YAZARLAR

Referandum tartışmaları 12: 16 Nisan'da değişenler ve değişmeyenler

Politik beklenti açısından bakıldığında dengeyi bozan değil ama "özgüveni" ve iddiayı zayıflatan, biraz 7 Haziran'a benzer bir durum var. Çünkü, Erdoğan'ın "dosta düşmana" göstermek istediği, bilinen skoru tekrar etmek değildi. Kendi tabanı dışında birilerine de gücünü kabul ettirmek (belki bir kısmına da pes ettirmek) ve dışarıya da "Türkiye benim" demek istedi.

"Referandum tartışmaları", bu tartışmaların 16 Nisan itibarıyla bitmeyeceği, daha da derinleşerek uzunca bir süre devam edeceği öngörüsüyle başlamıştı. Değişmeyen en önemli şey bu. Ama önceki seçimlere göre değişen önemli bir nokta, Türkiye'nin milli hobisi olan "seçmen mesajı okuma" işinin bu sefer "ağız tadıyla yapılamaması". İktidar sonuçları kabul ettirmeye, muhalefet ise sonucu değiştirebilecek itirazları gündeme getirmeye odaklanmış durumda. Hatta dış tepkiler bile bu gelişmelere göre biçimleniyor.

Biraz daha derin ve geleceğe dönük gelişmeleri tartışmayı, (pek umudum olmasa da bazı rakamların değişmesi olasılığını da dikkate alarak) daha sonraki yazılara bırakıp, ilk an fotoğrafına değişenler ve değişmeyenler açısından bakmaya çalışalım. İşin bir yasal ve idari tarafı var, bir de politik ve toplumsal.

Eğer 16 Nisan "evet" kazandı şeklinde tescil olursa - ki daha önce de defalarca yaşadığımız gibi iktidar aleyhine bir yargı tavrı beklemek fazla gerçekçi değil - fiili başkanlık, artık yasal bir dayanağa sahip. Bu durum bazı şeyleri kökten değiştirecek ve bazı şeyler fiilen pek değişmeyecek ama "çivisi" daha sağlam çakılacak. Bu başlık altında, çokça tartışılan iki noktaya bakalım "tarafsızlık", "yargı bağımsızlığı" ve aslında içerikte olmasa bile kampanya afişlerine giren vaatler.

Yapılan değişikliğe göre hemen uygulamaya girecek ilk madde, Erdoğan'ın AKP'ye üye ve Genel Başkan olmasının önünün açılması. İlerde çok ciddi sonuçlarını göreceğimiz, önemli bir değişiklik. Fakat öncesini bir kenara bıraksak bile sadece referandum sürecinde tarafsız bir Cumhurbaşkanı olduğunu düşünen var mı? Hâlâ bu iddiayı öne sürecekleri defalarca ve açıkça Erdoğan yalanladı. Şimdi muhtarları parti başkanı olarak toplayacak.

Hemen devreye girecek ikinci değişiklikle HSYK'nın yapısı değiştiriliyor ve yeni üyeleri Cumhurbaşkanı 30 gün içinde atamaya başlıyor. Çok ciddi sonuçları olacak bir değişiklik. Peki, yargı bağımsızlığının neresindeydik? En başta, "öyle gerekti" diyerek kanunu rafa kaldıran YSK'nın yargı kurumu olduğunu unutmayalım. "Ben bu görevdeyken kimse Deniz Yücel'i iade edemez" diyen Cumhurbaşkanı ile, hemen referandum sonrası Cumhuriyet gazetesi davasının duruşmasını üç ay sonraya atan kararı not edelim.

Anayasa değişikliğinin içerdiği maddelerle hiçbir bağlantısı yoktu ama AKP'nin pankart ve afişlerinde "sıkıyönetimin kalkması için evet", "ekonominin şahlanması için evet" gibi sloganlar yazılıydı. 18 Nisan'da olağanüstü hal üç ay daha uzatıldı. 17 Nisan'da açıklanan işsizlik oranı yüzde 13'e çıktı. Aynı günlerde IMF Türkiye büyüme tahminini 3'ten 2,5'a indirdi. Referandum sonuçlarından saatler sonra bir cemevi için yıkım kararı verilmesi, Süleyman Soylu'nun ve Başbakan'ın "Güneydoğu politikamız sonuç verdi" sözleri gibi gidişatın pek değişmeyeceğini gösteren ilk işaretleri de ekleyelim.

Erdoğan'ın alışılmış "özgüven" yüklü, tonu değişmiş (ana akım yazarların "kucaklayıcı" yorumu yapmaya mecbur olduğu) konuşmayı bu sefer yapmamış olması önemli bir değişiklik. Değişmeyen ise, kampanyanın ilk günlerindeki ötekileştirici, son günlerindeki kahvehane popülizmi havalı üslubun hız kesmeden devam ediyor olması: "Atı alan Üsküdar'ı geçti", "geçti Bor'un pazarı", "skora değil sonuca bakın". Muhalefete, kendini desteklememişlere ve aslında siyasete yaklaşım konusunda da galiba pek bir şey değişmeyecek.

16 Nisan sandık sonuçları, Erdoğan'ın politik desteği konusunda hem değişmeyen hem de değişme sinyali veren işaretlerle dolu. Değişmeyen, neredeyse son on yıldır AKP'nin yüzde 40 - 50 bandındaki gücünün üst sınırda sürüyor olması. Yine değişmeyen, son beş yılda iyice belirginleştiği üzere bu oy konsolidasyonunda Erdoğan'ın kişisel ağırlığının artması. "Resmi sonuç okuma talimatnamesi"nin "Erdoğan kazandı, MHP bitti" şeklinde olması da bu yüzden. Ama değişen şeyler de var.

Politik beklenti açısından bakıldığında dengeyi bozan değil ama "özgüveni" ve iddiayı zayıflatan, biraz 7 Haziran'a benzer bir durum var. Çünkü, Erdoğan'ın "dosta düşmana" göstermek istediği bilinen skoru tekrar etmek değildi. Kendi tabanı dışında birilerine de gücünü kabul ettirmek (belki bir kısmına da pes ettirmek) ve dışarıya da "Türkiye benim" demek istedi. "Çözüm süreci" konjonktüründe 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürtlerden sağlanamayan "dışarıdan destek devşirme" işinin "milliyetçilerle" yapılan yeni denemesi de sonuçsuz kaldı. Dış tepkiler de, "başka bir Türkiye varmış" şeklinde.

Bu beklenti hesabının tutmaması, sadece bir moral etki yaratmıyor ve aslında değişmeyen bir noktayı daha gösteriyor. Kişiselleşmiş iktidar stratejisinin "güvenlik ihtiyacı" karşılanmadı, hâlâ devam ediyor. Dolayısıyla, Erdoğan'ın yapılan değişiklikle "bahane kullanma imkanları da imha olduğundan" iç ve dış politik riskleri daha da büyüyecek. Ve bu politik riskleri minimize etmek için agresif atakları da muhtemelen artacak. Yani, referandum kampanyasının alt metni, "itaat et, rahat et" sloganı gerçekleşmeyecek. İktidar huzur bulmayacağı için, memleket de rahat edemeyecek: İstikrarsızlığa devam.

Referandum sırasındaki anket ve araştırmalarda çıkan, hatta bazı AKP'li yazarların bile yazmaya cesaret ettikleri "kararsız" veya "ikna olmamış" AKP'li seçmen sandıkta görünmeyi seçmedi. AKP seçmeninin yüzde 10'u kadar ölçülen bu kesimin neredeyse yarısı, bir kısmı gönüllü, bir kısmı kerhen Erdoğan'ın isteğine uydu. Ama büyükşehirlerde henüz sonuç üretmese de "tehlikeli" bir nüve oluştuğu, kimyada da bir bozulma başladığı görülüyor. Oysa "Milli Görüş"ten "yenilikçiler" olarak ayrılan AKP'yi, İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerdeki dinamikler yukarıya taşımıştı.

Muhalefet bloğu açısından da bazı değişenler ve değişmeyenlere temas etmek gerek. Çok açık biçimde, yapay ittifaklar (birlikler) oluşturmadan, herkesin kendi öncelikleri ve meşrebince yaptığı çok sesli bir muhalefetin daha etkili olduğu görülmüş olmasına rağmen, "güçleri birleştirme" akılları verenler değişmiyor. Demokrasi mücadelesinin uzun soluklu olması gerekirken, yine kısa menzil hedef gösterip şimdiden 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimi için aday arayışına başlayanlar yine çıkıyor. Yine de bu tarafta iyi yönde değişen daha çok şey var. Ama henüz değişmeyeceği anlaşılan iktidar taarruzları başlamadı...


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).