YAZARLAR

Ülke yangın yeri birileri yangından mal kaçırıyor

AK Parti milletvekillerinin içeriğini bilmeden boş bir kâğıda imza atarak Saray’dan gelene kadar beklediği ve Meclis’e sunduğu o teklif, ‘Türk tipi başkanlık’, böyle bir gündemde, dün Meclis Anayasa Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı… Dayatmacı anlayış o boyutta ki, Türkiye yangın yeriyken, kelimenin tam anlamıyla bu yangından mal kaçırmaya çalışılıyor. ‘Türk tipi başkanlık’ teklifinin ülkeyi götüreceği yeri konuşurken şunu sormaktan vazgeçmemek gerekiyor: Bu acele niye? 

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un bir polis memuru tarafından öldürülmesiyle Türkiye ne yazık ki karanlığa doğru kocaman bir adım daha ilerledi. Canlı bombalı saldırılar, kitlesel ölümler derken aylardır dillendirilen suikasta da tanıklık ettik. Şimdi tek umudumuz, devamının gelmemesi.

Suikasta ilişkin pek çok soru işareti var aydınlatılması gereken. Bunlardan ilki, Halep meselesi nedeniyle günlerdir öğle namazı çıkışında ya da her fırsatta eylem yapan İslamcı grupların ilk hedef alacağı yerin Rusya Büyükelçiliği olduğu bilinmesine rağmen Rusya Büyükelçisi neden korumasız gez(diril)iyordu?

Karlov’u vuran kişinin kimliği belli olur olmaz FETÖ bağlantısına dair bilgiler paylaşıldı. Suikastçı polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş’ı -FETÖ’cü olma ihtimalini asla yabana atmadan-  bu cinayete doğrudan azmettirenlerin dahi bilmediği başka odaklar tarafından yönlendirilmiş olma ihtimali de yüksektir kuşkusuz.

ANKARA KULİSLERİNDE KONUŞULAN ‘DARBE’ İHTİMALİ

2000 yılında yazdığı ‘Fethullah’ın Copları’ kitabı nedeniyle başına gelmedik kalmayan meslektaşımız Zübeyir Kındıra, Duvar’ın 10 Ağustos 2016 tarihli söyleşisinde ‘Emniyet teşkilatında hâlâ 200 bin Fethullahçı polis olduğu uyarısında bulunmuş, Emniyet’in 6 cemaat arasında paylaşıldığını’ ifade etmişti.  Şöyle diyordu Kındıra, “Siyasi irade cemaatlere yol vermeye devam ederse korkarım ki FETÖ bu cemaatleri kullanarak 15 Temmuz’dan daha büyük bir darbeyi bu kez polis eliyle yapabilir.”

Zübeyir Kındıra son 30 yılda Fethullah Gülen cemaatinin kontrolünde olan Emniyet İstihbarat'ın boşalmasıyla ciddi bir kadro sorunu yaşandığını, istihbaratta yetkili isimlerin pek çoğunun yetersiz olduğunu söylemiş, bunun doğuracağı tehlikeye dikkat çekmişti.

Eski Hava Kuvvetleri Savcısı ve Balyoz davası sanığı Hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok da geçen hafta TSK’yı işaret ederek, “Kaos ortamı önlenemezse emir komuta zinciri içinde darbe olacak” dedi.

Aslında bu iddia son 10-15 gündür Ankara’da kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Dillendirenlerin hepsinin ulusalcı isimler olması, ‘antiAmerikancılık’ta birleşmeleri, açıkçası iddialara temkinli yaklaşmamın sebebiydi. Çünkü bu isimler, 17-25 Aralık operasyonunun ardından devletin önemli bürokratik kademelerine, FETÖ’ye savaş ilan eden Hükümet tarafından getirildiler. O günden bu güne giderek artan, 15 Temmuz darbe girişimiyle doruğa çıkan bir ittifak oluştu AK Parti ile kendisini devletin asıl sahibi ve koruyucusu gören bu kesim arasında.

Bu isimlerden birkaçıyla sohbetimizde duyduklarım aynen şunlardı, “FETÖ’yü 15 Temmuz’da darbeye kışkırtan Amerika değildi, Amerika’yı yöneten güç odaklarından biriydi. Şimdi NATO eliyle bir darbe yapma ihtimalleri çok yüksek. Tüm işaretler bunu gösteriyor. Yaparlarsa Erdoğan’ın yerine getirecekleri kişi mutlaka FETÖ’nün desteğiyle o koltuğa oturacak. Ondan sonra olacaklar çok daha vahim…”

Anlatılanların bütününü değerlendirdiğimde, bu iddiaların yaratacağı korku ikliminin yine ve yeniden Erdoğan iktidarını tahkim etmeye yarayacağı sonucuna vardım.

Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ekranlarda en sık rastladığımız isimlerden olan Ahmet Zeki Üçok’un 15 Aralık günü Twitter’dan darbe uyarısı yapması ve “Kaos ve darbe süreci ancak birlik ve beraberlikle aşılabilir. Cumhurbaşkanı birlik ve beraberliği sağlayamazsa önünde sonunda darbe olacaktır” demesi, siyasi iktidar yanlısı bazı isimler tarafından adeta linç edilmesine sebep oldu. Oysa Üçok, bu mesajından sadece bir gün önce yine twitter’dan şu mesajı paylaşmıştı, “7 Şubat, 17-25 Aralık, 15 Temmuz, 27 Ekim ekonomi darbeleri kime karşı kim yaptı? TC Cumhurbaşkanını asla teslim etmeyeceğiz, teslim olmayacağız.”

