YAZARLAR

El Bab! Felaket Kapısı!

Doğrudur, El Bab ‘kapı’dır. Rakka’ya da açılır, Halep’e de. Bugünlerde bizimkiler de o kapıyı tokmaklıyor. Umuda açılır sanıyorlar, seraptır ve dahi yalan!

Doğrusu memleket pek tuhaflaştı.

Bir başka ülkenin yönetimini yıkmak için sınırlarını ardına kadar 92 düvelden cihatçılara aç ama terörün geri dönüp seni vuracağını düşünme!

Yeryüzünün en tehlikeli örgütlerine kucak aç, eleştiriler ayyuka çıkınca “910 km’lik sınırı korumak kolay mı” diye yakın!

Onlarca ülkenin gizli servisinin sınır hatlarında tezgâh açmasına izin ver, sonra “Herkes bizimle oyun oynuyor” deyiver.

Bumerang sahibini vurunca, bu kez, kendi askerlerini sahaya sür ama bunun bu ülkeye ödeteceği bedeli düşünme!

Evlatlar ölür ama ahkâm kesilmiştir; hesap soran haindir, sorgulayan yüreğine ateş düşmüş bir ana da olsa!

Ne işgali, buralar öz be öz ataların at koşturduğu otlaklardır, konakladığı şehirlerdir! Kimin haddine ‘işgalci’ demek!

Başkaları öldürür, elbette kurbanları sivildir; bağır bağırabildiğin kadar, öyle ya mazlumun sesi olmak vaciptir. Ama senin attığın mermi hep teröristi bulur, asla sivil öldürmez! Hele Kürt bölgelerinde obüs toplarıyla ölenler zinhar sivil değildir! Afrin’de ölen köylünün haberi bile ihanettir sayfalarımızda, zahir!

***

Bu savaş beynimizi kemiriyor, ciğerlerimizde kül bırakıyor, vicdanımızı eritiyor.

***

TSK, El Bab’da üç Türk askerinin yaşamını yitirdiği saldırının Suriye ordusundan geldiği değerlendirmesini yaptı. Yakında detaylar gelir.

Suriye sahnesinde kimin başına neyin geleceğini kimse garanti edemez. Öylesine beylik bir laf değil bu. ABD göz yumsa da, Rusya kalkanı kapatıp yeşil ışık yaksa da, Suriye içine sindirmiş gözükse de, IŞİD fazla direnmeden çekilse de, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ortakları Amerikalılar tarafından dizginlense de TSK tanklarıyla karadan, uçaklarıyla havadan girdiğinde Suriye’nin her bir köşesi tuzaktır. Defalarca bunu dedik, bunu yazdık.

Hele Rakka’ya uzandıkça her bir kıvrımında umulmadık bir güç tarafından vurulmak muhtemeldir, belki de mukadderdir. Ama kimin umurunda? Zor zamanda Türk’ün tarihinden kahramanlık devşirmek, hamasete bağlamak, bütün sorumluluğu tanımsız bir haine yıkmak! Bu da susturmanın en eski yolu!

***

Çoğu zaman sahada her şey çok karışık dursa da bazı parametreler var ki hiç değişmiyor.

Suriye’nin gösterdiği ve göstereceği direnç mesela.

Rusya ve İran’ın kolay kolay Ortadoğu’daki müttefikini terk etmeyeceği mesela.

ABD’nin Suriye’ye düşmanlığını bitirmeyeceği ama farklı ve karmaşık oyunlar oynayacağı mesela.

Kürtlerin hatırı için çöpe atmayacağı mesela.

El Kaide ile iş çevirenlerin günün sonunda kucağında tonlarca bela bulacağı mesela.

Hayır, inatla “Ben El Bab’a gireceğim”, “Menbic’i de YPG’den temizleyeceğim”, “Rakka’ya da gideceğim” diye diretiyor. Bunu yapmak isteyenin gerçekten caydırıcı bir güç olması lazım gelmez mi? Hepimizin dünyasını karartan mütekebbirlere lanet okuma hakkımız bakidir ama bakın o büyüklerden biri, Rusya, büyüklenenlerden farklı olarak oyunu nasıl oynuyor: Tartus üssüne S-300’leri dikti, Himeymim üssüne S-400’leri münasip gördü. Akdeniz sahilinde “Hesabım sadece IŞİD, Nusra değil aynı zamanda ABD ile” diyen en az 5 savaş ve uçak gemisini dizdi. Bu hamleler karşısında ABD kıvranıyor.

