YAZARLAR

Astana gambitleri

Bütün bu anormal tepki(sizlik)ler ne için sorusu geliyor akla. Rusya ve İran neyin karışılığında Türkiye’ye karşı bu feda hamlelerini yapıyor? Ve ABD hangi hamleyi yapacak? Us kurmakta olduğu iddiaları “siz kendi yolunuza ben kendi yoluma” hamlelerinin habercisi mi?

Astana görüşmelerinden kim ne anladı? Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ya göre görüşmeler olumlu geçti. Basınımız da öyle yansıtıyor.

Onlarca ülkenin onlarca hesap ile doğrudan ya da dolaylı müdahil olduğu, herkesin açık hesapların yanında gizli hesaplarının çarpıştığı, yüzbinlerin hayatını kaybettiği, şehirlerin yerle bir olduğu, küresel hesaplaşmalarda enstrüman olarak kullanılan bir süreç 48 saatte nitelik değiştirip olumlu yöne akmaya başlar mı? Elbette hayır.

2 günlük toplantılar ancak “peşrev” kelimesi ile özetlenebilir. Basınımıza göre Türkiye Astana’da yönlendiren, tezlerini kabul ettiren ülke konumunda, Rusya ve İran ise Türkiye’nin tezlerine yaklaşmış. Gerçekten öyle mi? Görünen o ki herkes kendince “feda” hamlesi ile ileride alan kazanmanın hesaplarını yapıyor.

Rusya, kendi tanımına göre de terör örgütü olan silahlı grupları muhatap almakla kalmadı, Suriye yönetiminin de bu gruplar ile aynı masaya oturmasını sağladı. Daha da ötesi Suriye yönetimini bugüne kadar savaşın motor gücü olarak gördüğü üç ülkeden biri olan (diğerleri Suudi Arabistan ve Katar) Türkiye ile aynı masaya oturttu.

Rusya diğer yandan Türkiye’nin, Suriye’nin egemenlik haklarının açık ihlali olan “polis teşkilatı kurmasına ve Astana’da terör örgütlerini “muhalif” olarak tanımlayarak masada hamiliklerini yapmasına bile ses çıkarmıyor. Türkiye’nin baskısı ile Suriye’deki mücadelenin öyle ya da böyle en önemli unsurlarından olan Kürtleri de yok sayıyor. Normal değil.

İran, Türkiye’nin irili ufaklı silahlı grupları ‘direnişin’ motor gücü Hizbullah ile eşit tutmasına sesini çıkartmıyor. Üstelik Rusya’nın bu konuda Türkiye’nin tanımlamalarına uygun olarak bu örgütlerin “ateşkesin” tarafları olarak görülmesi karşısında sessizliğini koruyor. İran diğer yandan Suriye’de dolaylı olarak kıran kırana savaştığı Türkiye ile ve toplantıya katılmasına katı şekilde karşı olan silahlı grupların temsilcileri ile aynı masada yer alıyor.

Türkiye açısından sorun yok, çünkü savaşın doğrudan tarafı ve Suriye’de bugüne kadar uyguladığı politikaların enstrümanları olan silahlı grupların, Rusya ve İran tarafından muhalif olarak kabul edilmiş gibi yapmalarından hoşnut duruyor.

Türkiye diğer yandan Rusya’nın da “Kürtler yokmuş gibi” davranmasından da hoşnut.

Türkiye’nin iki amacı var: birincisi PYD’nin özerklik ya da hangi tanımlama altında olursa olsun bir oluşuma gidip ayrı bir unsur olarak vücut bulmaması. İkincisi Suriye’de doğrudan ya da dolaylı olarak desteklediği grupların yönetimde söz sahibi olması, böylece Suriye içindeki etkisini sürdürmesi.

Aslında üç ülkenin de Kürtler konusunda birbirine yakın durduğu söylenebilir. Bu nedenle İran ve Rusya’nın Türkiye’nin isteği üzerine Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapılmasını kabul etmesi anlaşılabilir. Garip olan bu iki ülkenin Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapmalarının “öyle olması gerektiği için değil” Türkiye’nin isteği üzerine olması ve diğer yandan Suriye yönetimine karşı kıran kırana bir savaş sürdüren Türkiye’ye karşı Kürt kartını kullanmamaları ve böylece Şam’ın kullanabileceği kartlardan birini kullanışsız hale getirmeleri. Yani kısaca Türkiye’ye çalışmaları.

