YAZARLAR

Güvenlik toplumunda hayat

Kendisini aratmak için gönüllü olan kişiler, teröre karşı bilinçli vatandaşlar mı yoksa güvenlik toplumunu sineye çekmek zorunda kalan bireyler mi?

Alışveriş merkezinin az kullanılan kapısının önünde bir x-ray cihazı. Kocaman bir boşlukta tek başına duruyor. Etrafından dolaşıp, arkadaki asansörlerden giriş çıkış yapabilirsiniz. Nitekim bazıları öyle yapıyor. Genç bir çift asansörden çıkıyor, cihaza doğru yürüyor ve önünde kalakalıyor. Çantalarını cihaza koymaları, ceplerindeki metal eşyaları yandaki tepsiye bırakıp metal dedektörünün altından geçmeleri gerek. Ama cihaz çalışmıyor. Başında da kimse yok. Genç çift, kendilerini durduracak, çantalarını muntazam biçimde cihaza koymalarını denetleyecek, ekrandan içine bakacak, sonra metal dedektörünün verdiği sinyali kontrol edecek güvenlik görevlilerini aranıyor.

Biraz ileride üniformalı birini görüp sesleniyorlar. Görevli hemen cihaza seğirtiyor; ne de olsa üstünün aranmasını isteyen birilerine ‘boş ver geç’ demek olmaz. Çiftimiz çantalarını makinaya bırakıyor. Cep telefonları ve usulen bir anahtarlık yan tarafa. Sonra da içeriye yürüyorlar hızlı hızlı. Arayan da aranan da görevini yapmanın huzuru içinde, AVM hayatındaki rollerini sürdürüyorlar…

avm2

Güvenlik toplumunun bireyleri olmak işte tam da böyle bir şey. Üniformanın yetkisine ve etkisine saygılı, her an ‘suçsuz’ olduğunu ispat etmeye hazır ve gönüllü. Bunun neredeyse istisnası kalmadı artık. Çünkü bizler savaş insanlarıyız.

Oysa yakınlarda bir zamanda insanlar yoğun güvenlik önlemlerini hiç de doğal karşılamazdı. Uçak yolculuğunda en büyük eziyet bitmek bilmez soyunup dökünme, x-ray cihazlarından geçme, aranma taranmaydı. Haydi ona ‘uluslararası kurallar’ bahanesiyle razı olan, uçak yolculuğunun istisnai haline katlanan insanlar, gündelik hayatta daha bir uzlaşmaz olurdu. Üniformalı her şeye biraz diklenmek, arama tarama uzarsa muhakkak söylenmek ve hatta tartışmaya girmek adettendi. Polise kimlik göstermek en sevimsiz, en nahoş haldi. Bireysel özgürlüklerin, kişisel mahremiyetin sınırlarının ‘güvenlik’ gerekçesiyle nasıl kolayca daraltılabileceğini bilen kuşaklardı çünkü sokaktaki insanlar. Hepimiz 12 Eylül’ler, 12 Mart’lar derin devlet faaliyetleriyle biçimlenmiş bir maziyi paylaşıyorduk.

Kontrol edilmeye rıza göstermek biraz küçümsenen bir hareketti hatta. Kitlelerin ‘koyun’luğu üstüne kimi zaman gazete köşelerine kadar sirayet eden acı şakalar yapılırdı. Ülkenin mizahçıları, bu konuya bayılırdı. Devekuşu Kabare’nin en sevilen oyunlarından biri tam da 80’lerin baskıcı ortamına ilaç gibi gelen ‘Yasaklar’dı. Kasetlerini dinleye dinleye bozar, her defasında kamp müdürü Metin Akpınar’a, yani aslında kendi halimize, kahkahalarla gülerdik. Ferhan Şensoy’un Nazi üniformasıyla caddeye çıkıp kimlik kontrolü yapması, acı sonuçlar gösteren toplumsal bir deney gibi çarpıcı, insanı güldürmekten çok düşündüren bir performans olarak efsaneye dönüşmüştü.

Şimdi herkes hızlıca güvenlik toplumunun gönüllü bireylerine dönüşüyor. Geçmişten farklı, daha da dehşet verici bir ortam var artık. Şiddetin kaynağı belirsizleşti. Terörün gündelik hayata bu kadar sokulduğu bir dünyada güvenliği talep etmeye mecbur bırakılıyoruz. Patlamalar, katliamlar, cinayetler yaygınlaşıp yaşadığımız kentlerin sokakları terör örgütlerinin eylem alanı haline geldiğinde güvenlik fazlasıyla istenen bir şey oluyor. Devletin güvenlik kavramını bir baskı ve kontrol aracı olarak kullanabileceğini bilmek için Foucault okumuş olmak gerekmiyor. Bunu hemen tüm bireyler bir tür kültürel bilgi olarak ediniyor. Ama buna gösterdiğimiz rızanın derecesi, devlet ve birey hakkındaki dünya görüşümüze göre değişiyor. İşte şimdi kaybetmeye başladığımız şey o ‘rıza farkı’. Neredeyse herkes aynı derecede denetlenmek, gözetlenmek, kontrol edilmek istiyor. Çünkü bombalar karşısında sivil hayatın çaresizliği aşikar.

İnanıyoruz ki iyi vatandaşın, topluma karışan teröristlerden ayırt edilmesi gerekiyor. İyi vatandaş, korunmak istiyor ve güvenliği bizzat talep ediyor. Bu nedenle de öncelikle kendisinin ‘güvenli birey’ olduğunu ispat etmek, bulunduğu tarafı göstermek için motive vaziyette. Güvenlik noktasında gönüllü şüpheliye dönüşmek, bu haleti ruhiyeler sayesinde ortaya çıkıyor. Hiç birimizin AVM kapılarında, metro istasyonlarında sırt çantamızı arayanlara söyleyecek sözümüz yok. Biliyoruz ki onlar bizim güvenliğimiz için orada… Bu yaşam biçiminin bizi nerelere kadar götürebileceğine dair tahminlerde bulunabiliyoruz, ama itiraz edemiyoruz. Savaş insanlarına dönüşmüş toplumun insanları için hayat şu sıralar böyle.

Şimdilik ne yaşadığımızın farkındalığı ile idare ediyoruz. Biliyoruz ki savaşı çıkartanlara, onu sürdürenlere, siyasi çatışmalardan savaş türeten, fikrini ve inancını teröre dönüştürenlere itiraz etmekten bıkmamalı. Unutmamalı, güvenlik noktaları korunanlar kadar ve belki onlardan çok koruyanlara hizmet eder.