YAZARLAR

Küresel güç mücadelesinin yeni adresi: Asya-Pasifik-II

Asya Pasifik, enerji akışı açısından dünyanın en önemli merkezlerinden birisi. Güney Doğu Asya, Doğu Asya, Avusturalya ve Pasifik hem en büyük enerji tüketicilerine hem de en büyük enerji üreticilerine ev sahipliği yapıyor.

Dünyanın yeterince yoğun olan gündemine bir de “Donald Trump Kuzey Kore’yi vuracak mı vurmayacak mı” sorunu eklendi. Dünyanın en büyük askeri gücünü Kuzey Kore’yle karşı karşıya getiren nedir? Her şeyin sebebi Kuzey Kore’nin nükleer füze denemeleri gibi görünse de aslında olan “Kuzey Kore sana söylüyorum Çin sen anla” şeklinde kendini gösteren bir gövde gösterisi. ABD ile Çin neyi paylaşamıyor ki Kuzey Kore’de fitili ateşlenebilecek savaş senaryoları gündemi işgal ediyor? Bunun için yeniden yüzümüzü Asya-Pasifik’teki rekabete çevirmekte fayda var, enerji ve ekonomi dengeleri jeopolitik kaygılarla iç içe geçmiş bu bölgedeki duruma bir başka gözle bakalım.

AÇ KAPIYI ASYA-PASİFİK GELEN TÖKEZLEYEN HEGEMONDUR

asya-pasifik-haritaiceriye Yeşil renkli alanlar Asya Pasifik bölgeleri

Obama’nın 2008’de başkanlık koltuğuna oturmasıyla beraber, ABD’nin Soğuk Savaş sonrasında uyguladığı Avrasya ve Ortadoğu temelinden sıyrılan ve yeni bir arayış içinde olan dış politikası dikkat çekti. Nitekim Obama, 2009’da Asya-Pasifik’e yaptığı bir ziyarette, kendisini Pasifik’in lideri olarak tanımlamıştı. Yine de ABD’nin bölgeye yönelişini en net ifade eden dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı (America’s Pasific Century)” isimli makalesi oldu. Clinton makalesinde; Asya’nın yükselen ekonomilerinin ABD’nin çıkarları için hayati önemde olduğunu söylüyor; Washington politikaların merkezinin Irak ya da Afganistan’da değil, Asya-Pasifik’te olduğunun ve ABD’nin bu süreçte merkezi bir rol alacağının altını çiziyordu. Soğuk Savaş döneminden kalan müttefiklik ilişkilerinin ki bunlar Japonya, Güney Kore, Avustralya, Filipinler ve Tayland'dan oluşuyordu, devam edeceğini hatta bunlara yenilerinin ekleneceğini müjdelemekten geri durmuyordu!

Nitekim bu açıklamalardan çok değil kısa süre sonra ABD’nin bölgedeki ekonomik varlığı dikkat çekici boyutlara ulaştı. Asya-Pasifik artık ABD ihracatının tepe noktasında. ABD Ekonomi Bürosu 2015 verilerine göre, ABD ile Asya-Pasifik arasındaki doğrudan yatırım oranı yükselirken finansal hareketlilik bir önceki on yıla göre yüzde 81’lik bir artış göstermiş durumda. ABD yatırımlarının oranı 2014’e göre yüzde 17 artarak 3,4 milyar dolara ulaştı. Ancak belirtmek gerekir ki ABD’nin Asyalı rakiplerinin yatırımı da 102,5 milyar dolar dolayında. Bu keskin rekabette ABD yatırım hacmini artırmak zorunda. Washington bölge ülkeleriyle olan işbirliğini Dünya Bankası ve Asya Kalkınma Bankası’yla koordine bir biçimde yürüyor. Yatırım fırsatlarını hem özel hem de kamu için teşvik etmeyi hedefleyen bölge ülkelerinin önceliklerine göre düzenlenen bir yatırım planlaması mevcut. Örneğin yalnızca bölgenin elektrik ihtiyacının karşılanması için 2035’e kadar 9 trilyon dolarlık yatırım öngörülüyor. Buysa ABD’deki enerji şirketlerinin bölgeye iştahla yaklaşmasına neden oluyor.

