YAZARLAR

Büyük gözaltı!

Oliver Stone, bu kez Edward Snowden’in hayatıyla döndü. Ancak filmin iki yıl önce izlediğimiz ‘Citizenfour’ belgeselinin kurmaca bir tekrarından öteye gidemediğini söylemek gerek.

Laura Poitras’ın 2014 tarihli belgeseli ‘Citizenfour’, Amerikan istihbarat birimlerinin sıradan insanların hayatını nasıl büyük bir gözaltına tabii tuttuğunu ortaya koyan Edward Snowden’i anlatıyordu. Üstelik yılın en iyi belgeseli ödülünü kazanan bu yapım, meseleye dışarıdan bakmıyor, Snowden’in Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nda (CIA) geçirdiği uzun yılların ardından önemli bilgilerle birlikte ABD dışına çıkıp bilgileri dünya ile paylaştığı döneme bizzat şahitlik yapıyordu. Poitras’ın şifreli mailler aldığı bir adamla Hong Kong’ta buluşmayı kabul etmesiyle başlayan süreç dünyayı sarsan bir skandalın da perdesini aralamıştı.

Poitras’a mail atan kişi Edward Snowden’di. Yani belgesel çok az yapıma nasip olacak bir şekilde bu büyük skandalın patladığı anları gerçek zamanlı olarak takip etme şansına sahip olmuştu. Poitras’ın iki gazeteci ve Snowden ile birlikte Hong Kong’ta bir otel odasında gerçekleştirdiği çekimler, bilgilerin doğrulanması, The Guardian gazetesinde yayımlanması ve sonrasındaki gelişmeler eş zamanlı olarak sunuluyordu seyirciye ve açıkçası etki gücü çok yüksekti.

BİRAZ SADELEŞTİRME

Belgeselin ‘sıradan’ izleyici için tek kusuru, kurum ve kavramların yoğunluğundan mevzunun anlaşılmasında yaşanabilecek sıkıntılar olarak özetlenebilirdi. Usta yönetmen Oliver Stone, bu karmaşayı biraz daha sadeleştirmeye çalışıyor “Snowden” filminde. “Citizenfour”dan farklı olarak bir kurmaca yapımla karşı karşıyayız bu sefer. Film, belgeselle yakın temas kurmaktan imtina etmiyor. Loura Poitras’ta (Melissa Leo tarafından canlandırılıyor) bir karakter olarak filmin içinde yer alıyor. Film, otel odasındaki dört kişinin bu büyük skandalı dünyaya duyurma çabasını merkeze oturtuyor ama geri dönüşlerle Snowden’in ordudan, CAI’e oradan da NSA’ya uzanan serüvenini izliyoruz.

İlk elden söylemekte yarar var. “Snowden”, “Citizenfour”un anlattıklarından daha çarpıcı bir şey söyleyemiyor maalesef. Hatta çoğu zaman onun yarattığı etkinin bile altında kalıyor, tekrarlara düşüyor. Oliver Stone’un amacı, belgeselin yapmamayı tercih ettiği Snowden hakkında söz söyleme görevini yerine getirmek gibi duruyor daha çok. Belgesel, bu konuda bir yorum getirmezken, Oliver Stone, özellikle sevgilisiyle olan ilişkisini ön plana çıkarak karakterini insanileştirirken, yaptığı eylemin vatan hainliği mi yoksa kahramanlık mı olduğu sorusuna yanıt arıyor. Cevabını da ‘kahramanlık’tan yana kullanıyor. Bunda bir sorun yok. Oliver Stone’un Snowden gibi Amerika’da yasalara aykırı bir şekilde insanların hayatlarının gözlenmesine olanak sağlayan yapıları ortaya döken birisine sıcak bakması anlaşılabilir. Anlaşılmaz olan, buna ihtiyaç olup olmadığı. Belgesel zaten bütün gerçeği ortaya koymuşken böyle bir tekrarın işlevli olup olmayacağı.

KAÇIP GİDEN FIRSATLAR

Film, yaşanmış olayların dramatik kurgusundan ibaret olduğunu daha ilk başta söylüyor seyircisine. Böylece, belgeselde bulamadığımız ‘geçmiş’ ögelerini Anatoly Kucherena ve Luke Harding’in Snowden hakkındaki kitaplarından derlenen bilgilerden yaratılan kurgularla görme fırsatımız oluyor. NSA, CIA’in nasıl işlediğini; hukuk dışı uygulamaların güvenlik gerekçesiyle nasıl meşrulaştırıldığını kurmaca bir dünyanın içinde görme fırsatı yakalıyoruz. Ancak bütün bu süreçler boyunca film Snowden’den ayırmıyor kamerasını. Her şeyi onun gözünden görmemizi istiyor Stone. Bu tercih filmi çok daha etkili yapabilecek başka bir fırsatından kapısını kapatıyor böylece.

