YAZARLAR

Arredamento star mimarlar üretti

Arredamento Mimarlık 300'üncü sayısını çıkardı. Dergi, SALT Galata'da sergilendi.

Arredamento Mimarlık Türkiye’nin en uzun süreli ve en etkili mimarlık dergilerinden biri. 300’üncü sayısında yayıncısını değiştiren Arredamento’yu tekrar gündeme almak amacıyla 300 Sayı / 27 Yıl / 1 Dergi / Arredamento sergisi 26 Ocak -12 Mart tarihleri arasında Salt Galata'da gerçekleştirildi. Biz de bu vesileyle derginin yayın koordinatörü ve mimarlık tarihçisi Uğur Tanyeli’yle uzun bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşimizin bu ilk bölümünde Arredamento dergisini ve Türkiye’nin değişen mimarlık kültürünü konuştuk.

Arredamento ile ilişkiniz nasıl başladı?

Benden önce Ömer Madra birkaç sayı çıkarmış. Ancak o zamanlar yayınlanan Güneş gazetesinin Pazar ekini çıkarmak için davet gelince bırakmış. Sonrasında da yayıncı bu dergiyi kim yürütecek mimar2diye birilerini aramış. O zaman İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeydim, odama telefon edildi ve teklif geldi. Daha önce dergi edite etmiş birisi olmadığımdan biraz tereddütlüydüm. Gittim ve bir ucundan işe başladım. Galiba yedinci sayısında girdim Arredamento’ya. Sürekli olacağını doğrusu hiç düşünmemiştim. Uzun bir macera oldu açıkçası. Bir anlamda da Arredamento benim adımla özdeşleşen bir dergi haline geldi. 27 yıl süren küçük bir macera oldu.

İlk başta mimarlık dergisi değildi. Mimarlık dergisine nasıl dönüşümü nasıl oldu?

Başlangıçta dekorasyon dergisiydi. Benden sonra giderek dergi mimarlık dergisine dönüştü. Ancak adını 100. sayısında Arredamento Mimarlık yaptık.

Sergi projesi nasıl gelişti?

300. sayıya geldikten sonra derginin yayıncısı değişti. İlk 300 sayıyı çıkaran Boyut Yayın Grubu’ydu ve artık çıkarmak istemediğini iletti. Binat İletişim ve Danışmanlık, 'biz bunu yapabiliriz' dedi ve 300'üncü sayıdan sonrasını onlar çıkarmaya başladılar. Bu değişim olduğu sırada da dergiyi gündeme taşıyacak bir sergi fikri Bülent Erkmen’in aklına geldi ve benimle paylaştı. Benim de aklıma yattı bu durum. Bu konuda Vasıf Kortun’dan da destek aldık. Bülent sergiyi SALT’ın üstlenip üstlenemeyeceği meselesini gündeme taşıdı. Ve sergi böylece adım adım biçimlendi. Projeyi akıl eden kişi benim dersem yalan olur. Küratör olarak ben gözüküyorum ama fikir babası Bülent Erkmen’dir.

Bir derginin sergisi nasıl olur? Burada nasıl bir küratörlük gerçekleştirdiniz?

Sergi iki parçadan oluşuyor. Birinci parçası neredeyse derginin kendisinin bir tür özeti, seyir defteridir. Her sayının kapağıyla temsil edildiği, sayının içeriğinin, başlıklarının yer aldığı ve onlara paralel olarak da üstte döneme dair genel gelişmelerin konuşma balonları şeklinde aktarıldığı bir bölüm var.

İkinci parçası ise; derginin içeriğine ilişkin kantitatif denebilecek değerlendirmeleri içeren grafiklerden oluşuyor. Bugüne kadar dergide yayınlaşmış konuların hangi alanlarda ağırlıkta olduğunu, reklamların hangi konularda olduğunu, reklamların sayısının zaman içerisinde nasıl değiştiği, reklamların zaman içerisinde değişen sayısıyla ülkenin gayrisafi milli hasılasının zaman içerisinde nasıl seyir izlediğini, benim yazdığım başyazıların içerisinde geçen anahtar sözcüklerin zaman içinde hangi sıklıkta değişim gösterdiğini vs. anlatan grafikler bunlar.

Bir dergi bağlamında dünyada da yapıldığını pek duymadığım, serginin en ilginç tarafıdır bence bu bölüm. Dergi üzerine kantitatif görsel değerlendirmeler genellikle yapılmaz. Bizim sergideyse yazarların kadın erkek oranını bile görebilirsiniz. Sonuç, neredeyse yüzde elli yüzde elli çıktı. Türkiye için şaşırtıcı olduğunu söyleyebilirim.

