
Bu bir veda yazısı değildir!
Kurtuluş son duraktaki Kafe Star’da buluşmuştuk.
Projeyi anlatmıştı sakin sakin.
Doğru konumlanmış, hazırlıkları aylardır süren bir projeydi.
Adı “Gazete Duvar” olacaktı.
Bu günün moda sorusuyla “Ben varım, sen de var mısın?” diyordu sonuçta.
“Varım” dedim.
Hazırlıklar sürüyordu harıl harıl.
Yeni yazarlar, yeni editörler katılıyordu.
Bir yayın yönetmeni olarak düşündüklerinin büyük bölümünü uygulamaya koyuyordu Ali Topuz. Aldığı sonuçtan memnundu.
2016’nın Temmuz sonuna doğru yayında olacaktı gazeteduvar.com.
Yeni haber sitesinin yayın tarihi yaklaşıyordu. Bir kaçamak yapıp, 15 Temmuz sabahı bir grup arkadaşla Seferihisar’dan tekneyle Yunanistan’ın Samos Adası’na gitmiştik.
Günün geç saatlerinde Türkiye’den gelen kanlı bir darbe haberiyle sarsıldık.
Artık gözümüz kulağımız Türkiye’deydi.
Yunanlı dostlar “Geri dönmeyin, burada kalın” diye ısrar ediyorlardı.
Biz dönüp dönmeyeceğimizi kestirmeye çalışıyorduk.
Samos gezimizi bir hafta planlamıştık. Ama artık iş geziden çıkmış “Türkiye’yi yurtdışından izleme” günlerine dönmüştü.
Türkiye hızla Olağanüstü Hal’e gidiyordu. Bu şartlarda bağımsız ve objektif yayıncılık yapmayı düşünen Gazete Duvar gibi bir haber sitesi yayına sokulabilecek miydi?
Ali Topuz’u aradım. “Planladığımız gibi çalışmalarımızı sürdüreceğiz. 8 Ağustos’ta yayındayız” dedi.
Gerçekten büyük cesaretti OHAL koşullarında, “gerçek”ten başka kimseden yana olmayacak bir haber sitesinin yayınına başlamak.
Samos’tan Yunanlı dostlarımızın gözyaşları arasında ayrılıp “darbeli ülke”ye geri döndük.
Sırada Gazete Duvar’ın doğumuna tanık olacağımız bir süreç vardı.
Beklenenin çok üzerinde bir ilgiyle karşılandı Gazete Duvar.
Kısa sürede konulan hedeflere ulaştı, hatta aştı.
Ali Topuz’un insana iyi gelen güleryüzlü enerjisiyle çalışmak büyük keyifti. Genç editör arkadaşların yaratıcı çabaları izlemeye değerdi.
Hiç patron gibi durmayan “patronlar” Vedat Zencir ve Ömer Araz’ı çok kısa sürede arkadaşlar, dostlar hanesine yazmak ayrı bir değerdi.
Gazete Duvar kısa sürede Türkiye insanlarının haber, yorum ve analiz ihtiyacını önemli ölçüde karşılayan kaynak listesinin en üst sıralarına adını yazdırdı.
Böyle bir süreçte hem yazar olarak hem de hala 20’li yaşlardaki bir muhabir duygusuyla olayların peşine düşmek 41 yıllık meslek hayatımın en verimli dönemlerinden birini yaşamama neden oldu.
Bir hafta süren “Yasakların 1. Yılında Sur’dan Cizre’ye” başlıklı yazı dizim özellikle internet gazeteciliği açısından önemli bir deneyimdi.
Hele bu yazı dizisinin Musa Anter Onur Ödülü’ne değer görülmesi, bir gazeteci için ulaşılması güç gurur kaynağıydı.
Bu aynı zamanda yayın hayatına başladıktan sonra Gazete Duvar’ın aldığı ilk ödüldü. Böyle bir ödüle vesile olmak da benim için ayrı bir gurur verici olaydı.
Bütün bunları neden mi yazdım?
Çünkü yeni ve kapsamlı bir yayın projesini hayata geçirmek için, uzun yıllar çeşitli mecralarda birlikte çalıştığım sevgili Ali Topuz dostumdan beni affetmesini istedim.