ERDOĞAN’LA BÜYÜYEN BİR NESİL VAR

Gelelim1994 doğumlu suikastçı polis Mevlüt Mert Altıntaş’a. AK Parti iktidara geldiğinde 8 yaşındaymış. Bu siyasi iktidarla büyümüş, ondan başka bir siyaset yapma biçimi görmemiş.

Bu detay bana, Türkiye’nin sayılı hukuk fakültelerinden birinde hocalık yapan arkadaşımın anlattığı bir olayı hatırlattı. Hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencilerine ders anlatırken “Özal da başkanlık istiyordu” diyen akademisyen, kendisine boş gözlerle bakanları görünce bir an durup sormuş, “Özal’ın kim olduğunu biliyorsunuz değil mi?” Yooo demiş öğrenciler. Özal’ın kim olduğunu bilmeyenler parmak kaldırsın deyince 8-10 öğrencinin eli havaya kalkmış. Nasıl olur, diye sorduğunda, çocuklardan biri şu cevabı vermiş, “Hocam ben 19 yaşındayım. Kendimi bildim bileli bu ülkeyi Tayyip Erdoğan yönetiyor. Başka kimseyi görmedim ki!”

Ne demişti Erdoğan 2012 yılında? “Modern dindar bir gençlikten bahsediyorum. Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum”... ‘Dindar ve kindar nesil’ tartışmasını hatırlarsınız.

‘Tayyip Erdoğan tarzı siyaset’, 25-30 yaş altındakiler tarafından -makbul görülüp görülmemesi bir yana- kabul görüyor. Siyaset böyle yapılır zannediyor bu ülkenin 30 yaş altı nüfusunun ciddi bir bölümü. Çünkü bir tek onu gördüler.

Bilmedikleri şu, böyle dönemlerde, toplu katliamlar yapılırken, canlı bombalar ortalıkta kol gezerken, seçilmiş milletvekilleri/belediye başkanları cezaevindeyken, seçilmiş belediyelere kayyum atanmışken, binlerce insan cezaevindeyken, binlercesi işsiz-aşsızken, OHAL’de her türlü olağan dışı uygulama hak görülürken ve insanlar haklarını savunamazken anayasa yapılmaz, yapılamaz!!! Ne dediler yıllarca? ‘Anayasa toplumsal bir metindir, toplumun tüm kesimleri bu metni tartışmalıdır, konsensüsle Meclis’e getirilmeli, konsensüsle Meclis’te oylanmalıdır.’

BU ACELE NİYE? 

Dün akıllara ziyan bir görüntü vardı Meclis’te. Türkiye’nin içinden geçtiği bu süreci belki de en doğru anlayan AK Parti iken, toplumu germekten vazgeçmesi beklenen siyasi iktidar tüm enerjisini ‘Türk tipi başkanlık’ teklifini Meclis’ten bir an evvel geçirmeye vakfetmiş.

Bu süreci belki de en doğru okuyanın AK Parti olduğunu düşünüyorum. Çünkü gücü, iktidara geldiği ilk günden bu yana kimseyle paylaşmadı, ‘siyasi istikrar’ adı altında tek tipçi zihniyeti tüm topluma ve siyasi aktörlere dayattı, tek başına oyun kurdu-oyun bozdu, iç ve dış siyaseti tek başına istediği gibi yönlendirdi. Ve bu parti 14 yıldır iktidarda. Her başı sıkıştığında ‘muhalefetteymiş’ gibi ahlanıp vahlanmasına bakmayın, tüm krizleri kâra çevirdi, bunu kendi deyimleriyle ‘ülkeyi bir şirket yönetir gibi yöneterek’ yaptı.

Bu iktidarın, kriz anlarında siyasi sorumluluğu üzerine alıp toplumu rahatlatacak açıklamalar yapmak yerine kutuplaştırıcı siyaset anlayışıyla gerilimden güç devşirme çabası sonucu geldiğimiz nokta budur!

Topluma son 1.5 yıldır en ağır biçimde dayatılan ‘kaos mu tek parti istikrarı mı?’ikileminden bir eşik daha ilerliyoruz. ‘Kaos mu, Erdoğan liderliğinde Türk tipi başkanlık mı?’cenderesine alındık şimdi de.

AK Parti milletvekillerinin içeriğini bilmeden boş bir kâğıda imza atarak Saray’dan gelene kadar beklediği ve Meclis’e sunduğu o teklif, ‘Türk tipi başkanlık’, böyle bir gündemde, dün Meclis Anayasa Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı.

CHP ve HDP milletvekilleri bu salon küçük dediler, AK Partililer çözümü danışmanları ve gazetecileri dışarı çıkarmakta buldu. Hangi birini yazalım! Rezilliğin bini bir para. Neredeyse siz de çıkın, biz tek başımıza hallederiz diyecekler.

Dayatmacı anlayış o boyutta ki, Türkiye yangın yeriyken, kelimenin tam anlamıyla bu yangından mal kaçırmaya çalışılıyor. ‘Türk tipi başkanlık’ teklifinin ülkeyi götüreceği yeri konuşurken şunu sormaktan vazgeçmemek gerekiyor: Bu acele niye?