Türkiye, Cerablus’tan girip Halep ve Rakka’ya açılan El Bab’ın kapısına ancak Rusya hava savunma sistemlerini çalıştırmaması sayesinde dayanabildi. Bunu atlayarak kasım kasım kasılmanın manası nedir? Fırat Kalkanı’nın durması da yeniden başlaması da Rusya ve Suriye’nin aldığı tutuma göre olmadı mı?

Türk ordusu Kürtlerin El Bab’ın kuzeyinden Afrin’e kadar uzanmasını önlemek için SDG’nin mevzilerini vurunca Suriye ordusu, 20 Ekim’de Türkiye’yi sivilleri öldürmekle suçlayıp uyardı:

“Bir daha Suriye hava sahasını ihlal etmeleri halinde Türk savaş uçakları düşürülecektir.”

Füze kalkanı Türk uçaklarına kilitlendi ve Türkiye operasyonları kesti. Çünkü Rus yeşil ışığı IŞİD ile mücadeleye ayarlıydı. Hedeften sapma olunca yeşil ışık kırmızıya dönüyor.

Nedeni açık: Şam ve Moskova, Suriye ordusuyla savaşmayı öncelikli hedef olarak gören Türkiye destekli grupların El Bab’a girmesi halinde, Halep’te devam eden büyük operasyonun tehlikeye gireceğini düşünüyor.

Ankara, Suriye ve Rusya’nın hava savunma sistemlerini devreye sokmamasını temin için Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı 1 Kasım’da Moskova’ya gönderdi. Rusya’nın şartı, Türkiye’nin Halep’teki örgütlere silah ve lojistik desteği kesmesiydi. Rusya’nın tekrar yeşil ışık yakması üzerine Türkiye, operasyonlara 13 Kasım’da yeniden başladı. Bu arada ABD, Kürt ve Arap ortaklarıyla birlikte Rakka’ya Fırat’ın Gazabı operasyonunu başlatmıştı. Saha unsurları Rakka’ya yönelmişken Türkiye aradan El Bab’ı çıkarmayı denedi ve kente 2 km kadar yaklaştı.

Tam da Rus uçağının düşürüldüğü 24 Kasım’ın yıldönümünde Türk ordusu vuruldu. Kim vurdu, niçin ve neden şimdi?

Artık kimin işidir bilmiyoruz. Mesele farklı ihtimallere açık. Suriye’nin Halep’le ilgili kaygılarının altını çizdim. El Bab’ı alan Halep’e de selam çakar. Yeri gelmişken şunu da hatırlatalım: Ruslar intikamı soğuk sever. Hele dümende Vladimir Vladimiroviç Putin gibi bir KGB gediklisi varsa. Putin-Erdoğan yakınlaşması, Türkiye’yi Amerikan ekseninden uzaklaştırmak için pragmatik bir çerçeve sunsa da “Asla ve kat’a olmaz” dilebilecek durumda değiliz.

Türkiye, El Bab’a operasyonuna dönerken “Ben istihbarata yakınım” diye kendini paralayan bir internet sitesi bir senaryoyu dillendirdi. İddia mealen şöyleydi:

“Rusya ile Türkiye anlaştı; Türkiye’nin Halep’teki gruplara desteğini kesmesine karşın Rusya ve Suriye, TSK’nin operasyonlarına izin verdi. Türkiye, Rojava’da Kürtlerin özerkliğini bitirecek ve daha sonra buraları Suriye ordusuna teslim edecek.”

Doğrusu bu, Türk devletinin niyeti. Bunu Rusya ya da Suriye’nin kabul ettiği iddiası ise su kaldırır.

Geçen hafta Kürt kanadında önemli bir şahsiyete bu iddiayı aktardım. “Doğru olabilir” dedi. “Emin misiniz” dedim. Bazı emarelerden bahsetti:

- “Esad son konuşmasında Kuzey Suriye-Rojava Demokratik Federasyonu projesi konusunda çok sert konuştu. Erdoğan’ın dilliyle konuştu.”

- “Türkiye-Rusya yakınlaşması durumu etkiliyor. Suriye, dış politikada Rusya’ya teslim oldu.”

- “Ruslarla diyaloğumuz kesildi.”

Ardı ardına sorular sıraladım:

- Rusya Kürtleri kaybetmeyi göze alabilir mi?