Altı ay boyunca her Salı ve Cuma günleri, tek bir kere bile aksatmadan Gazete Duvar’da yazdım. Zaman zaman, yazacak haber oldukça da günlü günsüz karşınıza çıktım.
Gazete Duvar’da gazeteciliğin gazetecilik olduğu zamanların keyfini aldım.
Beni Gazete Duvar çalışmasına katarak bu keyfi yaşamama vesile olan sevgili Ali Topuz’a, Vedat Zencir ve Ömer Araz’a, tüm çalışma arkadaşlarıma ayrıca teşekkür ederim.
“Patronlar”ıyla tüm çalışan arkadaşlarımla, Gazete Duvar’ın tüm okurlarıyla daha yıllarca aynı yollarda, aynı kulvarda, aynı gerçeğin peşinde birlikte koşacağımızı bilmenin mutluluğu içindeyim.
Bu yüzden bu bir veda yazısı değildir.
Özgür bir medya, demokratik bir Türkiye için hepimizin yolu açık olsun.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Kaybedeceğini anlayan zorbaların telaşı içindeler
Başbakan Yıldırım'dan Bahçeli'ye, yandaş medya kalemşörlerinden AKP'den kadrolu 'uzman' TV yorumcularına kadar bütün bir 'Evet' bloku yarın 'kandırıldık' diye ayağa kalkarsa sakın şaşırmayın. Çünkü hepsi 'Başkanlık değil, Cumhurbaşkanlığı sistemi' diyordu. Sonunda Erdoğan baklayı ağzından çıkardı; 'Başkanlık geliyor'. Ancak AKP'liler referandumda 'Hayır'ların daha yüksek çıkacağı kaygısını yaşıyor. 'Evet' cephesinde kaybetme paniği giderek artıyor.
Bu referandumda da yine 'Kürt Mehmet' nöbette!
Referandumda 'Evet' diyeceklerin tümü, 'Hayır' diyeceklerin çok büyük bölümü tercihlerini Kürtler üzerinden gerekçelendiriyor. Bu durum bile Türkiye'de siyasetin de, sistemin de 'Kürt sorunu' üzerinden kilitlendiğini gösteriyor. Sanki yapılan bir anayasa değişikliği oylaması değil de 'Kürt referandumu'.
'Hayır'cılar Gezici, 'Evet'ciler çadır yakan zabıta!
Hiçbir siyasi partinin önderliği olmadan kişiler, gruplar, sivil toplum örgütleri 'Hayır' kampanyasını büyük bir enerjiyle, mizah unsurları barındıran kliplerle, şarkılarla, videolarla, sloganlarla başlattı. 'Evet'cilerin dayanağı ise 'devlet desteği'. Hatta AKP iktidarı 'Evet' için canlı bombayla, suikastla tehdit etme noktasına vardırıyor işi. 'Evet'çiler kaba, içi boş sloganları aşamıyor. Bir yanda Gezi'nin 'orantısız zeka'sı, diğer yanda Gezi'de çadır yakan zabıtaların gabiliği ve hoyratlığı var.
Senin 'milli iraden' düdüklü tencereyle başkanlığı ayırt edemez
Sırf akademisyen Gülmen'in yaşadıkları bile bu şartlar altında Türkiye'de bir anayasa referandumu yapılamayacağını gösteriyor. Yüzlerce yayının kapatıldığı, 150'ye yakın gazetecinin cezaevinde olduğu bu ülkede 'Hayır' demek neredeyse 'terör suçu' sayılacak. Devletin bütün olanakları 'Evet' için seferber edilecek. Hele bir de 'Evet' yüzde 50'yi geçerse 'yaşasın milli irade' diye göbek atacaklar. Elbette bu tek yanlı propagandayla hoşafa dönene 'milli irade' denirse.
AKP medyasının Yakup Cemil'leri birbirlerini vurmaya başladı
İttihat ve Terakki'nin tetikçisi Yakup Cemil bütün muhalifleri teker teker öldürüyordu. Sonunda silahını "patronu" Enver Paşa'ya çevirince idam edildi. Medyada da AKP'nin çok Yakup Cemil'i var. Ancak gelinen aşamada tetikçiler birbirlerini vurmaya başladılar.
