YAZARLAR

‘Zevk-ü cefa’ süren kafadarlar ülkesinde

Galeri Nev Ankara, 19 Ocak’a dek ressam, fotoğrafçı ve mimar Erol Akyavaş’ın (1932-1999) ABD’nin San Francisco kentinde 1978-1981 arasında ürettiği kâğıt ve tuval üzerine karışık teknikteki 13 yapıtını sergiliyor. Etkinlik, başkentin Gaziosmanpaşa semtinde yer alan kurumun 2007’den bugüne beş yıllık düzenli aralıklarla açtığı Akyavaş sergilerinin de yeni halkası olarak dikkat çekiyor.

DUVAR - Akyavaş’ın Galeri Nev Ankara’da sergilenen, güya iletişime girmiş, ancak birbirine eziyet etmekten başka bir şey yapmayan sado/mazo "Kafalar"ına kafayı takınca, insan günümüzün delirten gündemini düşünerek, "Bu neyin kafası?/günümüz moda tabiriyle ‘profili’" diye sormaktan da kendini alamıyor.

Galeri Nev Ankara, 19 Ocak’a dek ressam, fotoğrafçı ve mimar Erol Akyavaş’ın (1932-1999) ABD’nin San Francisco kentinde 1978-1981 arasında ürettiği kâğıt ve tuval üzerine karışık teknikteki 13 yapıtını sergiliyor.

'KAFALAR' SERİSİ

Etkinlikte ağırlığı, sanatçının 2013’te İstanbul Modern retrospektifinde izlenen "Kafalar" serisi oluştururken, galeri direktörü Deniz Artun tarafından sanatçının eşi, ressam İlona Akyavaş himayesinde düzenlenen ve açılışta kendisinin de misafir edildiği sergi, ismini galeriye konuk ikinci dizi sayılabilecek ve Erol Bey tarafından adlandırılan Latince "De mortuis nihil nisi bonum" (Ölenin ardından kötü konuşmamalı) tümcesinden alıyor.

evrim2

Etkinlik, başkentin Gaziosmanpaşa semtinde yer alan kurumun 2007’den bugüne beş yıllık düzenli aralıklarla açtığı Akyavaş sergilerinin de yeni halkası. Bu aynı zamanda, kurumun Akyavaş’ı 30 yıldır temsil ediyor oluşunun da bir simgesi.

Akyavaş’ın güya iletişime girmiş, ancak birbirine eziyet etmekten başka bir şey yapmayan sado/mazo “Kafalar”ına kafayı takınca, insan günümüzün delirten gündemini düşünerek, "Bu neyin kafası?/günümüz moda tabiriyle ‘profili’" diye sormaktan da kendini alamıyor. Büyük bir itina ve hırçın bir cömertlikle karşı karşıya getirilen bu kişiliksiz, et parçaları, sanki birbirlerinden yüz bulmanın da ‘zevk-ü cefasını’ sürüyor.

Fallik diş ve ‘dil’leriyle, yalnızca iktidar veya kendini ifade peşinde koşan bu biyo-mekanik, aynı anda hem mağdur ve hem de mağrur ucubelerle, bazen de siluetleriyle yüzleşmek, insanda pür vicdan ve izan gerektiriyor.

Bu suretler, birbirlerinin duyularını da örtbas ederek, izleyiciyi zorla taraf tutmaya sevk edercesine, belli bir direnç müsabakasının ortasına bırakıyor. Akyavaş’ın göz ve el işçiliğini üç yıl evvel değerlendiren küratör Levent Çalıkoğlu’nun da dediği gibi, sanatçı “ürettiğini nefsiyle terbiye eden bir nakkaş gibi, çizginin şart koştuğu üretim zamanıyla hesaplaşıyor."

Bu sözler elbette, sergi girişinde ürkütücü biçimde sizi gözeten, kendi aidiyet ve sahiplik bilincinizi dürtükleyen, geçmişin mitik imge, sembol ve kompozisyonları üzerine destursuzca peydahlanmış kırmızı, devasa itler için de geçerli. Akyavaş’ın resminde, bütün zıtlıklara eşit ve sabırlı bir mesafe, iyiliğin de kötülüğün de farkındalığına dair göz ardı edilemeyecek, dervişane bir çaba seçiliyor.

evrim1 .

