YAZARLAR

İklim değişikliği ekonomik bir fırsat mı?

2016 dünyada en sıcak yıl, Türkiye’de en sıcak dördüncü yıl olarak yaşandı. Dünya sanayileşme öncesine göre 1°C, Türkiye ise 1971-2000 yılı ortalamasına göre 1,3°C daha sıcak yaşadı... İklim değişikliği bir fırsat değil, bir risk alanı ve bu riskler artarak gerçekleşiyor.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), yeni bulgular içeren raporunu geçen hafta açıkladı. Rapor enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılması ile ekonomik olarak sağlayacağı faydaları, istihdam artışındaki olumlu rolünü, milli geliri artırmadaki payına dair çeşitli veriler ortaya koyuyor.

İklim değişikliğine karşı çözümlerin gerekliliği ve faydası yıllarca ekonomik parametreler ile açıklanmaya çalışıldı. Ancak gelinen nokta geçmişten çok daha kötü. 1987’de atmosferde güvenli sınır olan milyonda 350 parçacığı geçtik. O zamandan bu yana her yıl yoğunluk teker teker artarken son zamanlarda ikişer ikişer artmaya başladı. Artış öyle bir hızlandı ki 2015 ve 2016’da üçer üçer artmaya başladı. 12 Mart haftası Hawai’de Mauna Loa üssünde ortalama 407,06 parçacık ölçüldü.

Bu esnada, 3 sivil örgüt Yükseliş ve Çöküş 2017: Küresel Kömürlü Termik Santral Kapasitesi Takip ve İzleme adlı rapor yayınlandı. Rapor özellikle inşaatı başlayan proje sayısında yüzde 62’lik bir düşüş olduğunu ortaya koyuyor. Kömür santralleri sayısındaki artış hızının yavaşlaması kulağımıza hoş gelse de mesele aslında hiç de öyle değil. Sonuçta iklim değişikliğini belirleyen şey ne kadar çok kömür yaktığınız ve bu nedenle o kömürü yakan santrallerdeki artış. Örneğin son bir yılda yeni 50 bin MW kömür santrali eklenmiş ve kurulu güç 1 milyon 964 bin MW’a çıkmış. Eğer bir bardak dolu ise ona ne kadar çok su koyarsanız hepsi dışına dökülecektir. Eğer bugün dünyanın karbon tutma kapasitesini mevut santraller ile doldurmuş iseniz ve her yıl iki, şimdilerde üç ppm (milyonda parçacık) taşırıyorsanız, o yenilerle üç ppm’den daha fazla taşıracaksınız demektir.

BARDAK ŞİMDİ DAHA KÜÇÜK

Bundan sonra yapılan her termik santral bardağın taşması, yani iklim değişikliğine giden yolun çok daha hızlanması demek. Doğanın bugün tutabileceği bir kapasite var. Bu kapasiteyi aştığı için biz bu artışı yaşıyoruz. Diğer yandan bu kapasiteyi karşılayamadığı için doğa buzulları kaybediyor, iklim olaylarından dolayı ormanlar kuruyor ve kapasite düşüyor. Bu durumda yakılan her kömür, doğalgaz ve petrol bardağın dışını dökülen bir su demek.

Kaldı ki güvenli sınır 350 ve yüksek riskli 450 limiti arasındayız, rahatız diye durum yok. 450 ppm’e yaklaştıkça risk daha fazla artıyor ama bu gidişle 450’ye bile 10-15 yılımız kaldı. O da 450 gerçekten o nokta diye düşünürsek doğru.

Asıl sorun bu yeni projelerin önümüzdeki 10-15 yılı belirleyecek olması ve bugünü ise 10-15 yıl önceki projelerin belirliyor olması. İklim sistemindeki bu gecikmeyi anladığımızda, bugünün kapasitesinin değil, geçmişin kapasitesinin daha belirleyici olduğunu, bugünün kapasitesini ise bu işin kreması olarak kabul edebileceğimizi göreceğiz.