'Kendinden olmayanı yok etme rejimi' geliyor
Türkiye içeride Olağanüstü Hal, sınırlarının ötesinde savaş koşullarında rejim değişikliğine yol açacak bir anayasa düzenlemesine gidiyor. Büyük bir toplumsal mutabakatla yapılması gereken değişikler, çok büyük toplumsal çatışmalar ve baskı ortamında hayata geçiriliyor.
Türk tipi başkanlık böyleyse Türkler de az faşist değilmiş!
TBMM'ye getirilen Anayasa değişikliğiyle birlikte ortaya çıkacak yeni rejimin 'Türk tipi' diye adlandırılmasına itirazlar var. Ne ABD ne Latin Amerika tipi. Meğer bu yönetim biçimi 'Afrika tipi'ne daha yakınmış. Yani daha kestirme bir deyişle, getirilmek istenen 'kabile tipi'ymiş.
AKP'ye rağmen bu karanlık darbenin sırları ortaya çıkacak!
AKP, 15 Temmuz'daki 'kontrollü' darbenin öncesiyle sonrasıyla karanlıkta kalmasını istiyor. Bu yüzden TBMM'de kurulan Darbe Araştırma Komisyonu'nu çalıştırmadılar. Darbeye ilişkin hiçbir sorunun yanıtlanmasına izin vermediler. Birgün bu darbe gerçekleri mutlaka ortaya çıkacak ve Türkiye insanlarına ne kadar büyük bir oyun oynandığı aydınlığa kavuşacak.
Gazetesi 'paçavra' olan yazara gazete yırtmak kolay gelir
Demirtaş'a çok kızmışlardı miting meydanında yandaş gazetelerin birinci sayfalarını teker teker gösterip yere attığı için. Hatta "psikolojisi bozulmuş" bile demişlerdi. Şimdi aynı yandaş gazetenin yazarı, yandaş bir televizyon ekranında Cumhuriyet'i yırtıp atıyor 'Ahlaksız", "Şerefsiz" diye diye.
Keşke Noel Baba'nın kafasına silah dayasalardı!
Bu ülkede Kürt siyasetçilerin, muhaliflerin, yandaş ya da yanaşma gazeteci olmayanların Noel Baba'nın kafasına silah dayayan vandallar kadar özgürlüğü yok. Muhalif siyasetçiler, gazeteciler olmadık gerekçelerle gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Şu günlerde yaşadığımız süreç hukuk tarihinin kara sayfalarına yazılacak örneklerle dolu.
Ayağını denk almayan siyasetçinin sonu hüsrandır
Beş gazeteci gözaltındayken Başbakan Yardımcısı gazetecilerin 'ayaklarını denk almasını' istiyor. Ardından dün de Ahmet Şık gözaltına alınıyor. Tarihte 'ayaklarını denk almayan' gazetecilerin onurlu öyküleri çok vardır. 'Ayağını denk almayan' siyasetçilerin de uğradığı büyük hüsranlar yazılıdır tarihte.
Artık bu memlekette gazeteci yok, terörist 'algı ekibi' var!
Son gözaltına alınanlarla birlikte içerideki gazeteci sayısı 150'yi aşıyor, 200'e doğru tırmanıyor. Yandaş medyaya göre son gözaltına alınan altı kişi gazeteci değil, 'algı ekibi'. Halkın gerçekleri öğrenmesinden korkuyorlar. Bu yüzden sosyal medyaya erişimi kısıtlıyorlar. Son altı ayın her bir gününde 55 sosyal medya kullanıcısı savcılığa verilmiş, her gün 23 sosyal medya kullanıcısı gözaltına alınmış ve son altı ayda ortalama günde dokuz kişi tutuklanmış. Bunlar da yandaş medyaya göre 'klavye teröristi'.
Türkiye'de her şey olabilirsiniz ama El Nusracı olamazsınız!