Akyavaş’ın "Kafalar"ındaki dobra renk ve benlik gerilimi, günümüzde ağırlığını ‘rutin’e indirgeyecek denli artırmış görünüyor. Hepimizin birer “Özel Yayın Yönetmeni” edasıyla dünyaya saçtığı bilgi ve imgeler, daha kendi içlerinde ete kemiğe dahi bürünmeden birbirlerine galebe çalmaya, beğenilmeye veya reddedilmeye oylanıyor. Herhangi bir bilgi veya imge, ya da onun güvenilirliği karşısındaki sabırsızlığımızın, ‘yeni’ye dönük unutkanlık iştahımızın saniyelerle ölçüldüğü bir dönemde, “imgelem”in, hayal gücünün samimiyetine iltica eden kimileri de, sanatın sınır aşırı samimiyet kapısı önünde bekleşip, duruyor.

Bu sırada geçen haftaki açılışta, kalabalıkta inatla duymaya çalıştığım eşi İlona Akyavaş, sorularımın da yardımıyla bana Erol Bey’i şöyle anlatıyor:

"Erol’un çoğu zaman atölyesi yoktu, arada bir masaüstünde, arada bir yatak odasında, boyasının bulunduğu her yerde çalışıyordu. Herhangi bir boya bulduğu zaman onu çalışıyordu. Bazen bir de bakıyordum, a! Her yer yeşile dönmüş! Soruyordum niçin diye, “Boya buldum, ondan,” diyordu. Çıktığı gezilerden etkilenirdi. Örneğin Hindistan’dan sonra, sarı ve turuncu onu çok etkilemiştir. Meksika’ya gidince de çok heyecanlanmıştı. Erol, şimdiki zamandan çok heyecan duydu. Buna göre, o anda yaşadı. Eserlerinin ismini de kendisi verirdi. Ben de resim yapan biri olarak onun çırağı gibiydim. Yanında ona çok yardımım oldu. Yaptığı eserlerde insan pek yoktur, arada bir bazı şeyler çıkar… Bazı eski resimlerinde biraz politik bilgi vardır. Tek tük politik resimleri de olmuştur. Che gibi.

Kendisi hakkında yazılanları pek önemsemez, arada bir bakardı. Mirâçname serisi gibi pek az baskı resim yaptı. Bazı rüyalarını anlatırdı. T.C.Merkez Bankası Koleksiyonu’ndaki, benim çok sevdiğim (1982 tarihli “Sınırın Mahali” adlı tuval üzeri yağlıboya ve yaldız kullandığı soyut çalışması) resmi üzerine bir rûya görmüş. Anlatmıştıı. Ben pek üzerinde durmadım ama böyle bir resim çıktı tabii. Çok seviyorum o resmini.

Onun için gece ve gündüz fark etmiyordu ama, daha çok gece insanıydı. Okuduğu kitaplar çoktu, çoğunlukla gece okurdu. Göreme’deki, sonradan Ağa Han Mimarlık Ödülü finalisti olan Kaya Oteli projesi, bana kalırsa onun en sevdiği projesiydi.

KALİGRAFİ ESTETİĞİ

Eserlerinde kaligrafiyi estetik bulduğu için kullandı. Bu ona güzel görünüyordu. Egon Schiele’yi çok severdi. Bir resmi vardır hatta, işlerine imza atmayı pek sevmezdi. Uzun süredir ortaya çıkmadı o iş, ben bu yüzden sağlığında işlerin arkasına imza atmasını sağlıyordum. Çalışırken onun fikirlerini bazen değiştirip, yön verdiğim olurdu. Eserlerinde kompozisyonu pek düşünmeden, öylece başlıyor ve düşünmüyordu.

New York’ta tüm müzelere giderdi. Yalnız olmayı ben de onun gibi seviyordum. İkimiz de aynı evde çok güzel yalnız yaşayıp, gidiyorduk. Kedileri çok seviyordu. İstanbul Çiftehavuzlar’da küçük bir kedi bulmuştuk hatta. Annesi var mı diye baktım, sordum, neyse bundan sonra kediyi ABD’ye taşıdık ve o da 18 yıl filan yaşayıp, henüz hayata veda etti. Günlük tutmazdı ama, ne varsa ben saklardım. Bugünü yaşayacaksınız, o kadar… Zaten, kendisi böyleydi.”

Geçmişin ve yarının sizi öldüresiye unuttuğu, her gün yeni bir duyunuzun tıpkı bu resimlerdeki gibi iğdiş edildiği bir coğrafyada, bundan daha güzel bir tavsiye bilen varsa, onun adına ancak sevinebilirim.