YAZARLAR

Hiper sağın süper cumhurbaşkanı

'Partili cumhurbaşkanlığı' teklifi yola çıktı. Teklifte ne var? Nüfusun ancak yüzde 13’ü içinden seçilebilecek, partisiyle ilişkisi süreceği için parlamentoyu avuçlarında tutacak, Türkiye siyasal ormanında hep 10 Anayasa maddesi gücünde olan yönetmelik yapma yetkisi dahil icranın kendisinde toplandığı bir cumhurbaşkanı. Bunun adını koyalım: Kanunlaştırılmış tiranlık. 

Nihayet gördük, teklifi. “Başkanlık” başlığıyla yıllardır süren sistem değişikliği tartışması gele gele “partili cumhurbaşkanlığı” formülüyle çözüldüğü yere geldi. Çözüldü diyoruz ya, “çözmek” fiiliyle ilgisi yok taslağın. Bir “çözüm” değil “çözülme” ile karşı karşıyayız görünüşe göre. Parlamenter sistemin çözülmesi.

Türkiye’deki (parlamenter) sistemin en önemli eksikliği, partilerin yapısını birer mini diktatörlüğe çeviren siyasi partiler ve seçim kanunları (idi) aslında. Bu nedenle partiler ve seçim kanunları düzelmeden kurulacak “partili cumhurbaşkanlığı” sistemi, iyi kötü bir mantığı ve sistemi olan her başkanlık sisteminden kat be kat kötü.

Nedeni basit ve malum: Partiler, genellikle lider sultasına en iyi ihtimalle de bir tür oligarşik merkez yönetimine uygun şekilde dizayn edilmiş durumda. “Parti disiplini” denilince anlaşılan şey, bir alt hiyerarşide olanın bir üst hiyerarşide olana ve hepsinin de genel başkana kayıtsız şartız tabi olması. Emir demiri keser sistemi. Sağa sola yazılan Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir cümlesinin pratikte tercümesi, egemenliğin kayıtsız şartsız parti liderlerinde olduğudur; askerlerin izin verdiği dönemlerde tabii. Ki askerler de uzun süre kalıcı devlet partisi olarak iş gördüler, emir demiri keser sistemiyle. En son 15 Temmuz’da gördük.

TÜRKÇÜ-İSLAMCI FANTEZİLER KANUNLAŞIRKEN

Şimdi “partili cumhurbaşkanlığı” taslağı önümüzde ve Meclis’teki sayısal çoğunluğa bakarsak, geçmemesi için bir sebep yok… MHP ile AK Parti anlaştığına göre…

Bugün teklif hakkında genel düşüncelerimi dile getirdikten sonra, bugün ilk bakışta göze çarpmayan bir iki noktayla ilgileneceğim sadece, devamı gelecek.

Olağanüstü haldeyiz. Hem teoride hem pratikte. Bu halin “olağanlaşması” eski hale dönüş anlamına gelemez, olağanüstü hal ile kurulan yeni devletin normallerine dönüş olacak.

Peki ne var orada?

Hem önümüzdeki teklife ve hem de teklifin sahiplerine, ittifak sağlayan iki gücün ve iki gücün zirve isminin söylemlerine bakarak bir karar verebiliriz: Sağ siyasal fanteziler hem Türkçü hem de İslamcı arzuları gerçekleştirme amacıyla kurumsallaşacak. Yani savaşçı nomadik başbuğ ile savaşçı yerleşik emir-ül ümera, cumhurbaşkanlığı makamında tecelli edecek. Yerli ve milli işte budur: Geleneksel iki sağın, Türkçü ve İslamcı sağın birleşmesiyle oluşan hiper sağ. Teklif, iki kelime de olabilirdi: “Cumhurbaşkanı, devlettir.”

Cumhurbaşkanı denilen kişinin sözleri başbuğ olarak yasa olacak, yorumları emir-ül ümera olarak içtihat olacak. Ben söylemiyorum, teklif söylüyor bunu: Kararnameler devam edecek, yargıçlar atanacak, yönetmelik bile çıkarabilecek. Yönetmelik deyip geçmeyin, hep anayasadan üstün tutuldular Türkiye’de. Parlamento? Parti başkanı olarak cumhurbaşkanının seçtiği bir heyetle oluşacak. “Yedek” meselesi ayrı facia: Parlamenterlerin adaylıklarının partilerindeki demokratik prosedürler ve halkla temas yoluyla değil de lider ya da lider ve birkaç adamı tarafından belirlendiği yerde, yedek sistemi benimsendikten sonra kişilikten tamamen yoksun, listedeki isimler olarak var olduğu sisteme bir cila daha çekiliyor.

ADINI KOYALIM: TİRANLIK

Parlamento ölmüşse, yasama yetkisi ve icra yetkisi bir kişide bir araya getirilmişse, o rejimin niteliği nedir? Böylesi bir güç temerküzü, ve bu temerküzün bir kişide tecelli etmesi bir ilk değil, bir yenilik de değil: Yeni Türkiye dedikleri, bir tür tiranlık kurup adına demokrasi denilmesinden ibaret. Yasama ve yürütme yetkilerinin bir kişide tecellisine en uygun tanım, tiranlık.

Fantastik dünyada değil, gerçeklerin dünyasındayız: Bu modelin yaşama gücü, sadece modele karşı çıkanların dışlanması gücüne bağlı olmayacak, modeli destekleyenlerin de dışlanmasıyla baş etmek zorunda kalacak. “Dışlayıcılık” yeni sistemin ruhu esasen.

NÜFUSUN YÜZDE 87’Sİ CUMHURBAŞKANI OLAMAZ!

Küçük bir örnek, teklife göre cumhurbaşkanı olacak kişi. Yüksek öğrenim yapmış olmalı… Cumhurbaşkanının parlamento tarafından seçildiği ve parlamentonun asıl, cumhurbaşkanının (12 Eylül anayasasının verdiği kimi –parlamenter sisteme göre- aşırı yetkilere rağmen) sembolik olduğu sistemde makama oturacak kişinin üniversite mezunu olması gerektiğine dair hüküm anlaşılabilirdi: Temsil, koordinasyon, gözetme… gibi işlerin bihakkın yapılması için “yüksek eğitim”li olma işleri kolaylaştırır. Fakat cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, cumhurbaşkanlığı makamının icranın başı (teklifle ta kendisi) olması, partisinin sorgusuz sualsiz kendisine tabi olması, hasılı sistemin tamamen tersyüz edilmesi durumunda bu hüküm ne anlama gelir? Demokrasi, siyasal katılımı sınırlama değil, genişletme ile var oluyorsa, sadece “yüksek öğrenim” görmüş kişilerin cumhurbaşkanı olabilmesi bir genişleme midir, daralma mıdır?

TÜİK verilerine bakacak olursak, nüfusun yüzde 13’ten azı üniversite mezunu. O halde Türkiye’de cumhurbaşkanı olabilecek kişiler, Türkiye nüfusunun yüzde 13’ünden az. Yani teklif, daha yasalaştığı anda vatandaşların yüzde 87’sini cumhurbaşkanlığı yarışının dışına atacak. Eski Türkiye çok elitist canım, mı diyordunuz siz?