Havuz medyası büyükelçi suikastındaki tetikçi polisin FETÖ'cü olduğunu kanıtlamak, El Nusra'yı gizlemek için kırk takla atıyor. Bu nedenle de ortaya 'Tam Aziz Nesin'lik' durumlar çıkıyor. Hele havuz medyasının aklıyla diplomasi yapmaya kalkınca kimse yemiyor elbette. Bunlar ABD ve Rusya; 'evde zor tutulan yüzde 50' değil ki...
OHAL'de bir avukattan 'intikam alma' operasyonu
İnsan hakları savunucusu Avukat Tugay Bek, İçişleri Bakanı'nın 'intikam' demesinden hemen sonra çoğu HDP'li 20 kişiyle Adana'da gözaltına alındı. Hakkında 'isimsiz' bir ihbar vardı. Bir hafta 20 metrekarelik hücrede, hiçbir soru sorulmadan 16 kişiyle birlikte kaldı. Ters kelepçe takıldı, darp edildi. Bir hafta sonra çıktığı mahkemece serbest bırakıldı.
Türkiye'ye bir 'milli utanç seferberliği' gerekiyor
Hitler faşizminden kaçıp Türkiye'ye sığınan, çok sayıda bilim insanını Nazilerden kaçıran Ord. Prof. Dr. Schwartz'ın oluşturduğu girişim dünyada 'yaşamı tehlike altında olan' 46 akademisyeni kurtaracak. Listenin başında 21 bilim insanıyla Türkiye var. Artık bu ülkenin gündeminde iktidar sahiplerinin dediği gibi 'terör örgütlerine karşı milli seferberlik' değil, bir 'milli utanç seferberliği' olmalı.
Dolmabahçe'den Dolmabahçe'ye: Bu tablo AKP'nin eseridir
28 Şubat 2015'te AKP'li bakanlarla HDP Heyeti 'Dolmabahçe Mutabakatı'nı okuyordu Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde. 10 Aralık 2016'da ise Dolmabahçe'de 44 insanımızı yitirdik lanet bombalarla. Dolmabahçe'den Dolmabahçe'ye 651 gündür zoraki bir 'Başkanlık yolculuğu'ndaydık.
Biten tulumbadaki su değil; barış, özgürlük ve demokrasi
Eğer 'tulumbadaki su bitti'yse ne tulumbanın ne de suyun suçu var. Aslında tulumba hukuksuzluktan, söz ve ifade özgürlüğünün yokluğundan kurudu. Can ve mal güvenliği de tehdit altında. Anlaşılan tarihin bu döneminde, bu ülkede 'yanlış tulumbacı' iş başında!
'Türkiye saati'yle Kuzey Kıbrıs'ın sorunlarını çözmek zor!
'Dört Bir Yandan Kıbrıs' toplantısı için gittiğimiz Lefkoşa'da 'sabahın köründe' yaşanan ölümlü bir trafik kazası nedeniyle KKTC Hükümeti'ne gösterilen büyük bir tepkinin ortasına düştük. Çünkü insanlar kazanın sorumlusu olarak Türkiye'yle birlikte kış saatine geçmeyen, hükümeti görüyorlardı.
Yarın insanların yüzüne nasıl bakacaksınız!
Çeşit çeşit gazeteci var. Kimi 'zift havuzu' medyasına balıklama atladı, gazetecilikten tetikçiliğe evrildi. Kimi yandaş medyada direkt tetikçi olarak doğdu. Kimi de patronu biat etmiş eski merkez medyada şişle kebap arasında tercih yapma çabasında.
Bütün zulümlerin sonu bir utanç müzesi olacak
Saddam döneminin 'Amna Süraka'sı yani 'Kızıl Emniyet'i Kürtlere yapılan zulmün merkezi, soykırımın son durağıyken şimdi 'utanç müzesi' olarak bir döneme tanıklık ediyor. Saddam'ın Bölge Emniyet Müdürlüğü olarak yaptırdığı Federe Kürdistan Bölgesi'nin Süleymaniye kentindeki binanın her köşesi ayrı bir işkence, bambaşka bir zulüm için tasarlanmış 'kötülük mimarisi' anıtı sanki. Aynı zamanda zalimlerin kulaklarına küpe olacak kadar da öğretici bir mekan...
Değil Şangay Beşlisi, artık Şinanay 25'lisi de kesmez!