Basın toplantısında dergiyi kutsamaktan kaçındığınızı söylemiştiniz. Niçin kutsamadan uzak durmayı düşündünüz? Bu düşünce sergide nasıl görselleşti?

Genellikle Türkiye'de biraz uzun ömürlü bir dergi yaptıysanız içine ne koyduğunuzdan bağımsız olarak değerli görünür. İçine çöp bile koysanız 27 yıl çıkarıyorsanız aferin denmeye layık gibi gözükür. Bu bence anlamlı bir durum değil. Uzun süre çıkarmak marifet değil, anlamlı bir içerikle çıkmak marifet. O yüzden anlamsız, içeriksiz bir kutsallaştırma yapmaktan kaçınmanın temel mesele olduğunu düşünmüştüm daha başlangıçta. Hatta derginin kapaklarının üstünde yer alan güncel gelişmelerle ilgili baloncuklara bakalım. Baloncukları biraz daha fazla matrak geçen bir içerikle yapmayı düşündüğümü hatırlıyorum.

Zaman içerisinde biraz daha resmiyete dönüştüler, ama içeriklerinde hala hafif bir dalga geçme vardır. O sarkastik dili özellikle ürettim. Çünkü dergi yayımlayarak marifet yapmıyoruz, olağan bir iş yapıyoruz. Dünyanın bir yerinde bir mimarlık dergisi çıkarıyoruz diye övgülere boğulmamız gerekmiyor. Kendi pozisyonumuzu Türkiye’nin değişim seyri içinde dalga geçerek anlatmanın anlamlı olduğunu düşünmüştüm.

Ben de tam buna gelecektim. Mimarlık tartışmalarının başladığı bir dönemde dergiyi çıkarmaya başladınız. Sizce dergi bu süreci nasıl ele aldı? Nasıl bir pozisyon aldı?

Çok rahatça söyleyebilirim ki derginin pozisyonu liberal bir pozisyondur. O dönem sadece Mimarlar Odası'nın dergisi vardı, seksen darbesinden sonra oda kapatıldığı için dergisi de kapatılmıştı. Çıktığı zaman da Oda dergisi olmanın getirdiği bir asık suratlılık, bir resmiyeti vardı. O dönemde Arredamento liberal bir pozisyon aldı. Dünyada da mimarlık bağlamında önemli bir değişimin ortaya çıktığı bir dönemdir. Sözgelimi postmodernizm ortaya çıkıyordu mimarlıkta. Dergi Türkiye'de büyük ölçüde "establishment" diyebileceğimiz bir mimar kesiminden epey muhafazakar eleştiriler aldı o zaman.

Ancak dergi bu muhafazakar eleştirilerin karşısında hep özgürlükçü bir pozisyon sergiledi. Değişimleri anlamaya çalıştı. O dönemde yeni gündeme gelen mimar adları vardı. Onlarla ilgilendi. Aynı zamanda eski mimarların Türkiye gündemine güçlü bir biçimde taşınmasını da sağladı. Çok ağırlıklı biçimde içeriği Türkiye sahnesinden beslendi. Ancak, asıl önemlisi, o dönemde dergi dünyayla buluşma platformu oldu. 70’li yıllarda Türkiye çok içe dönük bir ülkeydi. Dünyadaki tartışmalarda hem yer tutmuyordu, hem de dünyadaki tartışmalarla ilgilenmiyordu. Dergi dünyadaki tartışma başlıklarını anlamaya çalıştı, tartıştı. Türkiye'de üretilip üretilemeyeceğini anlamaya çalıştı. Türkiye’de genç kuşaktan pek çok kişinin yazı kariyeri Arredamento'da başlamıştır. Hala gençlere açık olma düşüncesinin devam ettiğini görürüz.

Gençlerle ilişki kurmak derginin en büyük marifeti oldu diye düşünebilirim. Sadece beşeri olan gençlik değil mimari tavır olarak da. Diğer bir yaklaşımını, örnek tanıtımı yapmama kararını derginin ilk evresinden itibaren okuyabilirsiniz. Sadece dünyada şu binalar yapıldı, Türkiye'de şöyle örnekler ortaya koyuldu denilen bir dergi değildir Arredamento. Genellikle bunların kuramsal açıklamalarına yer vermek isteyen, olup bitenlerin arka planını metinlerle açıklamak isteyen bir dergidir. Erken dönemlerden itibaren temel özelliğini bu oluşturur. Bunu da kimlik politikası oluşturması bağlamında önemserim.