Olmuş bitmiş bir film üzerinden “keşke şöyle çekseymiş” demek bir eleştiride kullanılmaması gereken ilk cümlelerin başında gelir. Tam olarak öyle söylemeyelim ama kendi adıma Oliver Stone’dan görmek isteyeceğim şey Snowden’in hayatına dair bir hikaye yerine, bu skandal ortaya döküldükten sonra NSA’da CIA’de, Pentagon’da ve Beyaz Saray’da nasıl bir durum ortaya çıktığına dair bir film. Skandalın üzerinin nasıl örtülmek istendiği, kamuoyu stratejilerinin, açıklamaların nasıl oluşturulduğu iyi bir hikaye konusu olabilirdi hiç kuşku yok ki. Film, bunların ipuçlarını veriyor ama ileriye adım atmaktan imtina ediyor ve odağını kaydırmak istemiyor belli ki.

Yine de film, belgeseli izlememiş olanlara, yalnızca Amerika’nın değil, dünyanın büyük devletlerinin hemen hepsinin özel hayatlarımızı nasıl didik didik ettiğini ve bunun yalnızca mahremiyetle değil, aynı zamanda siber uzayda sürüp giden bir savaşla ilgili olduğunu görme fırsatı sunuyor.

ORİJİNAL ADI: Snowden

YÖNETMEN: Oliver Stone

OYUNCULAR: Joseph Gordon-Levitt, Shailene Woodley, Melissa Leo, Zachary Quinto, Rhys Ifans, Tom Wilkinson, Nicolas Cage

YAPIM: 2016, ABD- Almanya- Fransa

SÜRE: 135 dk.

VİZYON TARİHİ: 6 Ocak 2017


Ağdaki balık

Filmleri, 2000’li yıllardaki çarpıcılığından uzak olsa da Kim Ki-duk takip etmekten vazgeçmeyeceğimiz yönetmenler arasında. Milenyumun ilk on yılında birbiri ardına izlediğimiz “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlbahar”, “Fedakâr Kız”, “Boş Ev” “Yay” ve “Nefes”in ardından nefesi biraz kesilen Güney Koreli yönetmen son filmi “Ağ”da Kore’nin ikiye bölünmüş dünyasına bir balıkçının hikayesiyle bakmaya çalışıyor.

Film, Kuzey Koreli yoksul bir balıkçının kayığının sürüklenmesi sonucu Güney Kore’ye geçişi; sonra tekrar ülkesine iadesiyle yaşananları trajikomik bir dille anlatmaya çalışıyor.

Yoksul balıkçı haliyle her iki ülkede de casus muamelesi görüyor. Güney Kore’de uzun sorguların ardından serbest bırakıldığında sokakta gördüklerine hayranlıkla değil, daha çok hayretle bakışından yönetmenin ülkesinin azgın kapitalist dinamiklerine, günlük hayatın çürümesine dair eleştirileri olduğunu anlıyoruz. Balıkçı geri iade edilip ülkesine geldiğinde ise bu kez Güney’de ne yaptığına dair bürokratik işlemlere ve baskılara maruz kalıyor. Ülkesini sevdiğini ve hiçbir şey söylemediğini ispata zorlanıyor.

Film, çalışmak ve ailesinin karnını doyurmak dışında bir güdüsü olmayan basit bir balıkçının hayatının parçalanması üzerinden iki ülkenin iki ayrı toprak parçasında yaşamak zorunda bırakılmasını hicvediyor ve bunu da bir noktaya kadar güzel yapıyor. Kim Ki-duk’un böyle bir hicvi hayata geçirirken iki ülkeye dair klişelere yaslanması ise hikayenin gücünü azaltan unsur. Ama iki tarafa da mesafesini korumadaki ısrarı filmi izlenilir kılıyor. Meseleye dair fikir sahibi olmak isteyenler, Kim Ki-duk sinemasını sevenler için…

ORİJİNAL ADI: Geu-Mul

YÖNETMEN: Kim Ki-duk

OYUNCULAR: Ryoo Seung-bum, Young-Min Kim, Lee Won-geun

YAPIM: 2016, Güney Kore

SÜRE: 116 dk.

VİZYON TARİHİ: 6 Ocak 2017