Büyük bir akıl tutulması çemberinden geçiyor Türkiye. Şangay Beşlisi'ne yöneliyor, Rusya ve İran destekli Suriye, El Bab yakınlarında TSK mevzilerini bombalıyor. Aynı gün AP müzakereleri dondurma kararı alıyor ezici bir çoğunlukla. Uluslararası ilişkilerde hüsran yaşanırken ülke içinde gerilim her geçen gün tırmanıyor. Kürt sorunu çıkmazda, gazeteciler mahkeme kapılarında kuyrukta. OHAL sadece iç barışı değil, ekonomiyi de tehdit ediyor. Dolar her gün kendi rekorunu kırıyor.
Avrupa'daki Türkiye kabusu: Sokağa taşan AKP lobisi!
Avrupa kentlerinde Noel hazırlıkları başlamış. Her yer ışıl ışıl. Soğuğa rağmen insanlar sokaklarda. 'Noel çarşıları'nda alışveriş yapıyor, müzik dinliyor, sıcak şarap içiyor. Ama buralarda bile konu Türkiye olunca herkesin üzerine bir kabus çöküyor.
Bizim de günümüz gelecek; inanmazsanız Ahmet Türk'e sorun!
1980'lerin başında kanlı Diyarbakır zindanlarındaydı Ahmet Türk. 1980'lerin sonunda yine aynı yerdeydi ama bu kez milletvekili seçilmesine ramak kala tahliye edildi. 1990'larda dokunulmazlığı kaldırılan DEP milletvekillerinden biri olarak yine cezaevindeydi. Son olarak da Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı seçilmişti. Şimdi de görevden alındı.
Cumhuriyet'ten FETÖ'cü çıkartmanın incelikleri!
Cumhuriyet gazetesinin 10 yazar ve yöneticisinin tutuklanmasına yol açan soruşturmada yaratılmak istenen algı için bazı gerçeklerin üzerinden nasıl atlandığına dair bir örnek...
AKP'nin bitmeyen oyunu: 'Terörist' olma sırası yine CHP'de
İktidar 'terörist' damgası vuracaklarını sıraya koymuş. Önce HDP, sonra Cumhuriyet Gazetesi, ardından da CHP... 2016'nın Mayıs-Haziran ayında sahneye koydu bu oyunu. Ancak 15 Temmuz darbe girişimi kesintiye uğrattı. Şimdi aynı oyun yine sahnede. Önce HDP'liler tutuklandı, ardından Cumhuriyetciler. Sonra da Parti Meclisi'nin bildirisi üzerinden CHP 'terör sevici" ilan edildi. Bu bir işaret fişeğidir, CHP'ye operasyon başlamıştır.
Cumhuriyet'e kurulan kurt kapanı AKP-'ulusolcu' ortak yapımı
Cumhuriyet'e yapılan FETÖ/PKK operasyonunda Adalet Bakanı Bozdağ'ın 'var' dediği deliller ağırlıklı olarak gazete kupürü çıktı. Cumhuriyet yazar ve yöneticileri gözaltına alındıktan günler sonra bile yeni deliller bulmak için ifadeler alınmış. Sorulara bakılacak olursa buradan ancak 'gazete kupürlerinden iddianame' çıkar. Ancak bu kupürlere 'ulusolcular'ın katkısı da yabana atılacak gibi değil.
Öküz altında terörist aramanın dayanılmaz hafifliği
Cumhuriyet'in yazarları ve yöneticileri hakkında başlatılan soruşturma giderek gülünemeyecek kadar absürt bir komediye dönüşüyor. Eskiden böyle durumlara "öküz altında buzağı aramak" denirdi. Şimdi durum "öküzün altında 'terörist' arama" aşamasına gelmiş.
Bir kabusla yatılıp başka bir kabusla kalkılan ülke
Önceki geceyi Gültan Kışanak ve Fırat Anlı'nın tutuklanmaları kabusuyla bitirip dün sabaha Cumhuriyet'in yazarlarına ve yöneticilerine yapılan operasyonla uyandık. Devlet Kürtlere "değil barış, sana internet bile yok" derken, CHP'nin de içinde olduğu diğer muhaliflere AKP, Cumhuriyet Gazetesi üzerinden sopa sallıyordu.