Yıllardır meseleyi ekonomi, fırsat, büyüme, kalkınma gibi kavramlarla açıklamaya çalışıyoruz. Bu aslında işe yaramıyor. Bu argümanlar ilk kullanıldığında iklimin değişme hızı bugünden çok daha yavaş idi. Hâlâ düşük karbon çözümleri daha ekonomik, büyümeye engel olmayan, kalkınmacı yanı olan şeyler olarak dillendiriliyor. Öyle olsa bile hiç bir işe yaramadığı gayet ortada.

SORUN EKONOMİ Mİ?

Sorun zaten ekonomi olsaydı Karapınar güneş ihalesinde fotovoltaik fabrikası kurma dahil kilowatsaati 6,99 cent olan güneş elektriği varken 12,35 cent olan nükleer iptal edilirdi. Kim 2 kat pahalı ve patlayan nükleer elektriği almak ister?

Sorun ekonomi olsaydı, linyit santrallerine piyasanın üstünde fiyat veren özelleştirmeler özelleştirmeler yapılmazdı. Hem pahalı hem kirli bir yakıtın desteklenmesi hiç akıl kârı değil. Yetmezmiş gibi Çayırhan B özelleştirmesinde devlet tam 6,04 cent alım garantisi verdi. Şili’nin güneş elektriğine verdiğinin 2 katını, Türkiye’nin toptan piyasa fiyatının neredeyse %50 pahalısını biz ödüyoruz.

Sorun ekonomi olsaydı, yüz yıllık geçmişine rağmen halen kömür santrali türbini için yurt dışına para veren, o kötü madenlerde ancak 50 bin işçiyi çalıştıran Türkiye, Bangladeş’e bakar ve güneş panellerini kendi ülkesinden alır, daha çok istihdam sağlardı.

Sorun bir anlamda ekonomi aslında. Çünkü fosil yakıt ekonomisi bir kara para ekonomisidir. Hem ekonominin karasıdır hem de kömürün karasıdır.

ONLARIN SÖYLEMİ, BİZİM SÖYLEMİMİZ

Burada sorun o bazı ekonomistlerin ve o bazı mühendislerin o politikacılara özel bilgi üretmesi ve o bilgiler üstüne kurulu düzenin her şeyi o saf, temiz ekonomi ve onun dertleri olarak göstermesi. Onlara göre yalancı bir ucuzluk, yalancı bir istihdam tartışması ve gerçekte bu yatırımlar üstünden ciddi bir sermaye transferi söz konusu.

Eğer biz ajandamızda ısrarcı olsaydık, politikacılar ve onlara bilgi üretenler, tam bir yıl önce son kömür santralini kapatan İskoçya, güneş ile enerji istihdamını birleştiren Bangladeş, ağaç kesmeyi yasaklayan Arnavutluk hakkında konuşurdu. Ancak kapitalizm fırsatlar üstüne kurulu. O yüzden sizden hep pozitif şeyler anlatmanızı, nasıl kâr edeceğinizi ortaya koymanızı isterler, sorun istemezler. Ama gerçekler her zaman pozitif değildir ve iklim değişikliği ise fırsat değil risktir, tehlikedir. Bunu siz anlatmazsanız, fırsatın peşinde koşarsanız, artan riski, bu risklerin nasıl artık gerçek olduğunu anlatamazsınız.

2016’da o riskler gerçek olmaya devam etti, aşırı iklim olayları ülke için bir şey daha ortaya koydu.

2016: AŞIRI İKLİM OLAYLARI YILI

2016’nın dünyada ölçülmüş en sıcak yıl olduğunu çeşitli kurumlar açıkladı. Türkiye’de ise Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) sayfasında, bağlı olduğu bakanın bile dile getirmeyeceği veriler ortaya çıktı. Türkiye’ye dair veriler “Çok açık bir şekilde dünya elden gidiyor, bir imza ver, yeter!” gibisinden bir şey söylemiyor. Mesela çok daha âlâsını ortaya koyuyor. 14,5°C ile 2016 yılının ülke genelinde en sıcak dördüncü yıl olarak kayıtlara geçtiğini söylüyor. Daha da kötüsü bu sıcaklığın 1971-2000 yılı ortalaması olan 13,2°C’ye göre tam 1,3°C daha yüksek olduğu anlamına geliyor! Yani sanayileşme öncesine göre 1°C daha sıcak yaşanan dünyada 2016’da ülkemiz 30-40 yıl öncesine göre 1,3°C daha sıcak! Yani ne otoyol yapmaya, ne kömür santrali yapmaya ne de başka bir iklim düşmanı politika için zaman yok!

