YAZARLAR

Kültür Şurası’nda TÜSAK ruhu

Kültür Şurası Sonuç Raporu’nda kimsenin itiraz etmeyeceği pek çok şey var. Ama özellikle kültür politikaları anlamında raporun tamamına sirayet eden şey, 2014’te tartıştığımız TÜSAK’tan başkası değil.

Kültür Şurası’nda ne konuşuldu, ne kararlar alındı pek de umurumuz değil. Mart başında düzenlenen, hatta açılışına Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı ve kararların bizzat takipçisi olacağını söylediği Kültür Şurası’ndan söz ediyorum. Şura’nın fazla heyecan uyandırmamasında şaşılacak bir şey yok. Türkiye referandum dolayısıyla yine had safhada politikleşmiş, vereceğimiz oy bir kez daha bir varoluş meselesi haline gelmişken kültür kimin umurunda. Oysa bu işin referandum ile de epey alakası var.

Kimi siyasi yorumculara göre, ‘evet’ çıkması halinde AK Parti iki alanda gerçek dönüşümü başlatacak. Eğitim ve kültür. Yapısal, köklü ve kalıcı dönüşüm arzu eden her siyasi hareketin yapacağı gibi... Gerçi AK Parti’nin en başarısız olduğu alanların da bu ikisi olduğu her fırsatta dile getirilir. Bu tespit, bir miktar gerçeklik payı içeriyor olmalı ki eğitim ve kültür, siyasi gündemden düşmüyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca üç kez toplanmış kültür şurası. Buna rağmen üçüncü şuranın yeterince ilgi çekmemesinde alınan kararların uygulanacağına olan inançsızlık da katkıda bulunmuş olmalı. Bu görüş bizzat hükümeti destekleyen medyada bile dile getirildi. Bir de Şura’da ortaya konan görüşlerin şaşırtıcı ya da radikal bir yanı olmaması da bu sessizlikte etkili oldu galiba.

Kültür Şurası’nda 17 komisyon vardı. Devlete ve topluma tavsiye niteliğinde görüşler içeren ortak raporlarını 14 Mart’ta yayımladılar. Kültür Bakanlığı’nın belirlediği komisyon üyeleri ve başkanları biraz şüphe ile karşılanmıştı. Neticede katılımcılar belirli bir çeşitlilik oluşturmuş gibi görünüyor. Çünkü 37 sayfalık rapor bir yandan AK Parti’nin kültür politikalarıyla uyum içinde hükümler içerirken, bir yandan AK Partili olmayan sanat çevrelerinin yaklaşım ve taleplerinin de görünür olduğu bir metin. Mesela ‘mimarlık’ bölümü başlı başına muhalif bir kentleşme bildirisi gibi… Tabii, neticede tüm hükümler tavsiye niteliği taşıyor ve hangilerinin uygulama alanı bulacağı biraz bürokrasiye daha çok siyasi iradeye bağlı.

Sonuç Raporu’nun girişinde Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın imzasını taşıyan bir ‘Girizgah’ var. Bakan Avcı’nın 'Evrensel değerlere güç vermek için elimizden geleni yapacağız' dediği bu girizgahtan öğreniyoruz ki Şura’nın parolası ‘Dünyanın iyiliği için Türkiye’ sözüymüş. Anlaşılıyor ki Şura’nın Türkiye kültürünün dünyada daha da yaygınlaştırılıp tanıtılması, daha güçlü ve etkili olabilmesi için yaklaşımlar geliştirmek gibi de bir hedefi varmış. Nitekim, bir çok komisyonun bu yönde fikirler geliştirdiğini de görüyoruz. Türkiye kültürünü evrensel kültürün içinde daha iyi bir yere taşıma hedefine kimsenin itirazı olmaz. Ancak kültürü ‘bölgesel ve küresel bir güç’ olma politikalarının enstrümanı olarak ele almanın tartışılacak epey yanı olduğu aşikar.