Cumhurbaşkanının yanından PKK'ye giden yol gittikçe kısalıyor
2009'da Dersim'e giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le kucaklaşan, elini öpmeye çalışan Ortaokul öğrencisi Uğurcan Koç bu görüntüden altı yıl sonra dağa çıktı. Eline silah almasından bir yıl sonra, önceki gün Dersim kırsalında öldürülen 13 PKK'liden biri de 21 yaşındaki Uğurcan'dı.
Musul tamam ama Şırnak da Misak-ı Milli'ye dahil!
Şırnak'ta sokağa çıkma yasağı 224 gündür sürüyor. Binlerce Şırnaklı sekiz aydır kentin çevresinde kurduğu derme çatma çadırlarda yaşıyordu. Dün bu çadırlar yıkılmaya başlandı. Musul'da atılan her mermiden haberimiz olacak ama Şırnak'ta insanların yaşadığı dramını bilemeyeceğiz.
Erdoğan'ın Musul'una Saddam'ın Kuveyt'i benzetmesi
Bölgede siyasilerden gazetecilere herkes Musul sorununun çözümüne yönelik çok fazla umut taşımıyor. Hakim olan duygu büyük bir belirsizlik. Irak Başbakanı İbadi'nin 'Türkiye iç sorunlarını dışarıya taşımak için Saddam'ın politikasını benimsemiştir' sözlerinin ne anlama geldiğini sorunca Süleymaniye'de herkes aynı yanıtı veriyor; 'Kuveyt'in işgali!'
İmkansız çözüm: Musul'da ya toprak değişecek, ya da halk!
Musul'daki savaşa birkaç yüz kilometre uzaklıktaki Irak Kürdistan'ının Süleymaniye kentinde yaşayanlar ekonomik ve siyasi krize ek olarak dünden itibaren bir de Musul savaşıyla yatıp kalkmaya başladılar. Bölgenin etkin gazetecilerinden Abdullah, Musul'daki krizin derinliğini anlatmak için çözümün ancak ya toprağın ya da halkın değişmesinde olduğunu söylüyor.
Mültecilere yardım ediyordu şimdi mülteci oldu
Öğretmenliğe ve sendikal mücadeleye başladıktan sonra hakkında peş peşe davalar açılmış Sakine Esen Yılmaz'ın. Öğretmenlikten atılmış, mahkumiyet üstüne mahkumiyet almış. Şu anda Almanya'da bir mülteci kampında Senegalli ve Suriyeli iki kadınla aynı odada aynı kaderi paylaşıyor. Belki de onlar, Türkiye'deki kamplarda yardım ettiği mülteci kadınlarda biri.
Dünya, Türkiye'deki basın özgürlüğünü de kıskanıyor!
Macaristan'da parlamento binasının önündeki "Özgür Ülke, Özgür Medya" pankartıyla Diyarbakır'da Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti'ne asılan "Özgür Basın, Özgür Toplum" pankartı ilk bakışta birbirine çok benzese de aslında bambaşka dünyaların sorunlarını anlatıyor.
OHAL'de can güvenliğiniz de, pasaportunuz da tehlikede!
Elinizde iptal kararının kaldırıldığına dair kapı gibi mahkeme kararı da olsa, pasaport kontrol noktasında durdurulup götürüldüğünüz karakolda pasaportunuza el konabilir. Getirildiği her duruşmada can güvenliği tehlikeye giren tutuklu gazeteci Kızılkaya gibi çıkarıldığınız mahkemede 'adalet talebi'nden önce can güvenliğinizin sağlanmasını istemek zorunda kalabilirsiniz.
Yerli ve milli OHAL: Fransız gibi başlanır, Türk gibi sürdürülür
Fransa'nın bir yıllık OHAL'de yaptığı gözaltı, tutuklama sayısını Türkiye üç aydan kısa bir sürede en az 5-10 bine katladı. Fransa'da tek bir TV kanalı, gazete, radyo kapatılmadı. Türkiye'de 'darbeye karşı' başlayan 'yerli ve milli' olağanüstü hâl, 'demokrasiye karşı' tüm hızıyla sürüyor.