ENERJİ CEPHESİ

Asya Pasifik, enerji akışı açısından dünyanın en önemli merkezlerinden birisi. Güney Doğu Asya, Doğu Asya, Avusturalya ve Pasifik hem en büyük enerji tüketicilerine hem de en büyük enerji üreticilerine ev sahipliği yapıyor. Bununla beraber bölgenin yapısı ve coğrafi özellikleri dikkate alındığında boru hatları açısından imkânlar kısıtlı. Kuzey Doğu Asya’ya birisi Kazakistan’dan bir diğeri Rusya’dan olmak üzere iki büyük hattın inşasıysa hâlâ planlama aşamasında. Petrol hatlarının sayısının artırılması, özellikle Çin, Japonya ve diğer Asya-Pasifik ülkelerinin enerji çeşitliliği için hayati değerde.

Bölgeye yönelik ilgisini resmen ifade etmekten kaçınmayan ABD, özellikle kaya gazı ve petrolüyle on yıl önceki öngörüleri revize etmiş durumda. ABD Enerji Bilgi Dairesi verilerine göre, ABD’nin son beş yıllık petrol üretimi, günlük yaklaşık 2,5 milyon varille Kuveyt’in dünyaya sağladığı petrolün üzerine çıktı. Bu veriler uyarınca ABD’nin petrole olan dış bağımlılığının 2030’de sıfırlanması bekleniyor. Buysa, Ortadoğulu ve diğer üreticiler için düşük seyirli fiyatların tescillenmesi anlamına geliyor. Doğal gazdaysa Japonya’nın yıllık ihtiyacı olan gazın 2,5 katı dolaylarında üretim ivmesi yakalandı. 2016’da ABD’den yaklaşık kırk tane LNG gemisi yola koyulmuş ve nitekim AB’nin beklentilerinin aksine rotalarını Asya-Pasifik’e çevirmişlerdi. Avrupa bu süreçte biri İspanya’ya diğeri Portekiz’e, biri de Türkiye’ye olmak üzere üç gemiyle yetinmek zorunda kalmıştı.

Asya Pasifik’teki enerji iklimi için dikkat çeken bir diğer unsur, Avrupa ve ABD’nin aksine fiyat serbestisine dayanan enerji merkezlerinin (hubların) henüz güncel bir forma kavuşmamış olması. Bir başka anlatımla bölge ülkeler hâlâ doğal gaz ve LNG’yi petrol fiyatlarına göre hesaplayan 20-25 yıllık al ya da öde türü klasik anlaşmalar üzerinden gaz tedarik ediyor. Sıfır toplamlı bir oyun olmaktan uzak bu durum hem ABD hem bölge ülkeleri için bir fırsat. Şöyle ki, LNG ihracına 2016 itibariyle başlayan Washington için Rusya, Avusturalya ve Katar gibi ülkelere bağımlılık yerine bölgede yeteri kadar doğal gaz merkezi inşa edilirse, hem ABD gazı için yeni bir pazar elde edecek hem de rakiplerinin baskın statüsü ciddi biçimde yara açacak. Petrol sektörü için de aynı şey söylenebilir, Suudi Lideri Kral Salman gibi ABD de Asya-Pasifik’teki petrol gücünü artırmak istiyor. Bölge ülkeleri için hubların inşası arz ve talebe göre fiyatların belirlenmesini sağlarken öte yandan uzun süreli bağımlılık yerine tedarikçi çeşitliliğiyle enerji güvenliği bir nebze daha artırılabilecek. ABD’nin bu süreçteki en büyük destekçisi; yakın müttefiki ve yüzde 12’lik pazar payıyla dünyada Katar’dan sonraki en büyük LNG üreticisi Avusturalya ve diğer bir kıdemli müttefik, dünyanın en büyük LNG tüketicisi Japonya. Bu talepler özellikle enerji fakiri ve büyük tüketiciler Japonya, Çin, Hindistan, Pakistan, Tayland, Malezya, Endonezya ve yükselen yeni piyasalar Vietnam, Filipinler ve Bangladeş için hayati önemde. Bununla beraber bu ülkeler içerisinden Japonya, Çin ve Singapur’un doğal gaz merkezleri (hubları) oluşturmaya daha yakın olduğu da söylenmeli.

