YAZARLAR

Beş yıllığına “anahtar teslim ülke” referandumu

Seçmenin yaklaşımı, muhtemelen iktidarın da dikkatini çekiyor. Yüksek yüzdelerden söz edilmez oldu artık. Toplumsal sözleşme niteliğini filan da bir kenara bırakıp, referanduma sunulan sıradan bir düzenlemeymiş gibi yüzde 50+1 le yetinme “kanaatkârlığını” dile getirmeye başladılar.

Karışan-görüşen olmayacak. Yanlışa "yanlış" diyen çıkmayacak. Ama zaten onlar kendilerini -haşa huzurdan- “yanlıştan münezzeh” addeder hale geldiler. Onların yaptığı yanlış değil, karşılarındakilerin hepsi “satılmış, hain, terörist, dış mihrak, düşman, münafık vs. vs. ”

Hafazanallah “evet” çıkarsa ülke dikensiz gül bahçesi olacak, onlara göre ve onlar için tabii, herkes için değil. 7/24 tüm kanallardan oturma odamıza dolarak kendilerine hazırladıkları “dikensiz gül bahçesi paketini” sanki ülkeye vaat edermiş gibi anlatıyorlar. İçte ve dışta tüm sorunlar, 17 Nisan sabahı bitecek. 18 maddesini değiştirdikleri 12 Eylül darbe anayasası, bir anda sihirli değnek olup çıkacak. Anayasa değişiklik paketi değil He-Man kılıcı adeta. Hadi “yerli ve milli” olsun “Tanrının kırbacı Attila ve Marsın kılıcı” diyelim. İlginçtir “tekçi yönetime HAYIR” diyenlere kızarak, seslerin son perdesinden “yalan” derken söylemlerindeki sihirli formülün, “efsanevi” güç takıntısı sergilediğini bile fark etmiyorlar.

Kamu kaynakları kullanılarak açılış vs. adıyla yürütülen “evet” kampanyasının olağanüstü yüksek maliyetle görkemli kılındığını da kimsenin anlamadığını düşünüyorlar. Kendi siyasi tercihleri için “tüyü bitmedik yetimin hakkını, beyt’ü-l mal’i” kullanıyor olmaları seçmeni, tabanı, kendi deyimleriyle “camiayı” rahatsız etmez sanıyorlar. Oysa o şaşaa ancak kendi gözlerini ve kulaklarını “mühürlüyor.” Sadece kendi izanlarını köreltiyor.

Daha önce de yazdığım gibi gözlemlerim, izlenimlerim, seçmenin her şeyin gayet farkında olduğu yönünde. Uzun yıllardır süren siyasal kamplaşma sonucu farklı toplumsal kesimler yekdiğerinin düşüncelerinden hayli habersiz. Bu nedenle yazıyı biraz fazla uzatma pahasına sevgili okurlar, sizlere, dindar kesimin çokça okuduğu yazarlardan küçük bir seçki sunmak istiyorum. Hem referandum ve paket hakkında, hem de tabanın hissiyatı hakkındaki gözlemde yalnız olmadığımı bilmek isteyenler için.

Atilla Aytemur, Referanduma giderken “Hak ve Adalet” başlıklı yazısında, Hak ve Adalet Platformu bildirisine yer yeriyor. “Bildiri, mağduriyetlerin çoğalmaması ve istişareci bir demokrasi adına 'hayır' çağrısıyla son buluyor” değerlendirmesiyle tamamladığı yazısında AK Parti tabanı diyebileceğimiz kesimin referanduma ilişkin hissiyatını da aşağıdaki gözlemleriyle sunmakta:

“Lakin 'evet' demesi beklenenlerin önemli bir bölümü neye 'evet' diyeceklerini bir türlü çözemedi. Savunulan maddelerin öyle her sorunu halledecek, her düşmanı alt edecek bir şey gibi sunulması kafaları iyice karıştırıyor.” … “Önerilen 18 madde arasında memleketi düzlüğe çıkaracak, sorunlara mucizevi bir şekilde çözüm getirecek bir şey göremeyince, yapılan propagandanın ölçüsüzlüğü ve abartısı nedeniyle konuya iyice yabancılaşma hissediyorlar.”