Kürtlere barış; Kolombiya kadar yakın, Türkiye kadar uzak
Diyarbakır'da bir yuvarlak masanın etrafında Kolombiya devletiyle FARC gerillalarının imzalamak üzere olduğu barış anlaşmasını tartışıyoruz. Dışarıdan savaş uçaklarının sesleri, bölgeden operasyon, çatışma, gözaltı, tutuklama haberleri geliyor.
Mahkemeden, gözaltından, cezaevinden artan zamanda gazetecilik yapılır!
Gazeteciler uzun süredir; 'Haber Nöbeti'nde, 'Özgürlük Nöbeti'nde, 'Adalet Nöbeti'nde, 'Genel Yayın Yönetmenliği Nöbeti'nde. 15 Temmuz'dan sonra AKP'liler de 'Demokrasi Nöbeti'ne çıktı. Meğer, yakaladıkları demokrasi dışarı çıkmasın diy gardiyan olarak nöbetteymişler.
'Kürtler yoktur' cumhuriyetinden 'Kürt olmak suçtur' devletine!...
Yakılıp yıkılan Kürt kentleri, yaşamını yitiren yüzlerce insan, dokunulmazlıkları kaldırılan Kürt milletvekilleri; kayyum atanan Kürt belediyeleri, görevden alınan ve çok büyük bölümü Kürt olan eğitim emekçileri, gelecekte daha da ağırlaşacak toplumsal çatışmanın vahim habercisi.
Öcalan'ın mesajıyla ortaya çıkan gerçekler!
Uzun bir aradan sonra Öcalan'ın İmralı'dan gönderdiği mesaj ve ardından yapılan tartışmalar müzakere masasını kimin devirdiğinden, 'çözüm süreci'ne ilişkin AKP'nin HDP ile yaptığı ortak yasa hazırlıklarına kadar pek çok konuya ışık tutuyor.
AKP'nin 'Yeni 12 Eylül'ü ya da Diyarbakır'da bir sabah...
Ülke genelinde yaşanan OHAL, Diyarbakır'da 'sivil sıkıyönetim' kıvamında yaşanıyor. Zaten herkes hemfikir; 'Yeni Türkiye' diye yola çıkan AKP iktidarı, başarısız askeri darbeyi bir sivil darbeye çevirerek ülkeyi 'Yeni 12 Eylül'e getirdi.
Türkiye'nin artık 81 kenti yok; Şırnak'ı düşün!
Şırnak'ta nüfusun yüzde 90'ı göçmüş, binaların yüzde 70'e yakını yıkılmış ya da yıkılıyor. Cudi ve Gabar dağlarının eteklerinde altı aydır çadırlarda yaşayan Şırnaklılara şu anda evleri, sokakları, kentleri yasak. Yasak kalkınca da geriye yaşayabilecekleri bir kentleri kalmayacak gibi görünüyor.
Cizreli Miray bebek ilk yasakta doğdu, son yasakta öldürüldü
Cizre'de beş kez ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında devlete göre hiç sivil ölümü olmamış. TİHV'e göre öldürülen sivillerin sayısı en az 192. Cizre'de yaşamını yitiren 57 kişi de dört ayrı kimsesizler mezarlığında toprağa verilmiş.
Cizre'nin çığlığını kimse duymadı
Sur'dan, Nusaybin'den sonra, geçen bir yıllık çatışmalı süreçte en büyük acılardan birini yaşayan Cizre'deyiz. Kimsenin yüzü gülmüyor. Ama koptuğu yerden yeniden yaşama bağlamakta direniyorlar inatla.
Katliamdan kurtulup teslim olanları 'konu mankeni' yaptılar!
Dünyanın ilk üniversitesinin, ilk yatılı kız okulunun kurulduğu, beyaz gülleriyle ünlü Nusaybin bugün iyileştirilmesi güç bir yara almış. Onca acıdan sonra kentte gözaltılar, tutuklamalar ve avukatların ifadesiyle 'hukuk cinayetleri' sürüyor.
Nusaybin'de 'utanç duvarları' var!
