YAZARLAR

Bu sefer insanlar ölmedi ama siyasette insanlıktan eser yok

Depremden sonra hayatta kalanların konuşmaya ne çok ihtiyacı var. Başka insanların onların derdini dinlemesine ihtiyaçları var.

Güzelim Ayvacık ilçesi iki gündür deprem haberiyle ekranlarımızın, evlerimizin konuğu. Sekiz yaralımıza, tedavisi halen devam eden üç kişiye şifalar diliyorum.

13 köyümüz etkilendi. Yaklaşık 300 ev hasar gördü, Geçimini hayvancılıkla sağlayan bu köylerde ağıllar yıkılıp çok sayıda hayvan telef oldu.

Deprem fırtınası diyor uzmanlar. Haftalardır küçük sarsıntılar yaşadıklarını söylüyor, halktan mikrofonlara konuşanlar. Yıkıma yol açan 5.3 büyüklüğündeki sarsıntıdan önceki saatlerde de giderek artan büyüklükte çok sayıda deprem hissedilmiş. Sabah saatlerinde gerçekleşen yıkımdan sonra da öğle saatlerinde aynı büyüklükteki ikinci deprem, ilk sarsıntıda hasar gören kimi evlerin de yıkılmasına yol açmış. İki gündür 400 civarında sarsıntı yaşanmış. Kolay değil iki günde dört yüz kere yüreği ağzına gelmiş insanların.

Peki, köylerine yanlarına gelenler acılarını, korkularını paylaşanlar kimler? Basın mensuplarını görüyoruz orada. Muhabirleri, kameramanlarıyla gazeteciler, sadece bize haber iletmekle kalmıyor. Canlı yayında gördüklerimizden anlıyoruz ki duygudaşlık da onların işi.

Allah’a şükür bu depremde ölüm acısı yaşamadık. Ancak hayatta kalmakla iş bitmiyor. Böyle bir afet anında hayatta kalmakla başlıyor asıl dertler. Sığınmak, barınmak, yiyip içmek gibi temel ihtiyaçların yanı sıra canın yongasını gözetmeye geliyor iş. Hele Ayvacık köylerinde olduğu gibi canın yongası da başka canlar, canlılar olduğunda endişenin büyüklüğünü yine haberlerde görüyoruz. Kurtulanların çocuklarını yaşlılarını emniyete aldıktan sonra hemen ağıllarına koşup hayvanlarını kurtarmaya çalıştığını görüyor, anlatılanlardan öğreniyoruz.

Temel ihtiyaçların karşılanması için görevli kurumların çalıştığını da görerek rahatlıyorum, ekran karşısında. Ancak sormadan da duramıyorum mevsim şartları gözetilerek, çadırların kurulduğu ilk anda neden ısınma ihtiyacı karşılanmaz? Neden çadırlarla birlikte değil de ilk günü soğukta geçirdikten sonra ertesi gün gönderilir sobalar?

Yer sarsıntıları gibi siyasi sarsıntıları da eksik olmayan ülkenin ikisine de hazırlıklı olması beklenir. Normal şartlarda beklenir. Tedbirli, temkinli insanlar, hazırlıklı kurumlar, ilgili ve itinalı demeçler beklenir. Normal ülke, normal toplum olmadığımızı (inatla) öğrenemeyenlerden biri olarak ben da iki gündür bekliyorum. Görmedim, duymadım yazık ki grup toplantılarında bile. Kim bilir belki basına yansıyan kısımlarında yoktu. Umarım sadece ben gözden kaçırmışımdır.

İki gündür siyasi yetkililerden sadece Ayvacık Belediye Başkanı Mehmet Ünal Şahin görünüyor. İlçe merkezinde göçmenler için daha doğrusu geri kabul anlaşması uygulanırsa gelecek olan göçmenler için yapılmış, iyi şartlara sahip misafirhaneye depremzedelerin yerleştirilmek istendiğini söylüyor. Ancak sadece hamile ve çocuklu kadınların bu misafirhaneye geldiğini, çoğunluğun köylerinde enkazın yanında kalmayı tercih ettiğini söylüyor. Kuru, duygularını yansıtmayan bir ses tonuyla konuşsa da köylülerin yanında, yakınında olan tek yetkili.

Devlet, devlet yetkilileri ne alemde diyerek Çanakkale valisini görmeye çalışıyorum haberlerde. Yazılı açıklama yapmış valilik. İhtiyaçların karşılanması yetermiş gibi, çalışmalara ilişkin yazılı bilgi vermiş, devlet olarak. Köprü, hastane her türlü açılış törenine sürü sepet giden siyasiler, partililer görünmüyor. Hangi bakanların gittiğini anlamaya çalışırken milletvekillerini dahi görememekten mustarip oldum. Yakında referandum için evet ya da hayır istemeye giderler ama şimdi yoklar.

Oysa depremden sonra hayatta kalanların konuşmaya ne çok ihtiyacı var. Başka insanların onların derdini dinlemesine ihtiyaçları var. Depremin küçüğü büyüğü çok da fark etmeksizin ayağının altında yerin kaydığını hissetmenin yaşattığı duyguyu çoğumuz biliriz. Hele Ayvacık depremindeki gibi yerin sadece 2-5 km derinliğinde gerçekleşen kırığın sesi bile gitmez kulaklardan. O an yaşadıklarını anlatmak, korkularını paylaşmak, ihtiyaçlarını, sıkıntılarını açıklamak deprem korkusunu geçirmenin tek yolu. Travma böyle atlatılır ancak.

Depreme dayanıklı binalarmış, deprem anındaki doğru davranışlarmış, yok efendim başka nerelere etkilenirmiş gibi sorular ve uzman görüşleri bugünlerin işi değil. Bu tür sözler ancak depremzedeleri bir kere daha yaralar. Bu uzman görüşleri depremden sonra değil depremden önce dile gelmeli. Afetsiz zamanlarda hazırlanmalı binalar, tedbirler.

Afetin ardından yapılacak tek şey hayatta kalanların duygularını önemsemek. Sadece büyük yıkımlarda değil sadece ölümlü acılarda değil her türlü afet ve kazada kurtulanları önemsemek ve dinlemek onları en gerekli şey. İnsanca sarılmak dokunmak sağaltıcı böyle afetlerde…

Görünen o ki bu da gazeteciler düşüyor. Bir canlı bağlantıda yaşanan artçı sarsıntının şokunu atlatması için konuğuna samimiyetle sarılıp onu teskin etmeye çalışan muhabir gibi…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.