Dikkatinize sunmak istediğim bir diğer alıntı, Gürbüz Özaltınlı’ya ait. Sürecin başından itibaren dikkatle izlediğim pek çok yazısında, anayasa değişiklik paketinin “kabul edilemezliğini” detaylı ve herkes için anlaşılır biçimde kaleme alan yazarlardan: “Bu anayasa Meclis’i de Yargı’yı da seçilmiş başkanın kontrolü altına vermeyi dizayn eden bir metindir. Ve bunu yaparken hiç de ince bir işçilikle, gözden kaçabilecek bir sofistikasyonla yapmamaktadır. Maddeler açık seçik bağırmaktadır: Bu ülkede yasama, yargı ve yürütme seçilmiş başkanın elinde toplanacaktır…”

“Başkan, yasama organının kanun yapma yetkisine de ortak kılındı. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri getirildi. Bu yetki şimdi, 'Anayasa’ya ve yasalara aykırı olamaz; yasayla düzenlenen bir konuda ve insan hak ve özgürlükleri kapsamında kararname çıkartılamaz' denilerek önemsizleştirilmeye çalışılıyor. Oysa kanun gücünde kararname çıkartmak yetkisi -özellikle parti başkanı olarak parlamento çoğunluğunu şekillendirme iradesine sahip bir başkanlık sisteminde- olağanüstü bir yetkidir. Muhalefeti iyice etkisizleştirecek denetimsiz bir yasama aracına dönüştürülmeye çok müsaittir.”

“Başkan bütün bürokrasiye hiçbir denetim ve onay mekanizması olmaksızın dilediği her atamayı yapma yetkisine sahip kılınıyor. 'Kişilikli parlamento'ya, yapılan atamaları resmî gazeteden izlemek işi kalıyor.”

Referandum sürecinde hayır kampanyası yürütenleri handiyse "dinden çıkmış" sayan, bana ve muhtemelen birçoklarına “hayır diyorsan çıkar o başörtüyü” hezeyanlarıyla saldıran din istismarcıları var bir de. Hayrettin Karaman ise onları ıslah(?) edercesine “dindar hayırcılara” bir nevi “azınlık statüsü” tanıyarak yaşama hakkı sunmuştu. Sağ olsun. Bu bağlamda en güzel cevaplardan biri İbrahim Kiras’dan geldi. “… din alimlerinin görevi benimsedikleri siyasi görüşe dini dayanak bulmak değil, hurma ağaçlarının aşılanması konusunda fikrini soran ashabına 'dünya işlerini siz benden daha iyi bilirsiniz' cevabını veren İslam Peygamberinin yolunu izlemek olmalıdır.”

Tanımmış ve çok okunan gazete ve kalemlerin bazılarından aldığım seçkiyle seçmenin yaklaşımı, muhtemelen iktidarın da dikkatini çekiyor. Yüksek yüzdelerden söz edilmez oldu artık. Toplumsal sözleşme niteliğini filan da bir kenara bırakıp, referanduma sunulan sıradan bir düzenlemeymiş gibi yüzde 50+1 le yetinme “kanaatkârlığını” dile getirmeye başladılar. Bir mahallenin adını değiştirmek için yetecek oranın, anayasa için de yeterli bulunması, referandum sonrası için işaret. Kabul de ret de içinde yaşadığımız kaotik ortamı değiştirecek gibi görünmüyor.

"Yüzde 50+1 evet bize yeter" derken, yüzde 50+1 “hayır” çıkınca yetineceklerinin işaretini de vermiyorlar. İç savaş, terör, bölünme gibi eski korku senaryolarını tekrarlayıp, silahlı fotolarla toplumu sindirme gayretindeler. Bu arada yeri gelmişken belirteyim, Avrupa ülkelerinde görülen Erdoğan’a yöneltilmiş tabancalı afişlerle terör örgütleri de, onlara müsamaha gösteren ülkeler de aynı şekilde korku(!) salarak “evet” için çalışıyor. Tüm zihnimle karşı olduğum bu pakete "hayır" demeye devam ederken Sn. Cumhurbaşkanımıza yönelik böyle bir terör tehdidi karşısında da tüm kalbimle yanında olduğumu belirtmeliyim. Eminim herkes de böyle hissediyordur. Umarım "hayır" diyenlere de evet diyenlere de tehditkâr afiş ve fotoların olumsuz etkisi olmaz. Siyasete silahın gölgesi düşmez, umarım.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.