YAZARLAR

Django’nun Gitarı-3: Toplumun derdi

Sanat tehlikelidir çünkü hakikate işaret eder. Bu nedenle 18. yüzyılda ABD’de kölelerin önce davul sonrasında ise tüm müzik enstrumanlarını kullanmalarının yasaklandığı bir dönem olacaktı. Gerekçe ise gayet anlaşılır: İsyana teşvik.

Bu yazıyı müstakil olarak okuyabileceğiniz gibi dertli sanatçı arketipinin modern karşılıklarını örneklediğim ilk yazı ve sanatın mentalizasyon yoluyla dertle başa çıkmakta nasıl eşsiz bir araç olabileceğini anlattığım ikinci yazımdan sonra da ele alabilirsiniz. Bu yazıda ise kitlelerin dertlerinin sanat yoluyla ifadesinden bahsedeceğim.

Konu derdini anlamaya gelince sanatın iktidarla ilişkisi başka bir ilgi çekici başlık. Kitlelerin esas derdi çoğunlukla kendisi olduğundan, iktidar kitleleri başka bir takım dertleri olduğuna ikna etmek ve bu ilüzyonu sürdürmek zorundadır. Sanat tanımı itibariyle bireyi ya da toplumu kendi gerçekliği ile karşılaştırabilme potansiyeli barındırdığından iktidar için tehlikelidir. İktidar bu tehlikeyi ya sanatı sansürleyerek ya da evcilleştirerek savuşturmaya çalışır. Sonuç olarak da yasaklı sanatçılar ya da saray soytarıları ortaya çıkar. Günümüzde bu dikotominin iyice derinleşiyor oluşu da iktidarın özgürlüklerle olan ilişkisinin başka bir göstergesi.

Amerika’yı yeniden keşfedelim, Afrika’nın farklı bölgelerinden koparılan köleler bir süre sonra kendi müziklerini yapmaya başladılar. Bu müzik bir süre sonra kölelerin kendi gerçeklerini somutlaştırmalarının en doğrudan yolu olacaktı.*

Örneğin efendilerin yemek artıklarından oluşan ve çiftlik hayvanları ve kölelerin temel besini olan Juba ile ilgili şöyle bir şarkı güftelenecekti:

“Juba this and Juba that

Juba killed a yella’ cat

Get over double trouble, Juba...

Juba up, Juba down,

Juba all around the town.

Juba for Ma, Juba for Pa.

Juba for your brother-in-law.”

Yani

“Ona Juba, buna Juba

Sarmanı öldüren Juba

Yut bakalım çifte bela Juba

Aşağı Juba, yukarı Juba

Buralar silme Juba

Anama Juba, Babama Juba

Kaynıngile de Juba”

Başka bir güfte de şu şekilde olacaktı:

“The big bee flies high

The little bee makes the honey...

The black folks make the cotton

And the white folks get the money.”

Yani

“Büyük arı yüksek uçar

Küçük arı balı yapar

Siyah adam pamuk toplar

Beyaz adam para basar”

Sanat tehlikelidir çünkü hakikate işaret eder. Bu nedenle 18. yüzyılda ABD’de kölelerin önce davul sonrasında ise tüm müzik enstrumanlarını kullanmalarının yasaklandığı bir dönem olacaktı. Gerekçe ise gayet anlaşılır: İsyana teşvik.

Hem yasaklamalar hem de imkansızlıklar nedeniyle köleler gündelik malzemelerden müzik aletleri üreteceklerdi. Leğen bası olarak çevirebileceğimiz “washtube bass” bu konuda iyi bir örnektir. Metal bir leğen ters çevirilir ve aletin gövdesini oluşturur. Leğenin ortasına bağlanan bir ip teli, leğenin kenarından dikilen bir sopa da sapı oluşturur. Sopanın ileri-geri bükülmesiyle ipin gerimi değişir, böylece tek telli ve perdesiz bir enstruman ortaya çıkar. Jug ya da testi de bu dönemde kullanılan favori enstrumanlardan. Enstruman diyorum ama bildiğiniz testi aslında, ağzına üflenerek çeşitli notalar çıkarılıyor.

Köleler müziğe tutkuyla sarılmış ve imkansızlıklara rağmen kah testiden kah çamaşır leğeninden müzik yapmaya devam etmişler. En önemli nedeni müzik yapmaya ihtiyaçları oluşu. Çünkü dertleri çok. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, bu topraklarda da hakikate halk sanatı ile işaret edilegelmiş.

“Şalvarı şaltak Osmanlı

Eğeri kaltak Osmanlı

Ekende yok biçende yok

Yiyende ortak Osmanlı”

Coğrafyamızda müziğine böylesine tutkuyla sarılan Alevi geleneği olmuş. Tarihsel tutumu itibariyle konformist ve otoriteryan olarak tanımlanabilecek Sünni geleneği müziğe daha mesafeli yaklaşıp çeşitli kısıtlamalar getirmekteyken Alevi geleneği -belki de kimliğinin bir parçası haline gelecek olan- derdini taşımanın bir yolu olarak müziğe sarılmış. Beypazarı Kadısının bağlama çalmaması için; “Saz çalmak haramdır. Onda şeytan vardır. Çalmasın, kırıp atsın!” şeklinde haber göndermesi üzerine Aşık Dertli şunları söylemiştir mesela:

“Telli sazdır bunun adı

Ne ayet dinler, ne kadı

Bunu çalan anlar kendi

Şeytan bunun neresinde

Abdest alsan aldı demez

Namaz kılsan kıldı demez

Kadı gibi haram yemez

Şeytan bunun neresinde”

Önceki yazıda sanatın kişiyi kendi gerçeğine ulaştırma işlevinden bahsetmiştim, şimdi de toplumsal gerçekliği işaret ettiği için iktidar tarafından ya sansürlenen ya da evcilleştirilmek istenen sanata değinmeye çalıştım. Kuruluşunun 20. yılını kutlayan çok sevdiğim Mor ve Ötesi grubu gibi sanatın soytarısı olmayı reddeden ve yüzümüzü düşürmeyen tüm sanatçılara buradan selam olsun.


* Sullivan, M. (2001). African-American music as rebellion: From slavesong to hip-hop. Discoveries. NY: John S. Khight Institute for Writing in the Disciplines, Cornell University, (3), 21-39.