla hem Türkiye hem de Rojava güçlerini aynı arabaya koşmanın derdinde.

***

ABD faktörü dışında Türkiye’nin müdahalelerle sonuç almasını zorlaştıran yerel unsurlar da önemli. Bir kere Rojava’da basitçe bir örgütten değil askeri, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik unsurlarıyla geniş bir özerklik yapılanmasından bahsediyoruz. Bu tür bir yapılanmanın geliştireceği direnç farklı boyutlarda olur. İkincisi bu yapılanmanın aktörleri sadece Kürtler değil. Haliyle başlatılan düşmanlığın taalluk ettiği farklı halk kesimleri söz konusu. Üçüncüsü YPG Türkiye’nin aksine Suriye devleti tarafından terör örgütü olarak görülmüyor. Şam’ın önceliği savaş değil müzakere. Suriye ve Irak’ta birçok kesim Türkiye’nin müdahalelerini IŞİD’e nefes aldırma çabası olarak okuyor. Ankara’nın aksini söylemesi, cihatçıları besleyen 6 yıllık sicili izale etmiyor. Hele Ezidileri bir kez daha soykırıma maruz bırakan 2014’teki trajedinin ardından Şengal’in vurulması, hedef kim olursa olsun bölge insanlarının gözünde Türkiye’yi IŞİD’le aynı kefeye sokuyor.

Bu gerçekler askeri müdahalenin sonuç almak bir yana çok boyutlu düşmanlık üretmekten başka bir şeye hizmet etmeyeceğini gösteriyor.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.