ABD’nin iki enerji devi Chevron ve ExxonMobil de Asya-Pasifik’e konuşlanmış durumda. Chevron; Singapur, Myanmar (Burma), Bangladeş, Avusturalya’da ciddi oranlarda doğal gaz üretimi ve aktarımı üzerinde söz sahibi. Benzer biçimde eski Ceo’su Dışişleri Bakanlığı’na terfi eden ExxonMobil, aralarında Çin, Avusturalya, Hindistan, Endonezya, Tayvan, Güney Kore olmak üzere bölgede 15 ülkede upstream ve downstream projelerine katılıyor. Yani hem devlet hem de özel girişimle, ekonomik olarak yalpalayan hegemon, bölgeye çoktan sızmış durumda. Bunun dışında yaklaşık on tane yenilebilir enerji firması da tıpkı Exxon ve Chevron gibi sahip oldukları yüksek teknolojiyle dikkat çekiyor.

“BANA HER ŞEY ÇİN’İ HATIRLATIYOR”

Ekonomi ve enerjiden kafamızı kaldırıp jeopolitik gerilime bakarsak; ABD’nin küresel politikasını şekillendiren bu yeni açılımında Çin’in büyüyen ekonomisine, tırmanan askeri harcamalarına paralel olarak Doğu ve özellikle de Güney Çin Denizi’nde tarihsel olarak haklara dayanarak egemenlik iddia etmesi kulak tıkanacak cinsten değil. Bölgede ABD’nin Japonya, G. Kore, Avustralya, Tayland ve Filipinler’le olan müttefik bağı, Hindistan, Singapur ve Endonezya ile ortaklık anlaşmaları bulunuyor. Çin ise Myanmar ve K. Kore ile ittifak halinde, Rusya ve Hindistan’la da BRICS üyeliği ve yakın ilişki içinde. Ancak ABD’yi düşündüren en önemli unsur diğer iki bölge ülkesi Rusya ve Hindistan’ın bu gerilimde nerede duracakları. Çünkü ABD bölge ülkelerinin özellikle Japonya’nın Çin ile yaşadığı sorunlara taraf olup bölgeye daha fazla yerleşme peşinde. Hatta 2020’ye kadar donanmasının yüzde 60’nı bölgeye sevk edeceğini ilan etmiş durumda. Trump iktidarıyla ABD’nin çekildiği, Trans Pasifik Ortaklığı Anlaşması (TPO) da bu anlamda Çin’le rekabeti işaretliyordu. Obama’nın “potansiyel müşterilerinin yüzde 95’i ABD sınırlarının dışında yaşarken, Çin gibi ülkelerin küresel ekonominin kurallarını yazmasına izin veremeyeceğiz” açıklaması anlaşmanın ekonomik olduğu kadar jeopolitik bir girişim olduğunu net bir biçimde gösteriyordu. Ancak şurası açık ki anlaşma şartları uyarınca Çin’in de gerekli girişimde bulunması durumunda TPO’ya alınmaması için bir engel bulunmuyordu. Nitekim Trump yönetiminin anlaşmadan çekilirken “ABD çıkarlarına uygun değil” demesinin altında Pekin’e set çekmede yeteri kadar güçlü değil iması vardı. Buradan aynı zamanda ABD’nin Trump dönemiyle Soğuk Savaş’taki pratiğine döneceğini ve çoklu işbirliği yerine yeniden ikili işbirliğine yöneleceğini Trump’ın Asya’ya yaptığı ziyaretlerden çıkarmak mümkün.

Özetle, yalpa duran Washington, hegemonyasının daimi kılmak için Asya-Pasifik kapılarında. Ekonomiden enerjiye pek çok alanda işbirliğini zorluyor. ABD’nin hedefinde elbet ekonomisini ve gücünü koruma var. Çünkü dünya yeni bir geçiş döneminde ve Washington’un yerine neredeyse herkes yeni bir aktörü, Pekin’i işaret ediyor. Kuzey Kore’yle oluşan gerilimde gördüğümüz üzere, ABD gövde gösterisiyle Çin’e meydan okuyor, ancak sıcak bir çatışma için henüz erken. Peki ne olacak? Bu çok bilinmeyenli denklemde Çin’e Rusya’ya ve Japonya’ya bakmadan, böylesi geçiş süreçlerinde bir şey söylemek zor. Yine de haftaya Pekin’in penceresinden Asya-Pasifik’e bakarak bir nebze de olsa bu soruya argümanlar üretilebilir.


Mühdan Sağlam Kimdir?

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzadığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir.