YAZARLAR

Yalanın kimyası

İdlib’te yaşanan kimyasal hadisesi gazetecilik yapmak yerine ‘Esad’ın bir suçunu yakalamak üzerine yoğunlaşan’ dünya medyası tarafından duyurulunca, Batı’nın sevilesi kimyasal hassasiyeti yine kabardı.

Bugün ‘Suriye’de neler oldu?’ dizimizin 5. bölümünü yazacaktık ancak İdlib’te kimyasal saldırı iddiası nedeni ile bu yazıda konu ile ilgili iddiaları ele alacağız. Son günlerde yaşananlar ve ele alınış şekli zaten dizimizin bir parçasını oluşturuyor ve bugünün daha iyi anlaşılabilmesi için geçmişten de örnekler vereceğiz.

Suriye-İdlib’te yaşanan kimyasal hadisesi gazetecilik yapmak yerine ‘Esad’ın bir suçunu yakalamak üzerine yoğunlaşan’ dünya medyası tarafından duyurulunca Batı’nın sevilesi kimyasal hassasiyeti yine kabardı.

(Yine Batı imalatı olan) kimyasalın kullanılması vahşice ama Batı’nın konvansiyonel silahları insancıl öldürüyor! Şimdilik bu garabeti bir yana bırakalım.

İdlib, Türkiye sınırında bulunan ve şu sıralarda en az 40 bin silahlı militanı barındıran şehir. Savaş sürecini dikkate alacak olursak en önemli ‘son’ cephe.

Diğer illerdeki operasyon ve çatışmalar sürüyor ama İdlib gerçek savaşın yaşanacağı ve savaşın finalinin yapılacağı şehir. Bu durum daha 2012’de Şam’da dillendiriliyordu.

Suriye ordusu ve müttefikleri yaklaşık 1 aydır İdlib’e yönelik büyük operasyon için hazırlıklarını sürdürüyordu.

Suriye uçaklarının kimyasal deposunu vurmasının ardından başlatılan kampanyanın sebebi bu. Son kale elden gidecek ve vekalet savaşını yürütenler siyaseten kaybettikleri savaşta son darbeyi yiyecekler.

Bu durumda İdlib’te bulunan binlerce militan nereye gidecek? ‘Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez.’ Militanlar da geldikleri gibi geri dönecekler ve en başta darbeyi Türkiye yiyecek.

İdlib’e gösterilen hassasiyet işte bu nedenle. Yoksa çocukların fırınlara atılarak ya da kazanlarda kaynatılarak öldürülmesi, kanibalizm, tecavüzler, yüz binlerin hayatını kaybetmesi Batı’nın ve bölgedeki müttefiklerinin umurunda değil.

İdlib operasyonunu geciktirmek için her yöntemi kullanıyorlar.

İdlib’te olan kimyasal saldırı değil, kimyasal deposunun bir şekilde patlaması ile etrafa kimyasalın saçılmasıdır. Kaldı ki BM bile hava saldırısının olup olmadığı konusunda bilgileri teyit edemediklerini açıkladı. Yani? Kimin yaptığı belli değil (aslında belli!).

Üstelik vurulan depo yerleşim biriminde değil, dışında bir mağaradadır. Ama en kritik soru şudur: Siviller nasıl öldü?

İddialar korkunç. Silahlı çeteler Hama kırsalındaki saldırılarda yakaladıkları sivilleri bu depoların çevresinde canlı kalkan olarak tutuyorlar. Bu depo bir şekilde patladı/patlatıldı ya da bunlar olmadan kurbanlar kimyasala maruz bırakıldı.

Yine bir kritik soru nedense sorulmuyor: Bu kimyasalların silahlı çetelerin elinde ne işi var? Devletlerin böyle bir hakları yok ama silahlı çetelerin var mı?

Bu kimyasallar hangi ülkelerde imal edildi, hangileri tarafından gönderildi ve hangi ülkeler bunların ‘antifiriz olduğunu zannedip’ geçişine izin verdi?

HER ZAMAN AYNI YALAN

Batı’nın sorunu akvaryum içinde, devletlerinin kendilerine sağladığı imkanlar ile yaşayan aptal balık misali vatandaşları değil, asıl sorun Batı’yı yöneten mafya babaları.

Bu babalar artık bıkkınlık veren “insanlık/insanı yardım/sığınmacılar/çocuklar/kadınlar/demokrasi” gibi numaralardan vazgeçmiyor.

Küresel mafyanın en çok kullandığı söylemlerden biri de ‘kimyasal silah kullanımı’ çünkü kimyasal söylemi tüm zamanların en geçerli bahanesi.

Kurşun ile/bomba ile öldürmek değil; ama kimyasal ile öldürmek büyük günah ve Batı her seferinde “işte buna dayanamam” söylemi içinde.

Bu kez de aynı söyleme sarılan Batı, kimyasal meselesini ilk 2012 başlarında dile getirmeye başladı.

Suriye’nin kimyasal konusunun yüksek sesle gündeme getirilmesinden sonraki ilk resmi açıklaması, Temmuz 2012’de yapıldı. Dönemin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cihad Makdisi “Suriye’nin hiçbir şart altında kendi vatandaşlarına karşı kimyasal silah kullanmayacağını, ancak dışarıdan saldırı olması halinde saldırganlara karşı kullanabileceğini” söyledi.

Bu açıklama dünya basını tarafından “Suriye tehdit etti” başlığı ile verildi. Aslında Suriye bu açıklamadan ve kimyasal konusu Batı’da seslendirilmeden önce tüm stratejik silahlarını olduğu gibi kimyasal silahlarını da “güvenli bölgelere” taşımıştı. Çünkü bu silahlar kendisi için de tehlike oluşturuyordu.

Suriye’ye yönelik ilk somut tehdit ise Ağustos 2012’de, ABD Başkanı Barack Obama tarafından yapıldı ve Obama “kimyasal silah kullanımının ‘kırmızı çizgi’ olduğunu ve kullanılması halinde Suriye krizine müdahil olmakla ile ilgili düşüncelerini değiştirebileceğini” söyledi.

Aynı koroya İngiltere ve Fransa da katıldı. Fransa kimyasal kullanımı halinde “sert cevap”vereceğini açıkladı.

Sonrasında İsrail’in “kimyasal silahların aşırı dincilerin eline geçmesi, Hizbullah’a gönderilmesi” kaygılarından başlayan birçok senaryo ile birlikte Suriye yönetiminin kimyasal kullanabileceği konusu sürekli gündemde tutuldu.

Oysa kimyasal kullanımı konusunda asıl tehdit -dünya fırsat kollarken- Suriye yönetimi değil muhaliflerdi.

Nitekim Suriye yönetimi el-Nusra terör örgütü militanlarının Halep’te bir klor fabrikasını ele geçirmesinden sonra kimyasal saldırı yapabilecekleri uyarısında bulundu.

Küresel mafyanın kontrolündeki basın, bu açıklamaya rağmen Suriye yönetimi üzerinde baskı oluşturabilmek amacıyla kimyasal konusunu gündemde tuttu.

Örneğin savaşın medya ayağının lokomotifi el Cezire kanalı, Aralık 2012’de, Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı iddialarını gündeme getirdi. El Cezire’nin “aktivistlere” dayandırdığı bu “haberi” bugüne kadar doğrulanabilmiş değil.

19 Mart 2013’te ise korkulan oldu ve ilk kimyasal saldırısı gerçekleştirildi. Halep - Han el- Asel’de yaklaşık 25 kişi hayatını kaybetti. Dünya medyası aynı gün Şam kırsalındaki Uteybe’de de kimyasal saldırısı yapıldığı haberini geçti.

Han el-Asel’deki kimyasal saldırısı sonrası dünya medyası ve Batı “olağan şüpheli” Suriye yönetimini suçladı. Suriye ise kimyasal başlığın atıldığı Han el-Asel bölgesinin ordunun elinde olduğunu ve bölgede yönetim yandaşlarının yaşadığını dolayısıyla saldırının kendileri tarafından yapılmış olamayacağını anlatmaya çalıştı.

Han el-Asel sonrası yaşananları kısaca özetleyelim:

- Kimyasal kullandığı öne sürülen Suriye yönetimi derhal Birleşmiş Milletler'e başvuruda bulunarak inceleme yapılmasını istedi.

- İngiltere ve Fransa boş durmadı ve Suriye’nin Humus’ta kimyasal kullandığını öne süren ‘muhalifler’ ile birlikte hareket edip BM’den Humus’ta da inceleme yapılmasını istedi.

- Kimyasal için Suriye’nin başvurusu üzerine heyet oluşturan BM diğer illerde de inceleme yapmak isteyince kriz çıktı ve heyet uzun bir süre Kıbrıs’ta bekledi.

- Sonunda BM ile Suriye arasında anlaşma sağlandı ve Suriye yönetimi, 20 BM kimyasal silah uzmanının girişine izin verdi. Yönetim “gerçeklerin ortaya çıkması için” heyet ile tam işbirliği yapacağını açıkladı.

Bu süreç içinde BM yetkililerine Rusya tarafından “Han el-Asel’de muhaliflerin kimyasal kullandığına dair kanıtların” sunulduğunu da ekleyelim.

Yönetimin kimyasal kullandığına dair yalanların Batı tarafından dile getirilmeye devam edildiği aynı süreç içinde Başbakan Erdoğan’ın, Beyaz Saray’da konuyu gündeme getirmesi ve Obama tarafından konunun geçiştirilmesi de ayrı bir komedi olarak tarihe geçti.

Amerikan yönetimi bir yandan kimyasal silahı yönetimin kullandığına dair kendi kendisini ikna için çaba sarf ediyor; ama diğer yandan somut bir gerekçe bulamıyordu. Bugünlerde yine gündemde olan savaş çığırtkanı senatör John McCain ve dönemin Başbakanı Erdoğan aynı noktada buluşmuştu.

2013’te Doğu Guta’da kimyasal kullanılmasına kadar yaşanan başka kimyasal saldırılar da oldu.

1) 19 Mart 2013, Han el-Asel,

2) 24 Mart 2013, Şam-Adra banliyösü

3) 13 Nisan 2013, Halep-Şeyh Maksud mahallesi

4) 29 Nisan 2013, Serakib ve

5) 21 Ağustos 2013, Şam kırsalı (Doğu Guta)

Dünya basını “aktivistlere” dayanarak Suriye yönetiminin Şam kırsalının Doğu Guta bölgesinde kimyasal silah kullandığını iddia etti. “Fırsat bekleyen dünya basını iddianın üzerine atladı” dersek daha doğru olur.

Önemli muhaliflerden Nizar Neyyuf’un deyimiyle “Halepçe’den sonraki en büyük katliam olan” ve yüzlerce kişinin öldürüldüğü Lazkiye katliamına sesini çıkarmayan medya derhal harekete geçti.

İddialara göre Suriye yönetimi kimyasal silah kullanmış, 1300 kadar insan hayatını kaybetmişti.

‘Muhaliflerden’ bu saldırıda 2000 ile 5000 arasında kişinin öldüğünü öne sürenler bile vardı. (Bu sayı Nizar Neyyuf’a göre 750 dolayındaydı)

Bu saldırıdan sonra çeşitli tarihlerde birkaç kez silahlı çeteler tarafından Şam Cobar’da kimyasal saldırılar yapıldı. Ama ölenler Suriye askeriydi ve haber değeri yoktu!

Tüm bu süreçlerde Anadolu Ajansı’nın ve AA’yı kaynak gösteren medyamızın sergilediği utanç verici üstün gazetecilik başarılarını da not etmek lazım.

Konu ile ilgili haberleri geçen Reuters ve AFP dünyayı bir kez daha yanılttılar. İngiliz Daily Mail ise, Uzakdoğu'da BM’nin rutin uygulamalarından birinden alınan bir fotoğrafı da Han Seyhun’dan alt yazısı ile kullandı haberinde. Daily Mail’in okuyucularının bir kısmı Suriyelilerin Filipinlilere benzemediğini bilir elbette ama belli ki gazetenin fotoğraf editörlerinin böyle bir bilgisi yok. (1)

Suriye, 2013’te OPCW anlaşmasına dahil olmuştu ve 2014’ün ilk aylarında tüm kimyasal silahlarını uluslararası gözlemcilerin nezaretinde imha etmişti. İmha bizzat ABD tarafından Akdeniz’deki bir gemide gerçekleştirilmişti.

Kimyasal silahı bir kez daha cepheye sürüldü. Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonunu bitirdiğini açıklamıştı. İnşallah bu gelişmeler sonrası yeni maceralara sürüklenmeyiz. Fırat Kalkanı’nın ani bitirilişi, Tillerson’un gelişi ve son günlerde yapılan açıklamalar bunu düşündürüyor.


(1) http://www.dailymail.co.uk/news/article-4378184/Rebel-held-Syrian-town-chemical-attack-kills-35.html


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.