Sur'dan Nusaybin'e geçiyoruz. Bölgenin her yanından acı fışkırıyor. Canlarını yitirmiş Nusaybinliler. 40-50 bin kişinin yaşadığı altı mahalle iki aydır tel örgülerle çevrili. Girmek yasak. Evlerini de, eşyalarını da yitirmişler. Tel örgülere yüzlerini dayayıp arkasında kalan evlerinin yıkılıp yıkılmadığına bakıyorlar büyük bir korkuyla.
14 yaşındaki Cihat üç kez toprağa verildi!
Sur'dan Şırnak'a doğru başlıyor yolculuğumuz. İlk durağımız Diyarbakır'ın kalbi Sur. Ölümlerden, yıkımlardan ağır yara almış bu kadim kent. 'Hendekleri kapatalım' derken insanların yüreklerinde daha derin hendekler açılmış.
'Kanımız Dicle'ye aktı, Basra'da Fırat'la buluştu'
2015'in Ağustos'unda Kürt kentlerinde başlayan sokağa çıkma yasakları, operasyonlar, çatışmalar birinci yılını doldurdu. Geriye; kan banyosunda yıkanan, kentleri yıkılmış, acılı insanları evsiz kalmış bir Türkiye kaldı. Şimdi bir yolculuğa çıkacağız sizinle. Sur'dan Nusaybin'e, Cizre'den Şırnak'a doğru. Yiten canlardan, yıkılan kentlerden arta kalan o acı tortunun, derin yaranın izlerini süreceğiz.
'Yurtta Kürtlerle savaş, cihanda Kürtlerle savaş' tam gaz sürüyor!
Kürtler Suriye'de bir yandan El Nusra, diğer yandan IŞİD çeteleriyle savaşırken Türkiye'den de üzerlerine bomba yağmaya başlayınca 16 Şubat 2016 tarihli yazımın başlığını 'Yurtta Kürtlerle Savaş, Cihanda Kürtlerle Savaş' diye atmıştım. Son Cerablus operasyonu bölgede yaşayan Kürtlerle Devlet arasında yeni bir kopuşa neden oluyor.
'Bu AKP hokkabazları yarın IŞİD de bizi kandırdı der!'
KCK'nın deklarasyonu bir heyacan dalgası yaratmıştı Diyarbakır'da. Ancak bu umut kıpırtısı IŞİD katliamıyla yerini yeni sorulara bıraktı. Buralarda AKP'nin "terör kokteyli" farklı biçimde yapılıyor; "AKP, FETÖ, IŞİD"
Gerçek ortaya çıkmazsa bu karanlık herkesi kör eder!
İçinden geçtiğimiz karanlık tünelde gerçekleri aydınlatmak isteyen özgür medyanın kapısına kilit vuruluyor. Sorular gündeme geldikçe, bu ülkede karanlık daha da artıyor.
Dink cinayeti zanlısı nasıl Cizre Emniyet Müdürü yapıldı!
Bu ülkede yaşananları tek başına "Ergenekon" ya da "FETÖ" ile açıklamak zor. Bütün bu yapıları kullanan daha "derin" bir organizasyonla karşı karşıyayız sanki.
Hendekler kapandıkça çocuklar öldürüldü
Yedi yıl arayla işlenen iki cinayetin davası aynı gün Cizre'de ve İstanbul'da görüldü. İki cinayet arasındaki ilginç bağlantı Türkiye'nin sürüklendiği karanlığa ilişkin soru işaretlerini çoğaltıyor.
Eksik kalan darbeyi AKP tamamlıyor
Askeri darbe başarılı olsaydı büyük bir 'cadı avı' başlayacak, binlerce kişi tutuklanacak, 10 binlerce memur açığa alınacak; gazeteler, televizyonlar kapatılacak, 10'larca gazeteci tutuklanacaktı!
26 yıllık 'Şırnak kafası' devleti sıfırdan kuracak!
1990'da "güvenlik ili" yapılmıştı Şırnak. 2010'dan bu yana "Kürt Sorunu"nda çözümsüzlük duvarına çarptıkça Şırnak ve Hakkari'nin ilçe, Yüksekova ve Cizre'nin il olması gündeme geliyor. Hâlâ anlamadınız mı sorun askeri ve idari tedbirlerle çözülemeyecek kadar büyük.