YAZARLAR

Fotoğrafa nasıl bakmalı?

İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi'ndeki Roger Ballen Retrospektif sergisi sanatçının çeyrek yüzyıllık verimini görmek açısından önemli. Ancak bu fotoğrafların estetik politikası nedir diye düşünmek gerekli.

İstanbul Modern, 4 numaralı antrepodan geçici olarak taşınmadan önceki son sergisinde 21'inci yüzyıl fotoğrafçılığının önemli isimlerinden Roger Ballen'ın retrospektif sergisini ağırlıyor. İM Fotoğraf Galerisi'nde yer alan sergide sanatçının farklı dönemlerde ürettiği serilerinden bir seçki ve İstanbul'dan topladığı malzemelerle ürettiği "Ballanesk Oda" yerleştirmesi yer alıyor.

New York doğumlu fotoğrafçı ilk olarak 1979 yılında yayımladığı Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika'da erkek çocuklarını fotoğrafladığı Çocukluk serisiyle adını duyurdu. Sonrasında jeolog olarak Güney Afrika'da hayatını geçiren Ballen'ın fotoğrafçılığı bu yıllarda önemli bir dönüşüme uğradı. O dönem mesleğinin de sağladığı olanaklarla Güney Afrika'nın ücra köşelerine kadar girme şansı buldu Ballen.

k1

Dorps: Güney Afrika'nın Küçük Kasabaları serisi bu dönemin verimidir. Devamında gelen Platteland: Güney Afrika Kırsalından İmgeler serisi de apartheid rejiminin son döneminin karmaşasını yansıtır. 90'ların sonundan itibarense Ballen'ın fotoğrafçılığı belgeselcilikten uzaklaşır. 2001 tarihli Yabanülke serisinde fotoğrafladığı kişilerle birlikte kurmaca hikayelere girişir. Sonraki Gölge Oda, Misafirhane, Kuş Sığınağı, Hayaletler Tiyatrosu serilerindeyse fotoğrafları artık çizimler, heykeller, masklar vb. teatral yaklaşımlarla çeşitlenir. Ballen da son serileriyle birlikte kendini bir fotoğrafçıdan çok sanatçı olarak gördüğünü söylüyor zaten. Ballen'a göre İstanbul Modern ziyaretçileri son 25 yıl içinde sanatçının estetiğinin yaşadığı geçişleri ve dönüşümleri görme olanağı bulacak.

Roger Ballen'ın tarzına ithafen oluşturulmuş bir terim var "Ballanesk" diye. Çok az sanatçının kendi ismiyle müsemma bir tarzı vardır, Ballen da onlardan biri. Her ne kadar bir diğer "freak" fotoğrafçısı Diane Arbus'le karşılaştırılsa da Ballen da kendi tarzını tanımlayacak en doğru kelimenin Ballanesk olduğunu söylüyor. Gerçekten de Ballen'ın hem seriler arasında oluşturduğu geçişlerde, hem de tüm çalışmalarında oluşturduğu kendine özgü bir tarz var. Peki, bu geçişler bize ne söylüyor? Daha da geriden gelirsek Ballen'ın son çeyrek yüzyılda oluşturduğu tarzın politik yansıması neler?

Küratör Demet Yıldız sergi kataloğundaki yazısında Platteland serisindeki bir portreyle ilgili "Sanatçı, bu portreyle 'normalin', daha doğrusu fotoğrafa 'uygun' olanın ne olduğunu sorgular, özneleri nesneleştirmek yerine, onlara bir ses vermeye, bu madunların kendi adlarına konuşmasına bir fırsat tanımaya çalışır" ifadelerini kullanır. Ancak Ballen'ın oluşturduğu dil "Gerçekten de öyle mi?" sorusunu sorduruyor. Ballen öne çıkan fotoğraflarında Güney Afrika'daki apartheid rejimi altında yoksulluk içinde yaşayan beyazları, zeka geriliği olanları, fiziki sorunları olanları, yani kısaca "freak"leri konu edinir.

Ballen'ın bu kişileri nesneleştirip nesneleştirmediği karşısına en çok çıkan sorulardan biri. Bir röportajında şöyle cevap veriyor: "Fotoğraf daha çok benim çevremdeki dünyayı kullanarak yarattığım estetik vizyonum olarak görülmeli. Nihayetinde dönüştürücü bir süreç, bu nedenle güçlendiriyor ya da başka bir şey yapıyor diye düşünmüyorum. Hiçbir şey yapmıyor, sadece başka bir gerçeklik yaratıyor. Sadece bu."

Sadece bu mu? Bir fotoğrafçının fotoğrafladığı kişi ve nesnelerden, kullandığı kadraja kadar her seçimi politik bir anlam ifade etmiyor mu? Özellikle Yabanülke serisinden itibaren oluşturduğu kurmaca fotoğraflar onun fotoğraflarındaki kişilerle olan ilişkisini yansıtmıyor mu? Ballen bu soruya şöyle cevap veriyor: "Bazıları onları sömürdüğümü söyleyebilir ancak kimse bu insanlarla olan ilişkimi bilmiyor."

k2

Ballen'ın fotoğraflarındaki insanlarla olan ilişkisini bilmiyoruz. Bildiğimiz kadarıyla Güney Afrika'da apartheid rejiminde jeolog ve madenci olarak çalışan biri, yani bir sömürgeci. Buna dair bir sorgulamaya girişmeden Ballen'ı okumak ne derece doğru olur, diye soralım. Başka bir yerden devam edersek, Ballen'ın fotoğrafladığı kişilerin bir kısmı zeka engelli kişiler, bir kısmı da eğitimin dışına itilmiş kişiler. ABD'li, eğitimli bir kişiyle bu insanlar arasındaki iletişime dair sorgulamayı yapmadan bu fotoğraflarda yansıtılan politikayı ne kadar kabullenebiliriz?

Fotoğrafçı, Öğretim Görevlisi ve aynı zamanda İstanbul Modern Fotoğraf Bölümü danışmanı Orhan Cem Çetin katalog yazısında Ballen'ın öznelerine dair şu ifadeleri kullanıyor: "Alışkanlıkla, içimizden Roger Ballen'ın fotoğraflarındaki insanlar için üzülmek gelebilir.

Evet, onlar da herkes gibi çok daha konforlu yaşamayı hak ediyor. Evet, onlar da belki sahnele(n)dikleri belki oldukları gibi aktar(ıl)dıkları bu kesitlerin, bu zoraki çerçevenin içinden çıkmak istiyorlar. Olabilir. Ama ben onlara baktığım zaman işte bütün bu saydığım nedenlerle, daha çok, kendime acıyorum." Çetin'in ifadeleri önemli, ancak tam da tersi bir açıdan. Biz bu insanlara neden acıyoruz? Bu "freak" olma halini neden normalleştiremiyoruz? Diane Arbus'ta olduğu gibi neden "freak"le "freak" olamıyoruz? Bu sahneden çıkmak isteyenlere engel olan şey fotoğrafçının kompozisyonları olmasın? Neden kendimizi onlardan üstün sayıyoruz? Kendimizi onlardan üstün saymayıp bunu sorguladığımız anda da neden kendimize acıyoruz?

İstanbul Modern'in küratörlük anlayışı ne bu sorulara bir cevap veriyor, ne de bu soruların açılmasına olanak sağlıyor.