- Suriye açısından beş yıldır silahlı grupları destekleyen Türkiye’ye yanıt olarak Kürtlerin özerkliğini tanıma kartından vazgeçer mi?

- Suriye, Kürtleri Türkiye’nin insafına terk ettiyse TSK destekli grupların mevzilerini niye vurdu? Savunma kalkanı Türk uçaklarına niye kilitlendi?

- Rusya bir taraftan Kürtlerin özerkliğini Şam’a kabul ettirmek için (15 Eylül’de) Himeymim’de iki tarafı buluştururken diğer taraftan Kürtlerin daha fazla ABD’nin kucağına iten bir seçeneğe neden onay versin?

Yanıt verdi:

- “Şam ile Kürtler arasında federasyon meselesi konulduğunda Rusya ve Türkiye düşmandı. Durum değişti. Şimdi ne federasyon ne de özerklik gündemde.”

- “Rusya ile bir aydır temasımız yok.”

- “Suriye ordusu bazı mevzileri vurdu çünkü mevzu Kürtlere destek değil. Bu, Suriye’nin kendi topraklarını savunmasıyla ilgili bir reflekstir. Devletin egemenliği söz konusu olduğunda bunu yapması doğal.”

Doğrusu şüphelerim geçmedi. Bana öyle geliyor ki Rusya’nın Türkiye’ye yeşil ışık yakması taktiksel. Asıl hesap Halep’le ilgili. Oradaki büyük savaşı kazanmak için Türkiye’den politika değişikliği bekleniyor. Putin’in Erdoğan’dan aldığı Nusra’yı Halep’ten çekme sözünü hatırlayalım. Ki Erdoğan o sözü tutabilmiş değil.

Bu konudaki kanaatlerimi Kürt yetkiliye de aktarıp dedim ki; “Benim senaryoma göre Rusya ve Suriye özerklikle ilgili taleplerini düşürmesi için Kürtlerin biraz hırpalanmasına göz yumabilir. Ama Kürtleri tamamen ezdirerek ABD’nin çizmelerine daha fazla yer açılmasını istemez. Bunu önlemek için de Kürtleri kazanmak ister. ABD’nin etkisini azaltmak ve Türkiye’ye yanıt vermek için günün sonunda Rojava’yı tanıyabilirler.”

Bu kez sadede geldi:

“Senin senaryon doğru olabilir. Bu durum geçicidir. Arapların kime karşı olduğu biliniyor. Araplar, Kürtlere değil doğrudan Osmanlı ve Türklere karşıdır. Türkiye’nin son yıllarda yaptıklarını unutmazlar! (...) Suriye’de siyasi çözüm olacak. Bunun içinde Kürtler de olacak. Türkiye artık boşuna top koşturuyor. Kürtler yasal ve anayasal var olacak. Özerk ya da federatif. (…) Bunun aksi, deyim yerindeyse, eşeği mayına sürmektir. Bu iş bitmiştir, Kürtler artık masadadır, ister görünsünler ister görünmesinler.”

***

Bu diyalogu neden aktardım? Aktardım çünkü Ortadoğu ile ilgili düşünce biçimini değiştirmemiz gerekiyor. TSK’yi arkasına almış ÖSO markalı cihatçı ve ‘yalancı cihatçılar’ın sevgi sözleri fazla bir şey ifade etmiyor.

El Bab’ın kuzeyi, batısı ve doğusunda Türkiye destekli gruplara karşı koyanlarla ilgili basit bir tablo ne demek istediğimi daha anlaşılır kılacaktır:

El Bab’ı çevreleyen kuşakta YPG diye hedef alınan güçler ağırlıklı olarak yerel unsurlar. YPG farklı hatlarda organizatör güç olarak varlık gösteriyor. Ama orada olanlar YPG’ye yakın Kürtler ve Araplar, Suriye yönetime yakın Arap gruplar ve bazı aşiretler. Bu grupların hepsi de TSK’nin yürüttüğü harekâta karşı. Hedefi YPG diye tanıklamak bu gerçeği değiştirmez. Suriye ordusuna yakın unsurlar üzerinden geliştirilecek direniş hatlarına dikkatle bakılmalı.

O yüzden, Suriye’nin içlerine sokuldukça her boğumda Türk ordusu hedef alınabilir. Bu büyük bir risktir.

Bu durum Türkiye’yi Suriye ile de savaşın içine sürükleyebilir. Bu oyun Kürtlerle de içinden çıkılmaz bir savaşı körükleyebilir.

