YAZARLAR

KHK denince: Bana her şey 12 Eylül’ü hatırlatıyor!

Kenan Evren ölmedi, içimizde yaşıyor. Fazlasıyla yaşıyor. Çok fazlasıyla…

Son iki kararname birer hak tırpanı gibi çalıştı. Taşeron belediye var artık. Belediyeyle iş yapacaksanız, seçmeni Kürt olmasın! Eğitim hakkı? Biri “terör” derse, sınava bile giremezsiniz. Grev diye bir şey yok artık. Tazminat hukuku sizlere ömür…

*

Kararname dersi çalıştım sabahtan beri. Parça parça haber olarak sunduk hepsini Gazete Duvar’da. Fakat bir arada durmalarında da fayda var diyerek bir özet metinde topladım. Özetle:

1

“Taşeron belediye” dönemi geldi. Yani, kayyım atanan belediyelerin hizmetlerini başka belediyeler görecek. Kayyım yetmedi, taşeron verelim! Ha, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Şırnak, Sur, Silopi filan gibi kayyımlanmış belediyeleri “kardeş”lik ilan etme hazırlığı daha iyi anlaşılıyor şimdi: Kardeş, kardeşin işini görür, malını zaten hazine götürüyor.

2

Kayyım atanan belediyelerle iş yapanların hak ve alacakları yandı. Belediyeler kamu kurumudur, onlarla iş yapanlar “kamuyla iş yapma”nın güvenini duyarlar, tabii ki Kürt seçmenin oyuyla seçilen belediyeler hariç.

3

Grev hakkı zaten yeterince kısıtlıyken, iki önemli kısıtlama daha getirildi: “Bankacılıkta ekonomik ve finansal istikrar” ve “Toplu taşıma.” Halit Narin miydi o 12 Eylül’ü alkışlamaktan avuçları pembeleşirken, “Ağlama sırası işçide” diyen? Gözleri açık gitmez artık paşasının yanına.

4

Anayasal eğitim hakkı,  OHAL nedeniyle ceza ve tutukevlerinde tutulanlar için ortadan kaldırıldı. Devlet “suçluları” da “suçsuz”ları da ikiye ayırdı: Cezaevinde sınav olsa bile “terör” dedin mi sınava bile giremezler. Zaten girip ne yapacaklar, işe alınamazlar, işten değil meslekten, meslekten de değil hayattan atıldılar onlar. Emniyetin, sair güvenlik güçlerinin ve devlet organlarının kararıyla, yargı hariç!

5

Son iki kararnameden ilkinin, yani 677 sayılı olanın en ilginç düzenlemesi ise tazminat hukukuna ilişkin. Devlet, hata yaptığını kabul ettiği bazı kişileri bu kararname ile göreve iade etti ama bir şart koştu:  Tazminat istemek yok. Dönerse de yok, dönmezse de yok. Yeni araba arkası yazısı gibi değil mi: Hatalıysam sana ne? Hem, mülkiyet hakkını imha etmişiz biz, tazminat ne ki?

6

Kapatılan kurumlar var bir de: Sayı çok ama ilk anda dikkat çeken, geçen hafta “mühürlenen” derneklerin temelli kapatılması oldu. Bunların adları en çok bilinenleri ÇHD, ÖHD ve MHD gibi avukatlık örgütlenmeleri, ya da diğer adlarıyla savunma örgütlenmeleri. Gündem Çocuk gibi çocuk hakları alanında çalışan kurumların yanı sıra, yardımlaşma dernekleriyle Kürtçe için çalışan dernekler de kapatıldı. Yardımlaşma dernekleri arasında, tutuklu ve hükümlü yakınlarının oluşturduğu derneklerle “yakınları kaybedilenler”in kurduğu dernek kapatıldı. 1980 ve 1990’ların kayıpları, yani Kenan Evren ve ardıllarının işleri daha iyi aklanabilir miydi, bilmiyorum.

