YAZARLAR

Terör ve kaplumbağa

Terör şimdi dilimizde. “Neden hiç İzmir’de patlama olmuyor? Yoksa gavur gavura rahat rahat yaşıyorlar mı?” diyende. Ama şaşırmıyorum. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, daha bir hafta önce, “Biz, bu millet, bu toprakların Müslümanları nasıl düşünürse öyle düşünüyoruz. Bizim bu bağımsızlık meselesini ciddiye almamız lazım. Bizim için bağımsızlık gavura 'gavur' diyerek karşısına dikilebilmektir” buyurmuştu.

Bir yazı yazmıştım. Öyle müzik, tiyatro, sinema, edebiyat da değil, haksız tahrik gerekçeleri, giderek artan tecavüz ve tacizler üzerine. İşte onu yazmışken, yine bombalar patladı. Ve kaldım. Bu da kalışımın yazısı.

Bu ülkede aylardır ‘terör örgütüne doğrudan üye olmamakla birlikte terör örgütü adına suç işlemek’ gibi kerameti kendinden menkul gerekçelerle milletvekilleri, siyasetçiler, gazeteciler, parti çalışanları, yazarlar, avukatlar tutuklu. Kamudan, akademiden ihraçlar insan hayatını sıfırlamış. Belediyeler zapt edilmiş. Ve bu ülkede her ay katliam boyutunda patlamalar oluyor. Terör dediğin gündelik hayat. Terör dediğin yaşaya ölünüyor.

Her mevsimden katliam sahnelerimiz var. Travmalarımız. Onları trenin durakları gibi yeniden yaşıyoruz her saldırıda. Yine birbirini aramalar, o sesleri duyana kadar ölmelerimiz saniyeler içinde, sonra o utanç. Sonra o koca boşluk. Uzay boşluğu.

Yas tutamıyoruz. Devlet kimin ölümüne nasıl, ne kadar üzünülmesi gerektiğini kendi dikte ediyor. 'Şehit' diyerek. Sonra işte bir baba, Beşiktaş İnönü Stadı önündeki bombalı saldırıda hayatını kaybeden Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Berkay Akbaş’ın babası Salim Akbaş acıdan geçenin sesiyle hakikati çarpıyor yüzümüze: “19 Yaşında. Tıp Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi. İstanbul’a Ankara’dan sınav sonrası sadece 2 günlüğüne geldi. Gezmek için geldiler. Tesadüfen taksiyle oradan geçiyorlar. Hepsi bu. Sadece bu. Bu kadar tesadüfi, bu kadar basit bu kadar ucuz. Yarın çiçek bırakırlar. Başka bir şey yapmazlar. Bunun için şehit. Yok ben istemiyorum oğlum şehit olsun. Oğlum katledildi.”

CAN PAZARI YAS PAZARI

Ne çok canımız katledildi. Ne kadar yalnız hissettik acıları sırtlarken. Cenazeler buzdolabında bekletilir, sokaktan alınamazken. İşkenceyle teşhir edilirken bedenler. Sanki ruha dokunabilirmişsin, onuru böyle ayaklar altına alabilirmişsin gibi. Devlet, sefih aygıtlığını gösterdi hep. İktidar, parçalı acılarımızdan, birbirimizin yanında duramayışımızdan palazlandı. Buna mahal veren herkes suç ortağıdır nezdimde.

Terör şimdi dilimizde. “Neden hiç İzmir’de patlama olmuyor? Yoksa gavur gavura rahat rahat yaşıyorlar mı?” diyende. Ama şaşırmıyorum. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, daha bir hafta önce, “Biz, bu millet, bu toprakların Müslümanları nasıl düşünürse öyle düşünüyoruz. Bizim bu bağımsızlık meselesini ciddiye almamız lazım. Bizim için bağımsızlık gavura 'gavur' diyerek karşısına dikilebilmektir” buyurmuştu.

Terör şimdi basında. Hepsini yanyana koymuşlar gazetelerin. Bir başkanlık güzellemesi topunda. Türkiye’de görevli gazeteciler patlama duyduklarını yazdıklarında, bakın önceden biliyorlardı diye hedef gösterebilme aymazlığı, arsızlığı. Herkesin içinden bir muhbir çıkıyor, bir kin, irin deposu.

Terör şimdi birbirimize karşı muamelemizde. İcazet alıyoruz adeta üzülmek için. Sevdiğini merak etmek için. Taksici 50 lira istemiş o gece. Yine şaşırmıyorum. Deprem bölgeleri yağmalanmıştı Yalova’da, yardım paketi diye bayrak gönderilmişti Van’a. Şaşırmıyorum ama ürperiyorum her seferinde.

SIRTI TUTUK KAPLUMBAĞA

Ürperdiğimde sırtımın nasıl tutuk olduğunu hissediyorum. Sırtımı hiç emanet edemiyorum gevşemelere. Sırtım benim yalnızlığım ve evim. İki ayağının üzerine dikelmiş bir kaplumbağa gibiyim. Kalbim, karnım, başım açıkta. Yüküm sırtımda.

Henüz doğrudan terör saldırısına uğramamış bir uzak şehirde yarım saat kampüsün çevresinde dönenişim aklıma geliyor. Kapı ve görevli aramıştım. Bir çit bile olmadığını, herkesin her yerinden kampüse girip çıkabildiğini neden sonra fark ederek. Gülmüştüm acıyla halime.

Ama ben oralarda da sırtımı gevşetemedim. Farklı saat dilimlerine inat her gece hiç sektiremeden sabaha karşı dört buçukta yerimden zıpladım. Elim telefona gitti gayri ihtiyari. Sonra işte o patlamanın sabahında yazar arkadaşım Seray Şahiner’in etkinlik için gittiği Bursa’da kaldığı Sheraton Aloft Otel’den alınışını okudum. Otel yönetiminin iki erkek sivil polise oda anahtarını verişini… Aloft ne havalı değil mi? Odanıza tecavüz edilmesi, tıpkı sanki kaçıyorlarmışcasına bütün gözaltılarda o ev baskınlarının yaşatılması, kapıların kırılması, o şiddet terör değil de ne sahi?

Şimdi bunları yazdım ya, bilmiyorum ki manası, hükmü var mı? Bir insana iyi gelir mi, derdine bir an için derman, lâl diline ses olur mu? Başka türlüsü elimden gelmediğinden yazıyorum. Kaydolsun. Kimse 'bilmiyorduk' demesin. Çünkü hepimiz oradaydık.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.