AŞIRI İKLİM OLAYLARINDA REKOR ARTIŞ

Asıl ilginç olan nokta, aşırı iklim olaylarının sıcaklık gibi kalıcı hale gelmesi. 2010 yılı, Türkiye’de ölçülmüş en sıcak yıl olarak kayıtlara geçmiş ve 1971-2000 yılı ortalamasından 2,3°C daha sıcak yaşanmıştı. O yıl tam 555 aşırı iklim olayı yaşandı. Bunun neredeyse yarısı fırtına ve son yıllarda görmeye başladığımız hortumlardan oluşurken, 156’sı su baskını olarak gerçekleşti.

2016 yılında 2010’a göre aşırı iklim olayları sayısı %50 arttı ve kentlerin sık sık su altında kaldığı 2015’teki olaylardan sonra, en çok aşırı hava olayı yaşanan ikinci yıl oldu. 752 aşırı iklim olayı yaşanan 2016 yılında 341 fırtına ve hortum, 144 su baskını yaşandı. Tabii bu felaketler bir fırsat olmadığı için ekonomistler ve politikacılar tarafından dillendirilmedi ve dillendirilmeyecek.

AŞIRI OLAYLAR KALICILAŞIYOR MU?

Sıcaklık artışı ve aşırı iklim olaylarındaki artışın yanında, yeni bir durum ile karşı karşıyayız. MGM’nin verilerinde bile artık bu olayların sıklığı ve şiddetinde kalıcı bir durum olmaya başladığını, Türkiye’ye özel emarelerin olduğunu görüyoruz. Örneğin Demokrat Parti'nin hüküm sürdüğü 1950-59 döneminde yılda 63 aşırı iklim olayı yaşanırken, 12 Eylül darbe sonrası 1980 ve işçi sınıfının sokaklarda olduğu 1989 arası ortalama 113 iklim olayı yaşanıyordu. Koalisyonları görmeye başladığımız 1990-1999 döneminde ise 67 aşırı iklim olayı yaşanıyordu. Son 2010-2016 döneminin ele alırsak, bu 7 yılın ortama aşırı iklim olayı sayısı tam 584.

GRAFik Grafik 1- Aşırı iklim olayları dönemsel ortalaması ve 2010 ile 2016 yılları olay sayısı

2016 dünyada en sıcak yıl, Türkiye’de en sıcak dördüncü yıl olarak yaşandı. Dünya sanayileşme öncesine göre 1°C, Türkiye ise 1971-2000 yılı ortalamasına göre 1,3°C daha sıcak yaşadı. Bunu bazı ekonomistler anlatmayacak. Ekonomistler 2016’da Türkiye’de yaşanan 752 aşırı iklim olayına değil, aslında bu işten nasıl para kazanılabileceğine bakacaklar. Politikacılar ise buradan konuşmaya devam edecekler.

Ne sorun ne de çözüm tam olarak ekonomi ile ilgili. İklim değişikliği bir fırsat değil, bir risk alanı ve bu riskler artarak gerçekleşiyor. Yaşadığımız felaketleri, önümüzdeki riskleri görmediğimiz, konuşmadığımız sürece, ekonominin fırsatlar söylemine teslim olduğumuz sürece bu resim değişmeyecek.


Önder Algedik Kimdir?

Proje yöneticisi, enerji ve iklim uzmanı. Çeşitli sektörlerde proje yöneticiliği yaptıktan sonra son yıllarda iklim değişikliği ve enerji alanında uzman olarak çalışmaktadır. İklim, Enerji, Çevre Sorunları Araştırma Derneği başkanı olup 350ankara.org iklim aktivist grubunun kurucularındandır. Raporlarına ve arşivine http://www.onderalgedik.com/ adresinden ulaşılabilir.