Barolar niye sessiz diyecektim, vazgeçtim, baro mu kalmış? Barolar Birliği Başkanı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanı olarak faaliyet gösteriyor, işi çok. Sınır ötesi operasyondan dönmemiş bile olabilir daha. Meşgul etmemek lazım.

*

Kenan Evren’e yazılmış bir şarkı gibi değil mi her şey: Bana her şey seni hatırlatıyor!

*

12 Eylül cuntasının ilk işi grev hakkını imha etmek değil miydi, kararnameleriyle? Ve kapattığı kurumların mal varlıklarını hazineye devretmek? Savunma hakkını onlar da sevmezdi, savunmasız çok iş yaptılar, yine de avukatlık hakları bu kadar darbe görmüş müydü kıyaslamak zor.

Bankaları Kenan Evren de çok severdi, bordo bereliler dururdu önlerinde. 12 Eylül sonrasında banka çalışanlarının sendikal örgütlenmeleri, diğer sektörlerden daha da özenli biçimde zorlaştırıldı.

“Toplu taşıma”yı engelleyecek grevlerin ertelenmesi, grevin özüne saldırının başka dilde telaffuzu sadece: Grev, toplumsal bir etki yaratmayacaksa ne işe yarar? Grev, “devletin güç kullanma” tekelinin tek yasal istisnasıdır gerçekte, örgütlenmiş çalışanlar çalışmayı bırakarak önemlerini ve güçlerini gösterirler. Önemlerinin ve güçlerinin anlaşılması için de grev hakkının bulunması gerekir. Toplu taşıma işverenleri, grev yoluna gidilmesini istemiyorsa toplu sözleşme masasında anlaşır. Eğer grevi imkansız hale getirirseniz, işverene “O masada ne istersen onu ver, daha doğrusu verme. Nasıl olsa grev diye bir şey yok” güvencesini vermiş olursunuz.

Bir de “finansal ve ekonomik istikrar” nedeniyle grev ertelemenin kanunlaşması söz konusu: Bu iki başlığı Kenan Evren aklından geçirmiş olsa bile yazmaya cesaret dememişti. Finansal ve ekonomik istikrar nedir? Ne onu etkiler ve ne onu etkilemez? Bunu kim bilir, bu konudaki hükmü kim verir? Yeni düzenlemeye göre, hükümet: Bankacılıkta artık ne zaman grev gündeme gelse, “finansal ve ekonomik istikrar”ın tehlikeye gireceğini önceden söyleyebiliriz.

Cam işçilerinin ya da THY çalışanlarının grevi “milli güvenliği tehdit edici” bulunmuştu daha önce şimdi “toplu taşıma” ve “bankacılık”ta yeniden 12 Eylül aklının tarifesine adlı adınca dönülüyor. Arada Anayasa Mahkemesi grev hakkını bir genişletmişti ya, hazır mahkeme kendi kendisini ilga etmişken yeniden hakkın özünü imha edecek düzene doğru dört nala gidiliyor.

Grev hakkının özüne daha iyi saldırmayı Kenan Evren bile düşünmemişti muhtemelen. Kenan Evren ölmedi, Anayasa’da yaşıyordu zaten, kararnamelerde diriliyor.

Sendikalar niye sessiz diyecektim, vazgeçtim, sendika mı kalmış?

*

Kenan Evren demişken, rahmetsiz öldüğünde blogda yazmıştım, hâlâ geçerli, kararnamelerin gösterdiği üzere:

“Kenan Evren Öldü Demekle Ölmüyor

Kenan Evren ölmedi, içimizde yaşıyor. Fazlasıyla yaşıyor. Çok

fazlasıyla…

Seçim var ya yakında, işte oradaki yüzde 10 barajı olarak yaşıyor. Barajı beğenen herkes olarak yaşıyor. Barajlı demokrasiyi beğenen herkes olarak yaşıyor. Yaşıyor, savaşıyor Kenan Evren.