Suriye’ye gelince: Suriye (nasıl tanımlanırsa tanımlansın) bugüne kadar sürdürdüğü mücadeleden sonra Rusya ve İran’ın Türkiye ile iş tutmasına sesini çıkartmıyor ve silahlı gruplar ve hatta Türkiye ile bile masaya oturmayı kabul ediyor.

Silahlı grupların temsilcilerine diplomatik misyonlarmış gibi davaranılmasına sesini çıkartmıyor. Bunda Suriye’nin bugüne kadar sürdürdüğü mücadelede yorgun düşmesinin ve diplomatik mücadeleyi bu ikiliye (Rusya ve İran) teslim etmesinin etkisi büyük. Ama gerçekten Suriye taviz olarak gördüğü bu gelişmelerden memnun mu?

Astana’da Suriye’yi temsil eden BM Daimi Temsilcisi Beşsar Caferi’nin açıklamalarına bakacak olursak hayır.

Caferi herşeyden önce açıklanan bildiride Suriye’nin “laik” karakterine vurgu yapılmamasını eleştiriyor. Bu bildiride laiklik vurgusunun yapılmamasının Türkiye’nin etkisi ile olduğu (muhtemelen İran’ın da itiraz etmediği) hemen anlaşılıyor. Ama Rusya daha dün kendi büyükelçisi “laiklik karşıtı” biri tarafından öldürülmüş olmasına rağmen sessiz kalıyor.

Astana bildirisinde Suriye’nin toprak bütünlüğüne yapılan vurgu ise Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne olan saygısından değil. Türkiye bugüne kadar (savaş sürecinde) tampon bölge oluşturulması için elinden geleni yaptı ve diğer yandan mümkün olsaydı Halep’i de (fiili olarak da olsa) kendi kontrolüne almak için çabaladı. Aynı Türkiye masaya oturmakla Suriye yönetimini kabul etmiş de oluyor ama Astana öncesi niyet korunuyor gibi.

Astana’da Suriye’nin egemenliğine vurgu yapıldığı sıralarda Cerablus’ta Türkiye’de eğitilerek oluşturulan polis teşkilatı göreve başlıyor. Üstelik örneğin “yaşasın Suriye” yerine “Erdoğan’a selam olsun” “çok yaşa Erdoğan” sloganları atıyorlar. Suriye’nin egemenliği daha açık nasıl ihlal edilebilir? Ama Rusya da sessiz kalıyor buna, İran da.

ABD bu işin neresinde? Başkanlıktı, Trump’ın öncelikleriydi derken günler geçti. Peki ABD’nin bu işin dışında kalması mümkün mü? ABD de Astana için yarım ağızla “memnuniyetini” dile getirdi, ama bunun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Maskeli komedi!

Bütün bu anormal tepki(sizlik)ler ne için sorusu geliyor akla. Rusya ve İran neyin karışılığında Türkiye’ye karşı bu feda hamlelerini yapıyor? Ve ABD hangi hamleyi yapacak? Us kurmakta olduğu iddiaları “siz kendi yolunuza ben kendi yoluma” hamlelerinin habercisi mi?

Peki Türkiye’nin bir anda Rusya ve İran için savaşın tarafı konumundan barışın tarafı ve hamisi konumuna geçmesinin sırrı ne? Ben kendi adıma çözebilmiş değilim. Ama ortada “normal olmayan” bir durumun olduğu belli.

Bir başka nokta: Rusya, kollarını açmış kendisine koşar gibi görünen Türkiye’yi kucaklamayı bekleyen aşık görüntüsü çiziyor.

“Aldatılmış sevgili” ABD ise, elinde tabancası ile bir kayanın ardına sinmiş bekliyor. Maşuku vurmaya yeltenmez ama aşık daha kolay hedef gibi duruyor. Bakalım silahı ateşleyecek mi?


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.