Kapak tasarımlarına gelelim. En başından beri Arredamento kapaklarının önemli bir yeri oldu. Ve en başından beri Bülent Erkmen tasarlıyor. Dünyada başka örneği var mıdır bir tasarımcının 27 yıl aynı derginin kapağını tasarlamasının?

Önceden hesaplanmış bir şey değildi. Derginin genel grafik tasarımını Bülent Erkmen, Ömer Madra'yla birlikte tasarlamıştı. Başladığımda Bülent Erkmen'le başladım ve üç yüz sayıdır devam ediyoruz. İçeriğin grafik tasarım "master"ı da yine Bülent Erkmen'in, BEK'in tasarımıdır. Tasarımsal kimlik BEK tarafından tasarlandı ve 300'üncü sayıdan sonrasında da devam ediyor. Dünyada bir benzeri var mı bu açıdan diyorsanız, muhtemelen bir benzeri yok. Çünkü üç yüz sayıyı aşkın bir süre tek bir tasarımcı tarafından kapakları yapılan dergi duymadım. Dergi içeriğinden bağımsız grafiği olabilen bir şey değildir. Dergi kapak tasarımıyla ve içeriğiyle de bir bütün oluşturur. Kapaklar da organik bir parça kuşkusuz.

mimarlık1 .

80'lerden bu yana önemli bir dönüşüme tanıklık etti bu dergi. Hem Türkiye büyük bir dönüşümden geçti, hem de mimarlık alanı. Mimarlık hiç olmadığı kadar gündemimize girdi bu süreçte. Bu dönüşüm açısından bakarsak, dergi nelerle karşılaştı?

Gerçekten de Türkiye uzun zaman mimarlardan başka kimsenin mimarlığı tartışmadığı bir ülkeydi. 70'lerde, 80'lerde sadece mimar camiasında dönerdi konuşmalar. Gazetelerde mimarlıkla ilgili haberler bulunmuyordu. Sokaklar mimar adı bilmeyen, mimar deyince sadece Mimar Sinan'ın varlığından haberdar olan insanlarla doluydu.

Entelektüeller bile konuşamazdı. Dönüşüm Arredamento'nun ömrüyle örtüşür. 80’lerin sonundan itibaren Türkiye’de mimarlık kamuya mal oldu. Ondan önce mimarlık sokaktaki insanın, mimar olmayanın konuştuğu bir şey değildi. Askeri yönetim kısıtlamasının ortadan kalktığı dönemde mimarlık özel bir ilgi çekmeye başladı. Zaten ekonomik anlamda da Türkiye'nin dünyaya açılmaya başladığı eşiğin aynı eşik olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye mimarlığın kamusallaşması konusunda çok gecikmiş durumdaydı.

Mimarlığın kabaca 18'inci yüzyılda kamusallaşmaya başladığını söyleyebiliriz. İlk mimarlık dergileri Almanya'da 18'inci yüzyıl içinde doğarlar. Türkiye'de ilk mimarlık dergisi 1930 yılında Arkitekt dergisi olarak çıktı. Bu da uzun bir zaman kaybı. 200 yıllık bir fark var. Bu da, yavaş bir şekilde kamusallaşmaya geçildiğini ifade eder. Şaşırtıcı bir durum da değil. Mimarlığın kendi özgül medyaları olması, toplum genelinde bilinir bir pratik haline gelişi Türkiye'de epey gecikmiş bir süreç. Arredamento tam da bunun önemli kırılma noktalarından birinin yaşandığı zamana isabet etti diyebilirim.

Türkiye bir taraftan zaten değişiyordu, Arredamento bunun değişim ayaklarından biri oldu. Arredamento tek başına üretmedi tabii ki, ama çok önemli bir unsur oldu mimarlığın kamusallaşması konusunda. O dönemde hiçbir derginin oynamadığı kadar önemli bir rol aldı. Doksanları aştıktan sonra zaten eşik aşılmıştı, mimarlık konuşulabilirlik düzlemine zaten gelmişti. Erken evrede neredeyse tek başına bunun temsilciğini yaptı.

Siz görevi ilk devraldığınızda bunu öngördünüz mü? Önemli değişimlere gebe ve bu alanda bir şeyler yapalım düşüncesi var mıydı?