Okullarda din dersleri var ya, oradaki mecburiyet olarak yaşıyor. Mecburi din derslerini beğenen herkes olarak yaşıyor. Alevileri Sünnileştirmek isteyen herkes olarak yaşıyor. Alevi köylerine cami yapma arzusu olarak yaşıyor.  Yaşıyor, sataşıyor Kenan evren.

“Kürt sorunu diye bir şey yok” lafı var ya, orada yaşıyor. Rahmetsiz, “Kürt yoktur” derdi; “Türk ile Kürt kardeştir” derdi, “Bakın ismin içindeki harfler bile aynı, T, Ü, R ve K… O kadar kardeş. Başka da sorunumuz yok zaten” derdi. Şimdi de “Sorun yoktur” deniliyor. “İkisi de Müslüman. Sorun var diyenler Zerdüşt” deniliyor. Yaşıyor, bulaşıyor Kenan Evren.

İçimizdeki Ertuğrul Özkök olarak yaşıyor, misal. Bir zamanlar Ertuğrul Özkök’ten nefret edenlerin kurdukları gazetedeki yeni Ertuğrul Özkök’ler olarak yaşıyor, hani şu namaza gittiği için namaza gitmeyen Ertuğrul Özkök’ten farklı olduklarını sananlar. Yaşıyor, yavşıyor Kenan Evren.

Kenan Evren, soykırım inkârcılığı olarak yaşıyor. Ortaokul öğrencisi olarak, “Ermeni uşağı ipne Fransa” diye bağırtılan kalabalığın nasıl, nerede, niye kurulduğunu iyi hatırlamıyorsam da, zaten öldürülmüş olan Ermenilere üzülmek yerine, henüz ölmemiş olan Ermeniler bulunduğu için üzülmek gerektiğine dair dersleri o dönem aldığımı iyi hatırlıyorum.

Soykırıma karşı üç parti birleşirken, üç liderin fotoğrafı üst üste konulsa, altında Kenan Evren çıkabilirdi. Yaşıyor, klonlaşıyor Kenan Evren.

Kenan Evren yaşıyor. Aldığı oy oranıyla meşruiyet arasında bağ kuran ne ilk, ne son kişiydi, ama Napolyon ile alaturka Napolyonlar arasında bir yerde önemsiz bir kilometre taşıdır. Ocağımıza dikili incir gibi. Kenan Evren yaşıyor, yayılıyor.

Kenan Evren yaşıyor. Meydanlarda Kuranı Kerim sallamayı icat eden ikinci kişidir tarihte, “Ne yapayım ben öyle aydını” formülünü icat eden birinci kişi de olabilir, kim bilir? Kenan Evren yaşıyor, yanaşıyor.

....

NOTLAR:

Uzar gider bu. Uzatmak gelmedi içimden. Şu kadarını söyleyebilirim ama, Ertuğrul Özkök "her durumda en dürüst şeytan" olma düsturunu bırakmayarak, bir daha şaşırtmadı beni. "O hiç değilse dürüst" demeyeceğim elbette, tüm çıkışları gibi bu da "dürüst olma" gösterisinden ibaretti.

Bir de iş dünyası/iş adamları, kadınları, her neyse o cins için söz etmek gerekli belki. Ne söz edilecek, onlar kârlarına bakar, Kenan Evren'i de, Recep Tayyip Erdoğan'ı da aynı ölçüyle sever, kullanır, emer, vergilerini verir, sonra da hiç sevmemiş, görmemiş, bilmemiş gibi yaparlar. Neticede Kenan Evren, onların tatlı kârlarının bekçi Murtazası idi, onlar kârlarını artıran Evren'in resimlerine para bayılan kanlı cahillerdi. En çok parayı, Evren'in çizdiği kanlı "Türkiye ve Kürdistan" resmine verdilerdi... (10 Mayıs 2015, utay)