Kürtleri çevrelemeye endeksli bu oyun devam ederse YPG ile Suriye ordusu arasında bir ittifakın gelişmesi de muhtemeldir. O zaman, benim “Kürt’ü kemiksiz halde Esad’a teslim etmek” diye tanımladığım senaryo çöpe gider.

***

Peki ya Amerika’nın durumu? Arap basınında yaygın olarak işlenen bir senaryoya göre ABD ile Rusya, Rakka ve Halep’i paylaştı. Bir başka senaryoya göre ABD, Kürtlerle ilgili politikayı da çeşitlendirdi: Fırat’ın batısında Şehba bölgesindeki Kürtlere desteği çekip Rakka operasyona odaklı olarak Fırat’ın doğusunda ortaklığı derinleştirmeye karar verdi. Ki Kürt kaynaklara göre ABD, Fırat’ın batısında SDG ile çalışmayı da durdurdu.

Türkiye’yi teskin etmek ve Rusya ile kafa kafaya gelmekten kaçınmak için ABD’nin bu yaklaşımı anlaşılır. Ve değişmez bir strateji değil taktikseldir.

Ancak Rusya ve Suriye’nin ABD’ye “Fırat’ın doğusunda istediğini yap” dediğini söylemek için de ciddi hiçbir veri yok. Şam’da yürütülen mantığın kendisini “Her şey sırayla” ifadesinde bulduğunu sanıyorum.

ABD, Fırat’ın batısından çekildi ama Türkiye’nin yürüttüğü operasyona desteği de kesti. Erdoğan, 40’a 90 kilometrelik alanda güvenlik bölge oluşturma konusunu Obama ile pişirdiğini söylüyor. ABD'li Albay John Dorrian’ın “El Bab operasyonu Türkiye’nin ulusal kararı” babında yaptığı açıklama bu aşın başka türlü piştiğini gösteriyor.

Rakka’ya bakarsak durum daha da anlaşılıyor. ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford, 6 Kasım’da Ankara’daki temaslarından sonra demişti ki “Koalisyon ve Türkiye, Rakka’nın ele geçirilmesi, kontrol edilmesi ve yönetilmesine yönelik uzun vadeli bir plan üzerinde birlikte çalışacak… SDG’nin Rakka’nın kontrol edilmesi ve yönetilmesi konusunda çözüm olmadığını hep biliyorduk. Şu anda üzerinde durduğumuz şey operasyon için güçlerin doğru karışımını bulmaktı. Operasyon çoğunlukla Arap ve Sünni Araplardan oluşan bir güce ihtiyaç duyuyor. Buna benzer güçler de var. Ilımlı Suriyeli muhalifler, Suriye ordusunun eski askerleri, Özgür Suriye Ordusu var… Rakka’ya yaklaştıkça, bölgede yardım etmeye hazır olduğumuz diğer güçleri de belirleyeceğiz.”

Sözünü ettiğim Kürt yetkiliye bu sözleri hatırlatıp operasyonun ikinci aşamasının ne durumda olduğunu sorduğumda benim açımdan şapka bir kez daha düştü:

“Rakka’da birinci hamle bitti. İkinci planın hazırlıkları devam ediyor. Herhangi bir sorun yok. Önceki gün Amerikalılarla üst düzey toplantı yapıldı. Toplantıda Türkiye’nin dahli ile ilgili bir şey gündeme gelmedi. Amerikalılar ‘Türkiye’ye operasyona kimler katılabilir diye soruyoruz ama anladık ki kimse yok’ diyor. Operasyon yüzde 80 oranında Arap güçlerinin katılımıyla yürüyor. O yüzden Amerikalılar bir şey diyemiyor… Bu güçlerin sayısını artırmak için çalışmalar sürüyor. Bizim burada üç kamp var. Ayda 200-300 kişi eğitiliyor. Arap gençler eğitip donatılıyor. Amerikalılar şimdiye kadar 1900’e yakın kişiyi eğittiler… Türkiye’nin havadan katılımıyla ilgili ihtimal şimdilik yok. Türkiye’nin amacı farklı. Uluslararası güçler de bunu anlamış gözüküyor. Konjonktürel olarak Türkiye kendini dayatsa da bu durum değişecektir.”

***

Ne ABD ne Rusya ne Suriye ne de Kürtlerle ilgili durum göründüğü gibi olmayabilir. O yüzden ihtiraslarla oyun oynamak yakıcıdır, bedelini ödeyecek olan da bütün Türkiye’dir.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.