YAZARLAR

Şiddet

Şimdisi, yani saldırıların sonrası en beteri. Sanki sorumluluğun yokmuşçasına kınamalar, vatandaşı tedbire davet etmeler, milli birlik ve beraberliğe vurgular. Hicap duyduğum tek bir yılbaşı vardı, o da Roboski katilamının üzerine kutlanabilendi. Gerisi zaten geldi.

Şiddetin ne olduğunu daha geniş anlamıyla tanımlamanın zamanıdır belki. Madem hayatımızın diğer adı olmuş. Şiddet, sadece saldırı ânı değildir. Oraya vardıran sürecin toplamıdır. Yaratılan iklimdir. Azmedilmiş sevgisizliktir. En temel harç sevgisizlik çünkü. Nefreti bile çıkma kat olarak onun üzerine inşa edersin.

Yılbaşına özel anlamlar yükleyenlerden değilim. Sadece böyle her günü katliam, zulüm dolu bir yılı rakamla bile olsa geride bırakma isteği. Kanepeye kıvrılmışım. Eski şarkılar var ekranda.

Çocukluğumun şarkıları. Ajda, Sezen, Nükhet… Merdaneli çamaşır makinesinin hortumundan kendime mikrofon, annemin sabahlığından tuvalet yapıp saçlarımı savura savura çığırdığım repertuvar… Öylece dalmışım işte. Reina’ya yapılan saldırının haberi bu halde buldu beni. Terör dediğin güvenlik önlemleriyle alay ederek, hiçbir yerde, hiçbir şekilde, hiçbir zaman güvende olmadığını kafana kakmak üzere gelir. Ama gökten zembille inmez, beslenir. O yüzden önemli olan, o kökenleri, gerekçeleri doğru yerden tahlil etmek, adını koymaktır.

AH ŞU KOMİK NOEL BABA 

Son haftalarda Noel Baba üzerinden yayılan ve kimi çevrelerce ‘ilginç eylem’ olarak adlandırılan nefreti anımsamanın zamanıdır belki. Sünnet edilen, kafasına silah dayanan, yumruklanan Noel Baba’yı. Ne komikti ama, değil mi? Müslüman Noel kutlamaz düsturundan hareket eden afişler, ‘kutlamama uyarısı’ yapan gazete manşetleri ve yılbaşı kutlamalarını "gayrimeşru tutum ve davranışlar" diye telakki eden Cuma hutbeleriyle Diyanet: "Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür.”

Oysa işte bir şeyleri bitirme, yalan da olsa sanki yeni ve daha iyi bir şey başlayacakmış hissiyle toplanma ihtiyacı evrensel. Kimimiz evde, kimimiz sokakta… Kaldı ki Noel bile öyle başka kültürlerin değil, bizzat burada yaşamış ama her biri yakın tarihin unutulmaz dönemeçleri eşliğinde bilinçli devlet politikalarıyla azaltılıp eşantiyon kılınmış Hıristiyan vatandaşların da bayramı. Çok unutturulmak isteniyor ama Hıristiyanlığın kökeni Anadolu, Mezopotamya ve Orta Doğu. Şaka gibi ama böyle.

ŞERHLER ÜLKESİ

Şimdisi, yani saldırıların sonrası en beteri. Sanki sorumluluğun yokmuşçasına kınamalar, vatandaşı tedbire davet etmeler, milli birlik ve beraberliğe vurgular. Hicap duyduğum tek bir yılbaşı vardı, o da Roboski katilamının üzerine kutlanabilendi. Gerisi zaten geldi.

İnsan yazarken utanıyor. Sanki aynı şeyleri sayıklayıp duruyorsun. Çünkü aynı akıl almaz, yürek kaldırmaz şeyleri yaşayıp duruyoruz. Ve şiddet her bir zerremize siniyor. Sanırsın faşizmin, radikal, aşırı dinciliğin, en vahşisinden kapitalizmin karşısında mücadelede ortaklaşabileceğiz. Ama hayır, olmuyor. Hâlâ düşülecek şerhler, dürülecek hesaplar var. İnsanlar patlarken, taranırken. Şaka gibi ama böyle.

Ve sözü, eylemi barış olan HDP halen hedefte, siyasetçileri, milletvekilleri, belediye başkanları, eş genel başkanları tutuklu. Ve nefret söyleminin pirleri ekranlarda, sosyal medyada cirit atarken, işi gücü haber olan gazeteciler tutuklu. Başlamamış yılın her günü duruşma tarihleriyle dolu. Ve kim bilir daha kaç patlamayla diye devam eden bir düşünce balonu kafamızda. Patlamanın sesi o balondan mı, pencerenin dışından mı, belli değil. Rüyalar bile patlama. Ya da kırılan kapı. Ya da üzerine doğrulu silah. Şaka gibi ama böyle.

Tam böyle zamanda düşünmek gerekir işte bir şiddet türü olarak sevgisizliği. Birbiriyle iki satır konuşamaz hale gelmeyi. Bağırıştan yumruğa evrilen o çizgiyi. Boşalmadan mütevellit sevişmeleri, hane içi tecavüzleri, dayağı, tacizi, küçük iktidarcık denemelerini. Eskileri neden sık yayınlar oldular, düşündünüz mü? Türkiye o zaman da kötülükle doluydu. Devlet sistematik kötülükte sürekliliktir ne de olsa. Ama işte o filmlerde, şarkılarda, hatta reklamlarda bir şey var. Kaybettiğimiz, yerine koyamadığımız bir şey.

Neydi diye düşünürken yine öldürüldük. Bu yazı yayınlanana kadar daha kötü bir şey olur mu diye düşündüm bir de. Burada da durdum. Ötesi içimden de elimden de gelmedi.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.