YAZARLAR

Aynı doğrultuda, doğru orantıda

“Birinci Dünya Savaşı’nın zor şartlarında hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini bu yıl da saygıyla anıyor, torunlarına taziyelerimi sunuyorum” diyordu Erdoğan. Savaş şartlarında ölen Osmanlı Ermenileri vardı. Bir halk bin yıllardır yaşadığı topraklardan kökü kazınırcasına silinirken, sanki savaş kurbanı olmuşlardı.

“O ne dedi, bu ne dedi, Ermenileri kim yedi” başlıklı 24 Nisan açıklamalarında bu yıl gözler elbette yine ABD Başkanı’na çevrilmişti. Daha önce konuyla ilgili hiçbir açıklaması olmayan ABD’nin yeni Başkanı Trump, tıpkı eski başkan Obama gibi 'soykırım' ifadesi yerine 'büyük felaket' anlamına gelen 'Meds Yeghern' dedi.

Eski Başkan Barack Obama, başkan seçilmeden önce 1915 olaylarını 'soykırım' olarak tanıyacağı vaadinde bulunmuş, ancak iktidarda kaldığı sekiz yıl içerisinde bu vaadi yerine getirmemişti. Donald Trump, "Bugün, 20. yüzyılın en büyük toplu katliamlarından olan Meds Yeghern'de acı çekmiş olanların anısını hatırlıyoruz" ifadesini kullandı.

Anlaşılan o ki demokrat Obama’nın ardından Trump’ın daha popülist, daha da yuvarlak laflar etmesi beklenmiş. Türkiye Dışişleri Bakanlığı yayınladığı yazılı açıklamada şöyle diyordu: "ABD Başkanı Trump'ın ‘1915 Olayları’ hakkında 24 Nisan 2017 günü yaptığı yazılı açıklamadaki yanlış bilgi ve tanımlamaların, bazı radikal Ermeni çevrelerin yıllar içinde bu ülkede propaganda metotlarıyla oluşturdukları bilgi kirliliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.”

Karşı taraf haliyle şaşkın. Beyaz Saray sözcüsü Sean Spicer düzenlediği basın toplantısında Türkiye'nin tepkisine yanıt verirken, eski başkanlar Barack Obama ve George W. Bush'un da 1915 için benzer bir dil kullandığına işaret ederek "Yapılan açıklama önceki başkanların açıklamalarıyla uyumluydu. Trump'ın açıklaması da aynı çizgideydi" dedi.

Obama kendi şahsi algısı içinde yaşananı soykırım olarak gördüğünü belirterek, devletler arası ilişkiler gereği büyük felaket dediğini itiraf etmişti. Hal böyle olunca Trump’ın daha da az irkiltici olması bekleniyordu besbelli. Sanki kelimesi değişirse, yüzyılın en büyük insanlık suçu yok olabilirmiş gibi…

BİR NEVİ İNSAN TÜRÜ: OSMANLI ERMENİLERİ

Ülkedeyse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Episkopos Aram Ateşyan ve ‘Ermeni vatandaşlar’a hitaben, Feriköy Surp Vartanants Kilisesi’nde düzenlenen 24 Nisan ayinine gönderdiği mesaj gündemdeydi. “Birinci Dünya Savaşı’nın zor şartlarında hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini bu yıl da saygıyla anıyor, torunlarına taziyelerimi sunuyorum” diyordu Erdoğan. Savaş şartlarında ölen Osmanlı Ermenileri vardı. Bir halk bin yıllardır yaşadığı topraklardan kökü kazınırcasına silinirken, sanki savaş kurbanı olmuşlardı. Ve isimleri Osmanlı Ermenileriydi. 1915 miadıyla dünyanın dört bir yanına yayılan diaspora Ermenileri, gittikleri yerlerde zorla koparıldıkları memleketlerinin isimlerini Ermenice ‘nor’ yani yeni sıfatını da ekleyerek yeniden yaşatan Ermenistan Ermenileri, kırımdan arta kalan ve inadına hayata tutunan Türkiye Ermenileri bu ‘Osmanlı Ermenileri’nden bağımsızmış gibi…

Gerisi bildik hikâye. Aman da Türkler ve Ermeniler bin yıldır omuz omuza nasıl paylaşmış ortak bir tarihi ve kültürü. O nasıl bir tarihse, Ermeni halkı ders kitaplarının ‘hain, iş birlikçi Ermeni’ tornasından geçen birlikte yaşadığı insanlara, nasıl bir kıyım yaşandığını anlatmaya çalışıyor yüzyıldır. Çünkü inkâr, geçmişi değil bugünü ve geleceği belirleyen bir edim.

HUZUR VE GÜVENLİK

Mesajın devamı da şöyle: “Ülkemizdeki Ermeni cemaatinin huzuru, güvenliği ve mutluluğu bizim için özel öneme sahiptir. Tek bir Ermeni vatandaşımızın dahi ötekileştirilmesine, dışlanmasına, kendini ikinci sınıf hissetmesine tahammülümüz yoktur. Türkiye Ermenileri Patriği seçiminin kısa zamanda neticelenmesini temenni ediyor, çalışmalarınızda sizlere muvaffakiyetler diliyorum.”

O patrik seçiminin ilk adımı olarak patrikhane içerisindeki Ruhaniler Genel Meclisi toplantısında ruhaniler, seçim sürecini idare edecek olan patrik kaymakamını, değabahı oy çokluğuyla seçmişken, bir vali yardımcısı eliyle yollanan yazı, her şeyi hukuksuz ilan etmemiş gibi… ‘Çok afedersin Ermeni’ diye bir söz söylenmemiş gibi. Bakanından sıradan vatandaşına kimseler içinde Ermeni geçmeyen küfre küfür dememiş gibi…

İşte şimdi buradayız. OHAL şartları altında Hayır’ın vatan hainliği, barışın terörizm sayıldığı günlerde. Muhalif basının, sivil toplum örgütlerinin, derneklerin kanun hükmünde kararnamelerle kapatıldığı, HDP'li, DBP'li eş genel başkanlar ve milletvekillerinin hapiste rehin tutulduğu, avukatından, gazetecisine, öğrencisinden akademisyenine herkesin ya içeride ya dışarıda bedel üzerine bedel ödediği bir zamanda. Keyfi ev baskını, gözaltı ve tutuklamalarının günlük hayatın parçası olduğu bir bugünde.

Yani, aslında buradan bakınca o inkâr edilen geçmişle aynı doğrultuda ve doğru oranda seyrediyor her şey.

Her aynı olan, aynı kalan şey ille de doğru olmuyor. O ayrı mesele.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.