Kültürel zenginlik sık sık vurgulanıyor ama bu raporda, farklı diller ya da dinlerin varlığından hiç söz edilmiyor bile. Bu kültürleri temsil edenlerin Şura’da yer alamadıkların anlıyoruz. Neticede Türkiye kültürünü Türk ve Müslüman kimliğiyle tanımlayan perspektif ağırlığını koymuş. Türkçenin yaygınlaştırılması Türk edebiyatının daha etkili olması için pek çok yol öneriliyor. Yunus Emre Kültür Merkezleri bu anlamda epey öne çıkıyor. Belli başlı dillerde Türk edebiyatı dergisi yayımlanması, Yunus Emre Divanı’nın belli başlı dillere çevrilmesi, uluslararası Yunus Emre ödülleri, yurtdışında Türk edebiyatı festivalleri ve hatta belli başlı gazetelerde Türk edebiyatı ekleri ve farklı dillerde internet siteleri gibi detaylara kadar iniliyor. Yayıncılık alanında da korsandan dağıtıma ve okuma alışkanlığına kadar tüm sıkıntılar sıralanıyor, kitapçıların sübvanse edilmesi gibi güzel tedbirler de öneriliyor. Ama ne ‘dil ve edebiyat’ ne ‘kütüphanecilik ve yayıncılık’ ne de ‘medya ve kültür’ komisyonlarında özgürlüklerden söz ediliyor. Sanki Türkiye’nin böyle bir meselesi yokmuş, düşünce ve ifade özgürlüğü bu alanların en temel unsuru değilmiş gibi.

Son dönem kültür politikaları bağlamında özellikle AK Partili bürokrat ve siyasetçilerin gündeme getirdiği yaklaşımlar bir kez daha canlanmış görünüyor. Bu yaklaşımı basındaki “Devlet Tiyatroları beş yıl içinde kapatılacak” haberlerinden takip etmiş olabilirsiniz. Ama Şura Raporu’nun tam olarak böyle söylediğinden ben çok da emin değilim. Evet, Sahne Sanatları bölümünde ödenekli tiyatrolar ile özel tiyatroların eşitlenmesinden söz ediliyor. Özeller için de ödeneklilere denk bir destek bütçesi sağlanması, aradaki haksız rekabetin kaldırılması için ödenekli tiyatroların bütçesinin beş yıl süreyle yüzde yirmi azaltılması öneriliyor. Bu süreçte ödenekli tiyatroların ‘sivilleştirilmesi’nden bahsediliyor. Ama öte yandan, birkaç madde sonra da tiyatronun yaygınlaştırılması için Kayseri, Samsun, Hatay ve Gaziantep’te beş yeni DT bölge müdürlüğü açılması gerektiği yazıyor… Hatta ödenekli kurumlar için özerklik talep ediliyor. Aynen şu cümleyle: “Ödenekli tiyatroların; tıpkı özel tiyatrolar gibi daha özgür ve etkin olabilmesi için özerkleşmesi, bürokrasiden kurtulması ve devletin amir konumu yerine hami konumuyla var olması…”

İşin aslı bu bahiste bütün yollar bir kez daha TÜSAK tasarısına çıkıyor. 2014’te çokça tartıştığımız yasa tasarısının ruhu bu Şura’da kendini gösteriyor. Tüm ödenekli ve özel kültür sanat faaliyetlerinin tek bir bağımsız fon aracılığıyla destekleneceği görece ‘liberal’ bir kültürel sistemin adıydı TÜSAK. Bu sanat kurumunun yapısından da bahsediliyor Şura raporunda. Ama Sahne Sanatları bölümünde değil de Müzik bölümünde. Böylesi bir kurulun, sanatçıların ve sivil toplum temsilcilerinin de katılımıyla olması gerektiği bu bölümün ilk maddesi olarak karşımıza çıkıyor… Kültür Ekonomisi bölümünde de devletin kültür ve sanat ürün ve hizmetlerinin satın almasından ve bunu niçin bir fon oluşturulmasından söz ediliyor…

Kültür Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması, ödenekli kurumların yasalarının yenilenmesi, Bakanlık bütçesinin iki katına çıkartılması, yerel yönetimlerin kültüre yönelik popülist yaklaşımlardan vaz geçip desteklerini artırmaları gerektiği gibi hepsi de ilgiye değer pek çok görüşün dile getirildiği raporu okumakta fayda var. Bu işin takibini sadece devlet adamlarına bırakmamak için, okumak şart.

3. Kültür Şurası Sonuç Raporu’nun tam metni için...