O dönemde farkına varılmaya başlanmış bir meseleydi. En azından ben mimarlık bağlamında kendi kabuğuna çekilmiş bir ülke olarak devam etmeyeceğimizi kestirebiliyordum. Tabi ki tek ben değil. Türkiye’nin dışa dönük olmama durumunun çok problemli olduğunu, Türkiye'nin kapasitesinin ötesinde suskun durduğunu, dünyaya da bir şeyler söyleyebilecek durumda olduğunu düşünmeye artık başlamıştık. Arredamento onun için hemen elde hazır bir mecra oldu. Dolayısıyla ben yapmaya başladığım noktadan başlayarak bu güzergaha açılmak mümkün oldu. Sözgelimi Yapı Dergisi'ne de o zamanlar katkıda bulunuyordum ama asla bu rolü oynamadı.

Bir derginin var olması o rolleri oynanabileceği anlamına gelmiyor. Dönem de uygundu. Uygun insanlar, uygun zaman, uygun mecra birbirlerine isabet ettiler. Kuşkusuz, bunlar tümüyle tek bir insanın elinde olan şeyler değildi, rastlantılar da vardı.

80'lerin ortasına kadar mimarlık tartışmaları kamusallaşmadı diyorsunuz. Ancak Cumhuriyet'ten bu yana kamusal binalar özelinde mimarlık kültürü var. Burada bir mimarlık tartışması yaşanmadı mı?

Kabaca şöyle söyleyeyim. 19'uncu yüzyılda başlayarak 1980’lere kadarki aralıkta, bir gazetede şu bina açıldı, mimarının da adı şuydu diye bir haber bulamazsınız. Haber şöyle olur genelde: "Kadıköy Adliye Binası'nın açılışı yapıldı." Binayı kimin yaptığının asla adı geçmez. Bayındırlık Bakanlığı’nın kendi dergisi içinde devletin kendi yaptırdığı binalar, imar planları, projelerle ilgili haberler vardır. Bu dergide hiçbir mimarın adı geçmez. Sanki bunları mimarlar yapmıyor, hepsini devlet yapıyor. Mimarın adını zikretmekten tuhaf biçimde kaçınma hali vardı. Oda’nın mimarlık dergisi uzun bir aralıkta bir mimarın eserlerini topluca tanıtan başlıkta yayın yapmadı.

Sözgelimi bir şahsın bir mimara ısmarladığı evi tanıtmadı. O mimarın reklamı olur diye konuşuluyordu 1970'li yıllarda. Şimdi mimarlık yayını yapacaksınız ama mimarları görmezden geleceksiniz. Mimarlığın konuşulmasını isteyeceksiniz ama mimarları konuşmayacaksınız. Bu gülünç bir şey. Bugünün dünyasında 18'inci yüzyıldan itibaren bunu yapamazsınız. Tasarımın gökten yağmadığını hepimiz biliyoruz. İyi yapar ya da kötü yapar, ama birisi yapar. Ama bu özneyi görmeme hali Türkiye'de çok yaygın bir pratikti. Ve ancak dediğim gibi aşılışı 80'lerin ikinci yarısında başlar. Arredamento bu bağlamda çok mu önemli bir rol oynadı? Evet. Aşağılayıcı bir şey olarak görmesin kimse, star üretim mekanizması olarak da çalıştı.

Medya modern dünyada star üretir zaten. Medyanın başlıca görevi de budur, şaşılacak bir durum yok. Mimarlık ortamının sansasyonel başlıklarını starlar oluştur. Mimarlıkta böyle bir mekanizma Türkiye'de çalışmaya Arredamento ile başladı. Şimdilerde star kavramı dünya genelinde epey aşağılanan bir kavram haline geldi hiç kuşkusuz. Haklı tarafları da bir oranda var, ama starı tahrip etmek istiyorsanız önce star inşa edeceksiniz. Hiç inşa etmeden starı tahrip etmek isteyenler aslında mimarlığı tahrip ederler. Bir dönemde Arredamento star-mimar imalatını bilinçli olarak yaptı mı? Evet yaptı. Kötü mü oldu? Hayır olmadı, abartılı da olmadı.

Türkiye'de mimar adlarının duyulabilmesi için özel bir çaba gerekiyordu. Çünkü toplum gerçekten de buna yeni alışmaya başlamıştı. Dergi biraz itekledi bu eğilimi.